Allah’ın fiziki aleme koyduğu sebepler çerçevesinde gerçekleşen deprem, o sebepleri harekete geçiren ilahî İrade ve Kudretin eseri olup, içinde insanları hem fiziki aleme koyduğu kurallara hem peygamber ile gönderdiği dini esaslara uyma konusunda uyarıcı nitelik taşıdığı gibi zayi olan malların sadaka, ölenleri şehitlik makamına ulaştırması açısından da rahmet cilveleri ihtiva ediyor.
GÖRÜŞ: Prof. Dr. İlyas Üzüm
[email protected]
İnsanlık ailesi olarak yedi buçuk milyarı aşan nüfusumuzla birlikte, yüz binlerce çeşit bitki ve hayvan türüyle beraber üzerinde yaşadığımız yer küresi, güneş sistemi içerisinde yer alan küçük bir gezegenden ibaret. Kabaca üçte ikisi denizler olmak üzere toplam 510 milyon kilometre karelik bir alana sahip. Kendi etrafında sabit bir hızla dönen gezegenimiz güneş etrafında yaklaşık 107.000 km/saat ile dönmektedir. Basit hesaplamalarla yılda 940 milyon kilometre yol kat ediyor. Aynı zamanda güneş sisteminin de bir yörüngesi var. Güneş ve beraberindeki bizler saniyede 200 kilometre, diğer bir ifadeyle saatte 720.000 kilometrelik hızla hareket ediyoruz; böylece Güneş Sistemi, galaksimizdeki yörüngesini 230 milyon yılda dolanıyor.
Yapısı, büyüklüğü ve işleyişi bakımında evren ve galaksimizle ilgili esrarlı, çarpıcı bilgiler bir tarafa, en basit haliyle bile üzerinde yaşadığımız dünyamız ve onun güneş sistemi içindeki hareketi bizi hayrete düşürmeye fazlasıyla yetiyor! Bu bilgileri hatırlayınca gezegenimizi uzay denizinde, bir taraftan 24 saatlik zaman diliminde kendi ekseninde dönen, bir taraftan da işaret edilen hızla hareket eden bir deniz aracına, bir gemiye benzetmek mümkün. Bu gemi hareketi esnasında karaları denize, denizleri karalara karıştırmadan, üzerindeki canlıları etrafa savurmadan -hatta hiç fark etmeyeceğimiz bir düzen ve sükunet içinde yol alıyor, hareketini sürdürüyor. En küçük bir sandalın yahut en basit bir balıkçı kayığının bile bir ustası, hareket ettiren bir kaptanı olduğu gibi gezegenimizin de mükemmel bir ustası, ilim sahibi bir kaptanı olduğu, olması gerektiği aklî bakımdan zorunlu olması gerekiyor. Tarifi gereği kendisi kainat cinsinden olmayan, olmaması gereken bu Usta ya da bu Kaptan “gaybî”dir (Kur’an imanın gaybî olduğunu ilk ayetlerinde ifade eder; Bakara 2/3). Gaybî olduğu için fiziki anlamda beden gözüyle değil akıl, vicdan ve imanla görülebilen, varlığı tasdik olunan bu Usta gerek mikro alemdeki gerekse makro alemdeki eserlerinden yansıyan özellikleri itibariyle her şeyi içine alan İlim, her şeyi gerçekleştiren Kudret, her şeyi en uygun tarzda planlayıp yapan Hikmet, her canlının ihtiyacını karşılayan Rahmet sahibi bir Yaratıcı olarak anlaşılıyor.
