Zenginler mallarını Allah yolunda harcamakla yükümlüdürler. Allah, rızası için verene mükafat vaad etmiştir.
Fî Sebilillah” Allah yolunda olmak demektir. Allah rızasını kazandıran her amel Allah yolunda olmak anlamına gelir. Peygamberimiz (asm) “Kim Allah’ın dinini yüceltmeye çalışıyorsa o Allah yolundadır.”1 buyurmuşlardır. Allah’ın dinini yüceltmek ise imanı kalplere ve gönüllere hâkim kılmak, akıllara kabul ettirmek için çalışmak, Allah’ın farz kıldığı şeyleri yapmaya ve haram olanları yasaklamaya çalışmaktır. Farzları ikame etmek, haramlardan vazgeçirmeye çalışmak da Allah yolunda olmak demektir.
Allah yolunda olmak hidayet ve istikamet üzere olmaktır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Emr olunduğunuz gibi dosdoğru olun!”2 ferman eder. Peygamberimiz (asm) bu emrin şiddetinden dolayı “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı” buyurdular.3 Peygamberimizi (asm) ihtiyarlatan ve saçlarının ağarmasına sebep olan kendi istikametinden endişe etmek değil, ümmetinin istikamet üzere gitmesi endişesi idi. Çünkü âyetin devamında “İman ve tövbe ile Allah yoluna girenlerin dosdoğru olmaları ve aşırılıklardan kaçınmaları”4 açıkça ifade edilmektedir. Her aşırılığın zulüm ve haksızlıkla sonuçlanacağı gerçeğini de nazara veren yüce Allah devam eden âyette ise “Zalimlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; aksi takdirde cehennemin dehşetli azabı size dokunur”5 buyurarak aşırılığın zulmü, zulmün ise Cehennem azabını netice vereceğini ifade eder.
Aşırılık Kur’ân-ı Kerîm’de “Fısk” olarak ifadesini bulur.6 Gerçek istikamet akıl, şehvet ve öfke duygularının istikameti olan “Hikmet, Şecaat ve İffet”ten ortaya çıkan “Adl ve Adalet” tir. Bunu sağlamaya çalışan “İlim ve Hikmet” erbabı gerçekten Allah yolunda olanlardır.
Malı Allah Yolunda Harcamak
Zenginler mallarını Allah yolunda harcamakla yükümlüdürler. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Malını Allah yolunda Allah rızası için harcayıp, kim Allah’a güzel bir borç verirse Allah onun karşılığını kat kat verir”7 buyurur. Bir başka âyetinde ise malını Allah yolunda harcayana yedi yüz misli vereceğini güzel bir misalle anlatır. “Mallarını Allah yolunda harcayanların hali bir buğday tohumuna benzer ki, ondan yedi başak sümbüllenir; her bir başakta da yüz tane vardır. Allah dilediği kimseye yaptığı hayır ve iyiliğin karşılığını böyle kat kat verir”8 buyurarak Allah yolunda mücadele için harcanan mala yedi yüz misli mükâfat vereceğini vaat etmiştir.
Sadaka olarak verilen malın karşılığı bire on iken dine ve imana hizmet için harcanan malın karşılığı bire yedi yüzdür. Peygamberimiz (asm) de “Allah yolunda dine hizmet için bir şey infak edene Allah yedi yüz misli arttırır”9 buyurarak bu âyeti izah etmiştir.
Allah İçin İlim Öğrenenler Allah Yolundadırlar
Peygamberimizin (asm) görevi Kur’ân’ı ve sünnetini inananlara öğretmek olduğu gibi, peygamberden sonra da bu görevi yapanlar da peygamber varisi olan bilginlerdir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sizler Allah’ın kitabını okuyup okutan, öğrenip öğreten Rabbaniler ve halis kullar olun.”10 Âyet-i Kerimede ifadesini bulan “Rabbaniler” den maksadın “Allah’ı bilen, insanlara öğreten, Rablerine bağlı ilim sahipleri” olduğunu müfessirler belirtmişlerdir. Eğitim ve öğretim olmadan din olmaz. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Âlimin mürekkebi şehitlerin kanından üstündür”11 buyurdular.
Yine Peygamberimiz (asm): “İlim öğrenmek namazdan oruçtan, hacdan ve Allah yolunda savaşmaktan daha faziletlidir.”12 “İlim öğrenin, ilmin tahsili Allah korkusu verir, İlmi öğrenmeyi istemek ibadettir. İlmî müzakere Allah’ı tesbih etmektir. İlimden bahsetmek cihaddır.”13
“İlimle cihad mı üstündür, silâhlı savaş mı daha üstündür?” şeklindeki bir suale İslâm bilginleri şöyle cevap verirler: “İlimle cihad asıldır. Silâhla cihad ancak malı korumak, namusu korumak, dini düşmanın tasallutundan korumak, nefsi müdafaa için mütecaviz zalimlere karşı devlet eliyle yapıldığı için ilmi cihadın fer’i sayılır. Eğitim ve öğretime dayalı bir din olmazsa, din için savaşın bir anlamı kalmaz. Cihad ancak ilim üzerine bina edilir.”14 Bundan dolayı elbette ilimle cihad savaştan üstündür. Yüce Allah “Herkesin savaş için çıkması gerekmez. Bir kısım insanlar geride kalarak dini öğrenip öğretsinler”15 buyurur. Bunun için İslâm dünyasında “İlmiye Sınıfı” askerlikten muaf tutulurdu.
