Mevsimlerin sultanı, çiçeklerin renk cümbüşü, kokuların miski amber olduğu, hüsnü sanatın en muhteşem sergisidir, bahar. Kalplerin sevgiyle coştuğu, kanın delicesine aktığı mevsimdir bahar. Ne kadar güzel değil mi? Tarifsiz bir sevinçle, neşeyle mutlulukla doluyor. Allah’a çok şükür ki, bize bu hissiyatları vermiş.
İstanbul da vapurda giderken o eşiz muhteşem, güzelliklerin tadına varmaya, içime sindirmeye çalışıyordum. Çok güzel bir bahar günü ve güneş sımsıcak nurani ışıklarını, her bir dalganın üstünde elmas gibi pırıl pırıl parıldayarak, görmeyen gözlere bile gösteriyordu. İçimizi, hayatımızı, maddî-manevî, karanlıklarımızı aydınlatmaya devam edercesine en derin kuytulardaki yaslı, hüzünlü, mahzun kalbimize ilâç gibi devâ oluyor, nur oluyordu. Güneş sabahlarımıza doğduğunda güne daha bir başka hevesli, mutlu başlıyorduk. Masmavi bir gökyüzünde bize martılar da eşlik ediyor, tefekkür karesinde beni de çizin der gibi yarışıyordu.
Tüm güzellikleri sanatla yaratan Rahman ve Rahim olan Allah’ım, her an, saniye saniye değişen bir resim çiziyor. Başımı ne tarafa çevirsem, anında resim karesi değişiyor. Sanki hızlı bir film şeridi gibi. Hangi ressam bu resmi bu kadar güzel, bu kadar canlı değiştirebilir? Tefekkür etmek için o kadar çok nedenimiz var ki. Ya hiçbir şey bilmeden hissetmeden, hayatın rengini görmeden, baktığımız bir bahar dalında yıllar öncesindeki anılara gidip o anın kokusunu, tadını, yaşadığımız acı tatlı biriktirdiğimiz anıları kalbimizin en derinliklerinde hissetmeyi bilmeden, yaşasaydık. Ne kadar kötü olurdu değil mi?. Çok şükür Allah bize bu güzellikleri görmeyi, hissetmeyi, anlamayı nasip etmiş. Hamdüsenalar olsun, şükürler olsun.
Bahar sabahlarını çok severim. O kadar güzel olur ki. Erkenden hareketlenen çarşılar, pazarlar, sabah serinliğinde toz kalkmasın diye ıslatılan dükkân önlerinden, havaya dağılan toprak kokusu. Ve sabah ekmek fırınlarından yayılan taze ekmek kokuları. Ara sokaklardan geçerken evlerden duyulan çay karıştırma sesleri. Aç olmasan bile bu taze ekmek ve çay kokusu insanın iştahını açacak derecede güzel. En güzel müzik namelerine taş çıkartacak değerde kuş cıvıltıları, bülbül sesleri çınlatır paslı kulaklarımızı. Akasyaların, Leylakların, Erguvan ağaçlarının, havaya dağılan mis gibi kokuları. Cennet bahçesinde geziyormuş gibi gelir insana. Eğilirsin bir tutam koparmak için, ama kıyamazsın “Daha beni yaratan Allah’ıma zikrim bitmedi” Der gibi bakar, koparamazsın dalından. Salâvatlarla koklarsın, sübhanallah, barekaallah, maşallah der bırakırsın.
Çok güzel bir Nisan günü; arkadaşlarla güzel bir gezintiden sonra öğleye doğru biraz dinlenmek ve öğle namazını kılmak için cami avlusuna girdik oturduk. Bahçe kocaman çam ağaçlarıyla ve çam ağaçlarına sarılmış onların boyunu aşan sarmaşıklarla, yeşillikler içinde baharın güzelliklerini taşıyan bin bir çiçekle bezenmişti. Bankta otururken öğlen namazını bekleyen nur yüzlü dedelerle doluydu. Cami avlusunda dinlenirken, içimden şöyle bir şey geçti. O gün sıcak bir gün olmasına rağmen caminin bahçesi o kadar serindi ki. Ama bununla birlikte avlusundan çıkıp ta, caddeye yürüdüğünde birden sıcaklığı duyuyorsun, iki farlı kutup gibi. Ve kalabalıkta koşuşturan insanlar... Bir yanda cennet bahçesi, bir yanda cehennem gibi hissettim. Bunun tercihini de bize bırakmış güzel Allah’ım. Bitmeyen dünya telaşında cennet bahçesi hükmünde olan cami avlusuna girmezsen 24 saatten bir saatini ahiret için harcamazsan, daha çok dünya telaşında çok koşuşturup durursun. Aslında namazlarımız bizim için birer dinlenme yerine de geçtiği için, bedenimiz ruhumuz da kısa bir tatil yapıyor.
“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer dünyevi mubah amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.”*(1)
Ağaçlar bile dallarını gökyüzüne doğru çevirmiş, tefekkürlerini, ,dualarını yapıyorlar. Biz yaratılmışların en üstünü olarak gözümüzün önünde olan güzellikleri görmüyoruz, görmezden geliyoruz. Sanki güneş her gün doğmak zorunda. Yağmur yağmak zorunda. Bahar gelince çiçekler zamanını hiç şaşırmadan aynı renkte aynı kokuda açmak zorunda. Bunlar kendiliğinden olmuyor onlara hükmeden bir İlah, bir Sultan var.
“Şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder.” .*(2)
Cenab-ı Allah bunların farkına varmayı, çiçeğin yaprağın arkasını görmeyi yaratanı tanıyıp bilmeyi, ezan sesini duyurmayı, namazın duanın zevkine varmayı, hakiki kul olmayı nasip etsin inşallah.
Baharın güzelliklerini, çiçeklerin o muhteşem renklerini kokularını, yeşille bezenmiş ağaçlarını uzun uzun seyrettik. Namazlarımızı kıldık. Kalabalığın içindeki, o yeşille bezenmiş huzurlu sessizlikten istemeyerek de olsa ayrıldık. Kalabalıkların omzunda sessizce gidenin arkasından fatiha gönderdik. Bizleri ibadetimizi, tesbihimizi, duamızı ve tefekkürümüzü yaptıktan sonra; Dünya da misafir olduğumuz gibi oradan da misafir olarak ayrıldık.
“Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu mucidine fedâ et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. *(3)
Kalpleriniz, gözleriniz ve gönülleriniz güzelliklerle dolsun. Allah emanet olun.
Dipnot:
1. Sözler, on yedinci söz
2. Sözler, otuz üçüncü söz
3. Mesnevi-i Nuriye, habbe