DEPREMİN OLUŞUMU
Basit benzetmeyle feza denizinde, bizim hareket ettiğinin farkında bile olmadığımız dünya gemimiz; belli zamanlarda, belli yerlerde bir kısmı korkutucu olan, bir kısmı dramatik sonuçlar doğuran “deprem” adı verilen sarsıntılara maruz kalıyor. Jeologların ve Sismologların açıkladığı üzere depremler -volkanik olanlar hariç- yer altındaki plakaların sürtünmelerine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Kısaca işaret etmek gerekirse, dünyamızın yapısı itibariyle dış kısmında 70-100 km kalınlığına taş küre var; karalar ve denizler bu kürede yer almaktadır. Taş küre ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2900 km olan Manto bulunmaktadır. Taşkürenin altında Üst Mantoda oluşan kuvvetler konveksiyon akımları sebebiyle taş kabuk parçalanmakta ve “levhalara/plakalara” bölünmektedir. Konveksiyonel akımların yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerine sürtünmekte, sıkışmalar olmakta ve birbirlerini itmektedir. İtilmekte olan levha ile diğer levha arasında sürtünme kuvveti aşıldığı zaman bir hareket, harekete bağlı enerji oluşmakta, bu enerji ilgili bölgelerde deprem dalgaları olarak kendisini göstermekte ve fay adı verilen arazı kırıklarına yol açmaktadır (bk. Coşkun İşçi, “Deprem Nedir ve Nasıl Korunuruz?”, Journal of Yaşar University, III (9), 959-983).
DEPREM VE İLAHÎ İRADE
Depremle ilgili bilimsel açıklamalar fiziki alemdeki diğer varlık ve olaylar hakkındaki açıklamalar gibi görünen ve bilinen boyutu itibariyle “süreçlere” yönelik açıklamalardır. Başka bir ifadeyle olayın sebeplerle ilgili yönüne dair tasvirlerdir. Süreçlerin ya da sebeplerin inkarı elbette mümkün değildir, ancak söz konusu olay yahut olayları akıl ve insanî özelliklerimizle düşündüğümüzde sebeplere etlenlik/tesir vermek mümkün görünmüyor. En basit haliyle meyveyi ağaçtan, sütü koyundan, balı arıdan alıyoruz yahut çocuk anneden doğuyor ama meyvenin oluşumunda ağacın, balın imalinde arının, bebeğin vücuda gelmesinde annenin sadece sebep olduğu, etkenliğinin bulunmadığı, dolayısıyla gerçek yaratıcı olmadığı aşikar. Zira ne koyun sütün içeriğini bilip imal edecek şuurda veya ne anne bebeğin iç ve dış organlarını planlayıp yapacak bilgi ve özelliktedir. O halde bu sebeplerin arkasında gaybî, mutlak bir Kudret vardır. Deprem olayında da tektonik levhaların kendi kendine sarsıntı ürettiğini, diğer bir ifadeyle ilahi iradenin söz konusu olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Risale-i Nurda verilen bir örnekle, diyelim ki bir kimse silahla bir adamı vursa, silahın arkasında tetiği çeken eli yani iradeyi görmek lazımdır, böyle yapmayıp da barutun fişek içinde ateş almasına odaklanılırsa gerçek göz ardı edilmiş olur (Sözler, İstanbul 2020, s. 164). Deprem olayında da levhaların hareketine odaklanıp arkasındaki “irade”yi görmemek sağlıklı bir yaklaşım değildir ve olamaz.
Gerek yaşadığımız yer küremizde gerekse bütün varlık aleminde görülen düzen, uyum, hikmet, güzellik, merhamet… vs. gibi özellikler aklî bir zorunluluk olarak alemin Yaratıcının alim, hakîm, vâhid, cemil ve rahim… olduğunu göstermektedir. O halde Onun her fiilinde de -farkında olalım veya olmayalım- bu sıfatların gereği olarak hikmet, cemal, rahmet ve kerem gibi sıfatlarının tecellisinin bulunması gerekir. Bu açıdan 6 Şubat itibariyle ülkemizde yaşanan ve tüm toplumumuzu acıya boğan depremin de değerlendirilmesi gerekir. Kur’an’da “düşen yaprağın bile Onun ilmi dahilinde olduğunun bildirilmesi” (En’am 6/59) depremin de Onun ilmi ve iradesi dahilinde geliştiğini ifade etmektedir. O mülk sahibi olduğu için elbette mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, uluhiyetinin tecellilerini gösterir. Bu çerçevede depremin hatırlattıklarını -yazının hacmini zorlamadan- kısaca şöyle sıralamak mümkündür.
DEPREM İMTİHANDIR!