İlmin başı Allah’ı bilmektir. İlmin amacı da Allah’ı tanımak ve tanıtmaktır. İnsanın yaratılış amacı da budur. Bu amacı geçekleştirecek olanlar ise ilim adamlarıdır. Gerçek âlimler de bunlardır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde: “Allah’ın varlığına ve birliğine Allah şahittir. Melekler de adaleti ayakta tutmaya çalışan iktisatlı, dengeli ilim sahipleri de buna şahittirler”16 buyurur.
Allah’ın birliğine şahit olan ve Allah’ı tanıyarak tanıtan ilim sahiplerinin dereceleri Allah katında çok yüksek olduğu gibi, Allah onların derecelerini toplum içinde de yücelteceğini ifade etmektedir.17 Onların yücelmelerinin sebebi Allah’ı tanımları, bunun alâmeti de onların Allah’tan korkmalarıdır. Bunun için yüce Allah “Allah’tan gerçekte âlimler korkar”18 buyurmuştur.
Peygamberimiz (asm) “İlmi bir meseleyi öğrenmek yüz rekât nafile namaz kılmaktan hayırlıdır.”19 “İlimden bir meseleyi öğrenmek tüm dünyadan daha hayırlıdır”20 buyurur. Bu sadece ibadet ve ahlak hakkında olmamak gerektir. Allah’ın zat, sıfat ve esmasına ait imanî bir meselenin öğrenilmesi, imana dair bir şüphenin giderilmesi ilmin aslı ve esasıdır. İbadet ve ahlâk da bu imana bağlıdır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîmde: “İnsanları Allah’ın yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et, onlarla en güzel şekilde mücadele et”21 emreder. Bunun da insanlara “Kitabı ve hikmeti öğretmek”22 şeklinde olduğunu belirtir. “Ben müslümanım diyerek insanları Allah’a davet eden ve salih amel işleyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”23 buyurur.
Peygamberimiz (asm) Yemen’e gönderdiği Muaz b. Cebel’e (ra) hitaben “Senin davetinle bir kişinin iman ederek hidayete ermesi bütün dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır”24 buyurmuştur. Yine “Sizden birinizin Allah yolunda çalışması evinde yetmiş sene namaz kılmasından hayırlıdır. Allah-u Teâlâ’nın sizi mağfiret etmesini ve cennete koymasını isterseniz Allah yolunda cihat ediniz”25 buyurdular.
Allah yolunda cihadın en mükemmeli ilim öğrenmek, bilhassa iman ilminde derinleşmek ve öğrendiklerini başkaları ile paylaşmaktır. İlmi öğrenmek “Cihad” başkaları ile paylaşmak ise “Tebliğ”dir. Peygamberimiz (asm) “Allah, melekleri ve yer gök ehli, hatta yuvalarındaki karıncalar ve denizin dibindeki balıklar dahi insanlara hayır ve iyiliği öğretenlere salât yani dua ederler”26 buyurur.
Ashab-ı Suffe Örneği...
Tebliğ ve cihad vahiyle ve ilimle başlamıştır. Mekke döneminde “Daru’l-Erkâm” ile başlayan eğitim ve öğretim faaliyeti Medine’de “Mescid-i Nebevî”de devam etmiştir. “Eshab-ı Suffe” burada kalan yatılı öğrencilerden oluşmaktaydı. Daha sonra İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Mâlik, Hasen-i Basrî gibi büyük bilginler hep mescitlerde talebe yetiştirmişlerdir. Zamanla camilerin yanına Mektepler inşa edilerek cami ibadete ve yanındaki mektepler ve medreseler de eğitim ve öğretime tahsis edilerek birer külliye haline getirilmişlerdir.
“Ashab-ı Suffa” Mekke’deki “Daru’l-Erkâm”ın vazifesini görüyordu. Burada kendini ilme vermiş, ne ticaret ve ne de ziraat ile meşgul olmayan sahabeler vardı. Kur’ân’ı öğrenir ve Peygamberimizin (sav) sohbetleri ile kendilerini yetiştirirlerdi. Feragat ve fedakârlık örneği olan ve kendilerini ilme veren bu sahabeler çoğu zaman oruç tutarak idare ederlerdi. Peygamberimizin (asm) Medine’de bulunduğu süre içinde eğitim alan sahabelerin toplam adedi 500’ü geçtiği rivayet edilmektedir.
