1970 senesinde Risale-i Nurlarla müşerref olunca, benimle aynı senede “Nurcuların, dünyadaki tek gazetesi” olan Yeni Asya da, neşir hayatına başlamıştı.
Tabiî, bizim içtimaî cihetimiz, sosyal yönümüz de olduğundan, Ankara Yeni Asya’nın Kediseven sokaktaki bürosuna da gidip gelmeye başlamıştık.
Bazıları, gazete hizmetlerine burnunu kıvırıyordu ama biz, gazeteye hizmetin, aynı zaman da, Nurlara hizmet olduğunu idrak ediyorduk. Bir de, o senelerde, Nurlardan da, Üstaddan da bahsetmek, kanunsuz olarak suç olduğundan, gazetemiz o hizmetleri matbuat lisanıyla güzel yapıyordu.
O zamanlar, büro şefi Abdullah Lelik idi. 1972 senesinde MSP ve de Millî Gazete piyasaya çıkınca, Lelik, bizden ayrılıp, oraya geçmişti. Kısa bir müddet boşluk olsa da, hemen A. Ergün Bedük (Ekrem abi) gazetenin, Ankara temsilcisi olmuştu. Biz artık, gazetenin, her türlü hizmetine koşuyorduk. Serde, şairlik ve muharrirlik de olduğundan, yazmaya da başlamıştık.
İşte o günlerde, gidip- gelirken, Mehmed Şirin ağabey ile tanışmıştım. O, daha ziyade, o zamanlar Ankara’da gece basılan Yeni Asya’nın, baskı takip ve Anadolu’ya sevk işlerinin mes’ulüydü. Çok muhterem, sessiz bir ağabeyimizdi. Benden 4 yaş büyüktü. Aslında Vanlı idi ve Ankara’daki Türkiye’nin tek İlâhiyat Fakültesi’nde okuyordu. Ekrem ağabey bazen “Şiriiinn!” diye onu çağırırdı, tebessüm ederdik. Kendisi, İlâhiyatçı olduğundan, bana Arabca’da “O” harfi olmadığından dolayı “Usman” derdi. Konuşur, şakalaşır, lâtifeleşirdik.
Bir gün Ekrem abi bana, Mehmed Şirin ağabeyin tek başına matbaada zorlandığını söyleyip, benim de ona yardım etmemi teklif etti. Hizmet olduğu için, hemen kabul etmiştim.
Artık, akşamları Ankara’nın basın merkezi Rüzgârlı Sokak’ta, solcuların Halkçı Matbaası’nda, Yeni Asya’nın, Ankara baskısını yapıyorduk. Bana yapılacak işleri tarif ediyor, o zamanlar rotatifle basılan gazetelerin işleyiş merhalesi; İstanbul’dan tayyare ile gelen matrislerin, Esenboğa havaalanından aldırılıp, matbaaya getirilmesi, matrislerin kontrol edilerek makiniste teslim edilmesi, gazete basıldıktan sonra da, Anadolu’ya sevk işlerini temin ediyorduk. O zamanlar gazetemiz, 6 veya 8 sayfa olarak basılıyordu.
Aynı matbaada; Yeni Asya, Yeni Ortam, Millî Gazete gibi, bir kaç gazete daha basıldığından, herkes gazetesinin, bir an evvel basılıp, sevkiyatı ile uğraşıyor, matbaada, koşuşturmalar ve hummalı bir faaliyet gözüküyordu. Bazı akşamlar bize yardım için; Necâti Yılmaz ağabey ile M. Lütfi Taşçı kardeşim de geliyordu.
