''[…] beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir:
Birisi: “Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?”
İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.”
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrası ile vücub-u zekât ve hurmet-i ribadır.” 1
“Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan vücub-u zekât ve hurmet-i riba vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber etti.”2
Risale-i Nur’da geçen mezkur ve sair zekât ve riba bahisleri, bu meseleyi farklı bir yaklaşım ile ele alıyor.
Malumdur ki faiz ve enflasyona dayalı ekonomi sisteminde yaşıyoruz. Yani, bir merkez bankasının belirlediği faize ve ekonomik koşullara göre fiyatların değişmesi söz konusudur.
Enflasyon bilindiği üzere kısaca paranın değer kaybetmesidir, yani neticede mal ve hizmetlerin fiyatlarının genel manada artmasıdır. Enflasyonun çeşitli sebepleri ve parametreleri vardır, ama günümüzdeki ekonomik dengenin bir parçası olarak görülmektedir.
Avrupa Merkez Bankasının (AMB) ana gayesi ekonomik büyümeyi fazla tehdit etmeden, fiyat istikrarını sağlamaktır. Bunun için AMB’nın takip ettiği teorinin temelinde enflasyonun % 2’nin hafif altında bulunması en ideal koşul olarak görünür.3
Enflasyon, bu durumda ticari faaliyetlerin ve tüketimin sürekliliğini desteklerken, para biriktirmeyi adeta cezalandırmayı hedeflemektedir. Bu süreçte faiz oranları bir araç olarak kullanılarak, piyasadaki para miktarı belirlenmekte ve enflasyon oranı üzerinde etkili olunmaktadır.
Kebairden (yedi en büyük günah) sayılan riba, yani faiz, aslında ekonomik büyümeyi sağlamak adına, para biriktirmenin önüne geçilmek istenilen bir yöntem.
Ancak bu büyüme, izlenen bu tuzaklı yol ile paranın değer kaybını fakirden ve halktan alıp zengine aktarmaktadır. Şöyle ki, enflasyon ve faiz nedeniyle maaşlar ve küçük birikimler erirken, büyük servetler (gayrimenkuller, şirketler, madenler vb.) değer kazanmakta ve ticarî faaliyetler artmaktadır.
Buna ilaveten merhum Süleyman Demirel’in “Enflasyon ahlakı bozar” tespiti aynen bu cihetten gelmekte.
Eğer ekonomik gelişim için paranın değerinin eksilmesi zarurî bir durum olarak tespit edilmişse, bu durumun/bu kebairin çözümünü ehl-i dünyaya zekâtın farziyetiyle sunalım.
Zekât ile biriken paraları, enflasyon misali ve üstelik sabit âdil oranında, azaltıyoruz. Lakin, buradaki mühim ayrıntı, hem enflasyon hem de faiz yoluyla fakir’den alıp zengine vermiyor, bilakis zenginden alıp, fakirlere veriyor. Yani, toplumun fakirleşmesi pahasına ekonomik büyümeyi sağlamıyor.
Bu sabit azalma, bilhassa ekonomik yatırımları ve harcamaları teşvik ettiği için ticarî para akışını sağlıyor ve haram olan faize (sözde ihtiyaç) gerek bırakmıyor. Bu durumda, merkez bankaları arz-talep dengesine göre piyasaya farklı faiz oranlarıyla para sürme ya da para çekme zorunluluğundan kurtuluyor. Ancak ideal bir dengeyi şimdiye kadar hiçbir merkez bankası tam olarak tutturamamış olup, tüm para birimlerinin tarihi kriz dönemleriyle doludur.
Mezkur sistemde, sırf ekonomik büyüme veya gelişme sonucu, tam ihtiyaca göre (kayda değer miktarda) yeni paranın dolaşıma girmesiyle paranın genel değeri sabit kalır ve enflasyon da netice itibarıyla tarihe karışır.
Hatta İslam’ın farz kıldığı zekât oranının %2,5 ile Avrupa’nın 'ideal' enflasyon oranına tevafuk etmesi, şu gerçeği gösteriyor: Zekât, ekonomik katkı sağlama ve enflasyona atfedilen aynı işlevi görme görevini yerine getirirken, bunu orta direk ve fakirlerden zenginlere kaynak aktarmadan gerçekleştirir ve ekonomik dengeyi sağlar. Zekâtın tam uygulandığı bir toplumda ise enflasyona ihtiyaç kalmaz.
Üstelik zekâtın toplum içerisindeki saygı ve sevgisi ve sınıflar arasındaki barışı sağlaması gibi sosyolojik faydaları ise daha nice kârlardan bir kaçı.
Anlaşılıyor ki, mevcut sistemin şartları, toplumsal ahlakın çöküşüne sebep olmakta ve hatta, Peygamberimiz’in (asm) katibine ve şahidine dahi lanet okuduğu faiz uygulamalarını gerekli göstermektedir. Oysa buna alternatif olarak, zekâtı esas alan ve finansal özgürlüğü temel alan bir sosyal ekonomi sistemi hem mümkündür hem de elzemdir.
“Evet, vücub-u zekât ve hurmet-i riba, karz-ı hasen şerâit-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.”5 hakikatine nâil olma duası ile.
Kaynakça:
1. Yirmi İkinci Mektub - İkinci Mebhas.
2. Hutbe-i Şamiye’nin İkinci Zeyli - İkinci Kısım.
3.https://www.ecb.europa.eu/ecb/orga/tasks/monpol/html/index.en.html
4. Müslim, Musakat 106. 5. Rumuz.