İradesi dışında dünyaya gelmiş daha doğrusu gönderilmiş varlıklar olarak insan, uluhiyetin tecellilerini görmek ve Ona ubudiyetle mukabele ederek kendisini geliştirmek üzere bu dünyada çeşitli sınavlara tabi tutulmaktadır. Başka bir ifadeyle imtihan biz insanların ebedi saadete layık hale gelmesi için olgunlaşma süreçlerinden geçme testimizi teşkil etmektedir. Bu bağlamda her türlü iyilik, nimete mazhar olma imtihan olduğu gibi sıkıntı ve musibetler de imtihandır. Nitekim Rabbimiz Kur’an’da bunu şöyle beyan etmektedir: “Sizi mutlaka biraz korku ve açlıkla, bir de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek imtihan etmekteyiz. Sabredenlere müjdele!” (Bakara 2/155). İfade etmek gerekir ki, deprem, -ister doğrudan biz yaşayalım ister başkaları üzerinden gözlemleyelim- kelimenin tam anlamıyla korku, can ve mallardan eksiltme sınavıdır. Ayetin sonundaki “sabredenlere müjdele” ifadesi Allah’ın kevnî aleme koyduğu kurallar ile dini mükellefiyetleri yapmaya çalıştıktan sonra Onun hükmüne rıza göstermeye işaret etmektedir.
DEPREM BİR UYARIDIR!
Deprem bir musibet yani insan topluluklarına isabet eden bir afet olarak bazı ayetlerden anlaşıldığı üzere bir ihtar, bir ikaz, bir uyarı niteliği taşımaktadır. Bu uyarıyı başlıca üç kategoride ele almak gerekir:
a) Deprem bütün insanlar için varlığı anlamaya, hayatı sorgulamaya, nasıl yaşadığımızı daha doğrusu yaşatıldığımızı hatırlamaya dönük bir uyarıdır. Bırakalım dine inanmayan ya da ilgisiz olan kimseleri dinî hayatın içinde olan kişi ve çevreler de bir şekilde gaflet içinde kalabiliyor, bizi üzerinde yaşadığımız yer küremizde itina ile yaşatan Rabbimize karşı zaaf sergileyebiliyor. Deprem bu noktada bütün insanları düşündüren, hayatı ve ölümü sorgulamaya sevk eden, Rabbimizi ve ahreti hatırlatan bir işlev görüyor.
2. Deprem biz insanları, Yaratıcının fiziki aleme koyduğu yasalara (tekvîni emirler) uyma konusunda gayet güçlü şekilde uyarıyor, bu noktada sergilenecek ihmalin nasıl ağır can kayıplarına mal olduğunu gösteriyor. On ilimizde yaşanan ve 13 milyondan fazla insanımızı doğrudan, hepimizi dolaylı olarak etkileyen ve çok büyük sayıda cana mal olan 6 Şubat depremindeki yıkımlar, -ilgili uzmanlarca açıklandığı üzere- çok ciddi müteahhitlik ihmallerine dayanıyor. Bu noktada yer küresi deprem diliyle, Yaratıcısı namına adeta haykırarak biz insanların Yaratıcının fiziki aleme koyduğu yasaları dikkate alarak binalar inşa etmemiz konusunda uyarıyor, hatırlatmada bulunuyor!
3. Deprem aynı şekilde biz insanları Yaratıcının dinî emirlerine (vahiyle açıklanan ve sünnetle somutlaştırılan ahkama) uyma konusunda da uyarmakta, bu konuda irtikap edilmiş olan masiyet, günah ve zaaflara karşı istiğfar etmeye yönelik ikazda bulunmaktadır. Depremin musibet olan yönüne baktığımızda karşımıza bu çıkmaktadır. İlgili ayetin meali şöyledir: “Başınıza her ne musibet gelirse kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir; O yine de çoğunu affeder” (Şûra 42/30). İlaveten bu noktada söylenebilecek iki husus da şudur: a) Kur’an’ın açık beyanlarında ifadesini bulduğu üzere yer ve gökler Allah’ı hamd ile tesbih ettiği için (Haşir 59/1; Tegâbun 64/1) onların manevi hukukuna saygılı olmak gerekiyor, b) Gerek şahsî hata ve günahlar gerekse toplum bazında yapılan haksızlıklar veya haksızlıklara rıza gösterme gibi günahlar karşısında kendimizi sorgulamak, istiğfar etmek icap ediyor (Daha geniş açıklama için bk. İbrahim Ersoylu, “Depremin Muhtemel Mesajları”, Yeni Asya, 10 Şubat 2023). Nitekim Risale-i Nur’da da “Umumi musibetlerin ekseriyetin hatasından geldiğine” dikkat çekilmektedir (Sözler, s. 162).