Anarşinin kol gezdiği o günlerde, bir akşam matbaaya, AÜ. Siyasal Bilgiler, Basın-Yayın yüksek okulu talebeleri, gazetelerin basım işini yerinde görmek için matbaaya gelmişlerdi. Tabiî, ortalık çok karışmış, elimiz ayağımız dolaşmıştı. Neyse, talebeler gitti. Basılma sırası bize gelmişti. Makinist, “Yeni Asya!” diye bağırıp, matrisleri istedi verdik. Şöyle bir kontrol etti, “5. Sayfa nerede?” dedi. “Verdik ya Mehmed usta!” dedik. Bir parmağı kesik olan Mehmed usta, üç parmağını kaldırıp, “Hani yok!” dedi. Şirin abi ile ben şaşırmıştık. Hâlbuki, matrisler gelince, ikimiz de kontrol etmiştik, tamamdı. Nasıl yok olabilirdi ki? Sonradan anladık ki, oraya gelen solcu talebeler, çalıp, yok etmişti. Hem de, öyle bir şuurlu şekilde yapmışlardı ki, 6 sayfalı gazetelerde 5, 8 sayfalı gazetelerde de, 7. sayfalar, 1. sayfadaki haberlerin, devam sayfasıydı. Onu çalmışlardı. Orta sayfalar olmasa iş kolay, önceki günlerden, bir orta sayfanın matrisini verir, gazeteyi bastırırdık. Ama bu şekilde, gazete basılamamıştı. Ve ertesi gün, Anadolu sevkiyatı da yapılamamıştı. Şirin abi benim yüzüme baktı, ben onun yüzüne. Neredeyse ağlayacaktık, çok üzülmüştük. Biraz sonra, Cumhuriyet gazetesinin solculuğunu bile beğenmeyen, Yeni Ortam gazetesi temsilcisi geldi. Çok üzüldüğünü söyledi ve: “Yahu, Türkiye’de, solda Yeni Ortam, sağda da, Yeni Asya var! Eğer, Yeni Asya basılamadıysa, sağda gazete yok demektir!” demişti. Tabiî biz buna, gazetemiz cihetinden sevinmiştik. Ama Millî Gazetenin temsilcisi, “Gazeteniz basılamamış ha!” deyip, bıyık altından gülüp, “Geçmiş olsun!” dememişti.
Neyse, seneler sonra, M. Şirin Arvas’ın izini kaybettim. Bazı Vanlı arkadaşlara sorduysam da, bir netice alamadım. Bir kaç sene önce, bir emlâkçı ile işimiz oldu. Baktım soyadı “Arvas” Vanlı olduğunu öğrenince, M. Şirin ağabeyi sordum. “Akrabayız abi!” dedi. Telefon numarasını sordum, varmış, verdi. Ve hemen aradım, ikimiz de, nasıl sevindik. Müftülük yapmış, emekli olmuş, Van’a yerleşmiş. Oğlu Muhammed kardeşin de, Bursa’da çalıştığını, bazen geldiklerini söyledi.
Ve bir gün beni arayıp, Bursa’ya geldiğini söyleyip, buluştuk. Seneler sonra, birbirine kavuşan kardeşler gibi, nasıl sarıldık, muhabbet ettik. Mütemadiyen görüşüyorduk.
Geçtiğimiz senelerde beni aradı: “Osman kardeş, benim kanımda bir rahatsızlık oldu, hâlledemediler, Ankara’daki bir hastahaneye geldim, orada tedavi oluyorum, dua buyurun!” dedi. Ara sıra, kan ihtiyacı oluyordu. Ben de, Ankara’da bulunan eski arkadaşlara haber veriyordum. En son, geçtiğimiz Cum’a günü, Muhammed kardeşten, şu mesaj geldi: “Selâmun Aleyküm, Hayırlı Cumalarınız olsun. Babam için kan ihtiyacımız hâsıl oldu. Ankara’da bulunan tanıdıklarınıza paylaşım yapabilir misiniz? Allah razı olsun.”
Biz de, derhal arkadaşlara o mesajı yollayıp, tekrar, Şirin abiyi aradık. Şükrediyordu. Dua etti, dua bekledi.
21 Ağustos 2024 Çarşamba sabahı vefat eden, yine eski Nur talebelerinden Yakub Gökçel ağabeyin cenazesine; Ömer Tuncay, Ali Vapurlu, Ahmed Özdemir ve Mehmed Yılık ile beraber gitmiştik. Dönüşte, arabada iken, Vanlı İsmail Öngel kardeşimizden, M. Şirin ağabeyin vefat haberi geldi. Hemen oğlu Muhammed kardeşten, teyid ettirdim. Üzüldük. Allah, hem Mehmed, hem de Yakub ağabeylere rahmet eylesin! Makamları, mekânları cennet olsun! Akrabalarının ve câmiamızın, başları sağolsun!