Jacinda Ardern adını ve onun liderlik becerilerini, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde 15 Mart 2019’da 51 kişinin öldüğü 49 kişinin yaralandığı El Nur Camisi ve Linwood İslam Merkezi’ne gerçekleştirilen terör saldırısı sırasında kadın başbakan olarak kriz yönetiminde gösterdiği samimi ve demokrat çabalarıyla öğrendik.
Bu saldırıda Tarrant adındaki Avusturalyalı terörist; ırkçı, yabancı düşmanlığı ve islamofobik düşüncelerle bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ifade etti.
Müslüman cemaate verdiği desteği başörtülü fotoğraflarla gösteren ve başsağlığı dileyerek başladığı faaliyetlere hemen hergün barış ve birliktelik mesajı vererek sürdüren Jacinda Ardern, ülkesinde üst düzey bağımsız soruşturma komisyonunu devreye sokarak, otomatik silahlara kolay erişim dahil olmak üzere “biz nerde hata yaptık” sorularına kapsamlı cevaplar bulmaya ve çözümler üretmeye çalıştı. Tüm bunları yaparken de içtenliği ve samimiyeti gözlerden kaçmadı.
Jacinda Ardern, Güney yarımkürede güney pasifik adaları arasında Avusturalya’nın 2000 km doğusunda bir adalar ülkesi ve İngiliz Milletler Topluluğunun bir üyesi olan Yeni Zelanda’nın Hamilton şehrinde 1980 yılında doğdu. 2017 yılında yapılan genel seçimlerde 37 yaşında en genç kadın başbakan oldu.
Başbakanlığı döneminde yaşanan; terör saldırıları, covid salgını, yanardağ patlamaları sırasında gösterdiği yumuşak, empatik ve şefkatli liderlikle kaba ve nobran liderlerin olduğu bir dünyada yönetimi boyunca insan odaklı bir yönetim sergiledi.
200’den fazla etnik grubun 160’dan fazla dilin konuşulduğu Yeni Zelanda’da 51 Müslümanın katliyle sonuçlanan terör saldırılarını, ırkçılık ve nefret suçu kapsamında değerlendirdi ve küresel çapta yaptığı çağrı ile de ırkçı, faşist, etnik kimlik siyaseti ve sığınmacı karşıtlığı ile mücadele için işbirliği talebinde bulundu.
En az bunlar kadar önemli bir nokta daha var ki iktidarı sürdürebilecek imkanları olmasına rağmen , “herşeye rağmen iktidarda kalmak” gibi bir talebinin olmamasıydı. Kendi rızasıyla ikinci defa başbakan olmayacağını deklere etti. Kendi ağzından gerekçelerini dinleyelim: “Elimizden gelen her ne ise, onu elimizden gelebildiği kadar yaparız. Sonra bir gün yoruluruz, depo boşalmıştır. Artık verebilecek bir şeyimiz kalmamıştır. İşte o zaman gitmek gerekir. Artık gitmem gerekir, çünkü bu ülkeye daha fazla bir şey veremeyeceğimi hissediyorum. Kalırsam ülkeme kötülük etmiş olurum.”
Erdemli bir o kadar da demokrasinin ruhuna uygun bu davranışlar bizim siyasi hayatımızda göremediğimiz bir tablodur. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki parti devleti uygulamasında önce ebedi şef, arkadan gelen milli şef olarak ölünceye kadar hem partinin hem de ülkenin başından ayrılmak istemediler. Sonrasında ihtilalci generaller darbelerle iktidarlarını ve fikriyatlarını hakim kılmaya çalıştılar. Siyasi parti liderlerinin birçoğu da yaşlılık ve sağlık sorunlarına rağmen liderlikten çekilmediler.
Otokratik yönetimlerde, yönetim sisteminin adı Cumhuriyet de olsa, yönetim ya babadan oğula geçer, Azerbaycan ve K. Kore’de olduğu gibi. Ya da ölünceye kadar iktidarda kalmak için anayasa değişiklikleri ile iktidarlarının ömrünü uzatma hesabı yaparlar Rusya gibi. Bunun için Jacinda Ardern örneği yumuşak liderlik ve hizmetkar yöneticilik için ilham alınacak iyi bir örnektir.