DEPREMİN RAHMET BOYUTU
Depremde yaşanan acılara, göçük altında çekilen ıstıraplara, yaralananlara, aile efradından birçok kişiyi kaybedenlerin dramlarına, yıkıntı altında can veren çoluk-çocuğa, kısacası yitirilen canlara bakıldığında insanların yürekleri ağzına geliyor, tarifsiz bir hüzne kapılıyoruz. Bu açıdan bakıldığında deprem çok büyük bir musibet olarak görünüyor. Ancak bütün yaşananlara ayet ve hadislerin ışığında -inanarak, samimiyet içinde- bakıldığında olayın rahmet boyutu da fark edilmeye başlanıyor. Risale-i Nur’da bu husus, “masumların fani mallarının sadaka hükmüne geçtiği, fani hayatlarının da bir nevi şehadet hükmünde olduğu” belirtilerek açıklanıyor. Nitekim Resul-i Ekrem şehitleri saydığı hadisinde göçük altında kalarak can verenlerin yani depremde ölenlerin şehit olduğunu dile getirerek bu hakikate parmak basıyor (Buhari, “Cihad”, 30). Yine o (asm) başka bir hadisinde “kişinin eline diken batmasına varıncaya kadar maruz kaldığı her türlü sıkıntı ve musibetin günahlara kefaret olacağını” ifade ediyor (Müslim, “Birr”, 52). Başka bir hadisinde ise açıkça depremden söz ederek “Deprem ve masum yere öldürülmek gibi felaketlere uğrayanların ahiret azabından muhafaza olunacağını” söylüyor (Ebu Davud, “Fiten”, 7). Dolayısıyla gerek bu tür müjdeler gerekse deprem vesilesiyle müminlerin intibaha gelmesi, gönüllerin duaya durması, insanlarda yardım duygularının tavan yapması, tüm toplum kesimlerinin maddi-manevi dayanışma içine girmesi vb. durumlar açısından depremin rahmet boyutu gözlemlenmektedir.
Sonuç olarak Allah’ın fiziki aleme koyduğu sebepler çerçevesinde gerçekleşen deprem, o sebepleri harekete geçiren ilahî İrade ve Kudretin eseri olup, içinde insanları hem fiziki aleme koyduğu kurallara hem peygamber ile gönderdiği dini esaslara uyma konusunda uyarıcı nitelik taşıdığı gibi zayi olan malların sadaka, ölenleri şehitlik makamına ulaştırması açısından da rahmet cilveleri ihtiva ediyor.
DEPREM KADER MİDİR?
Bazı kişi ya da çevreler “deprem kaderdir” derken bazı kişi ve çevreler “deprem kader değildir” demektedir. Burada belirleyici olan husus “kader” ile ne kast edildiğidir. Bazı sorumlular, meslek kuruluşları veya müteahhit ya da mühendisler Allah’ın fiziki aleme koyduğu prensipleri dikkate almamaktan kaynaklanan yanlışlarını yahut ihmallerini perdelemek için “kader” kelimesini kullanıyorlarsa elbette bu doğru olmaz ve kadere bir tür bühtan olur. Oysa kader Allah’ın ezeli ilminin gereği olarak, Onun olmuş ve olacak her şeyi önceden bilmesi ve yazması olarak (Hadid 57/22) anlaşılmalıdır. Resul-i Ekrem (asm) da kadere imanı -kelâm alimlerin yorumu ile- yaratma açısından hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna (irade ver tercihte bulunma açısından kul mercidir) inanmaktır” şekline açıklamıştır (Müslim, ‘İman”, 1). Bu açıdan bakıldığı zaman fert ve toplum olarak başımıza gelen her olay gibi deprem de elbette kaderdir, demek gerekmektedir.