Suffe ehli de son derece ihtiyaç ve zaruret içinde olsalar da izzet ve şereflerini, iffet ve vakarlarını koruyarak başkalarından bir şey istemezler ve dağdan sırtlarında odun taşıyarak, zengin ve varlıklı kimselerin Müslüman ve Yahudi ayırmaksızın işlerini yapar ve ücretlerini alın teri ile alırlardı. Bunun için yüce Allah onları Kur’ân’da övmüş ve Bakara Sûresi 273 âyeti onlar hakkında nazil olmuştur.27
Suffe ehli gündüzleri mescidde ilim ve ibadetle meşgul olur, suffeyi de müzakere meclisi ve yatakhane olarak kullanırlardı.28 Bu sahabelerin öğretmenleri de Abdullah b. Mesut (ra) Ubey b. Kaab (ra) Muaz b. Cebel (ra) Ebu’d-Derdâ (ra) Ubâde b. Sâmit (ra) gibi meşhur âlim sahabelerden oluşmaktaydı. Sahabeler içinde binden fazla hadis rivayet eden ve “Müksirûn” unvanına lâyık olan meşhur yedi sahabenin üçü olan Ebu Hureyre (ra) Abdullah b. Ömer (ra) (Hz. Ömer’in oğlu) ve Ebu Said el-Hudrî (ra) bu mektebin talebelerindendir.
Peygamberimiz (asm) burada kendini yetiştiren elemanları çevre kabilelerden talep edenlere muallim ve mürşit olarak gönderirdi. Raci’ ve Bi’r-i Mâune de kalleşçe pusuya düşürülerek şehit edilen 70 (yetmiş) “Kurra” sahabe böyle bir göreve giderken şehit olmuşlardır.
Suffe ehlinin ihtiyaçları ile Peygamberimiz (asm) bizzat ilgilenir ve kendisine gelen sadaka ve zekâtları onlara ayırırdı. Ashabın zenginlerine de yardımcı olmalarını tavsiye ederdi. Ayrıca sahabelerine suffe ehlinden götürebilecekleri kadar misafir almalarını da tavsiye ederdi. Onun için bunlara ayrıca “Edyâfu’l-Müslimîn” denirdi.29 Buhari’nin nakline göre Peygamberimiz (asm) “İki kişilik yiyeceği olan Ashab-ı Suffeden bir üçüncüsünü götürsün, dört kişilik yiyeceği olan bir beşincisini götürsün” buyurmuş, Hz. Ebubekir (ra) üç kişiyi, Peygamberimiz (asm) de on talebeyi alarak evine götürmüştür.30
Eshab-ı Suffa’nın geçimini Peygamberimiz (asm) üslenmiştir. Suffenin gelirleri sahabelerin zenginlerinden aldığı zekât, sadaka ve diğer bağışlardan oluşurdu. Çünkü bu sahabeler ne ticaretle ve ne de bir san’atla meşgul olmadıkları için para kazanamazlardı. Suffe’nin önde gelen talebelerinden en çok hadis rivayet eden Hz. Ebu Hureyre (ra) şöyle der: “Benim çok hadis rivayet etmem, Ensar’ın (ra) ziraat ve ticaret ile meşgul oldukları halde benim sadece Peygamberimizin (asm) sözlerini ve nasihatlerini öğrenmekle meşgul olmamdandır.”31
Peygamberimiz (asm) sahabelerin Suffe için verdikleri zekât ve sadakaları onların şahıslarına vermez, müessese namına alır ve Suffe’de bulunan sahabelerin maişetleri için harcardı. Zaman zaman onlarla sohbet eder, yaptıkları hizmetin Allah katında makbul olduğunu belirtir ve önemini şu sözlerle ifade ederdi. “Şayet sizler kendiniz için Allah katında neler hazırlandığınızı bir bilseniz, yoksulluğunuzun artmasını ve ihtiyaçlarınızın çoğalmasını isterdiniz.”32
Peygamberimiz (asm) Eshab-ı Suffe’ye o derece değer verir ve ilgilenirdi ki kendi hâne-i saadetlerini ihmal eder, önce onların ihtiyaçlarını gidermekle uğraşırdı. En değerli kızı Hz. Fatıma (ra) el değirmeni ile un öğütmekten yorulduğu için Peygamberimizden (asm) bir köle ve hizmetçi istemesi üzerine “Kızım, sen ne diyorsun? Ben henüz Ehl-i Suffe’nin ihtiyaçlarını karşılayarak yoluna koyamadım” diyerek isteğini reddettiği meşhurdur.33
Dipnotlar:
1- Buhari, Cihad, 4:51; Müslim, İmaret, 3:1513; Tirmizi, Fezail-i Cihad, 4:179
2- Hud, 11:112
3- İbn-i Kesir, Tefsir, 2:451 Tirmizi, Tefsir-i Sure, 56:6
4- Hud, 11:112
5- Hud, 11:113
6- Bakara, 2:26–27
7- Bakara, 2:245
8- Bakara, 2:261
9- Müslim, İmaret, 1892; Tirmizi, Sünen, Cihad, Fî Sebilillah infak babı, 3:90; Nesai, Cihad, 6: 49; İbn-i Hibban, Sahih, 396; Hâkim, Müstedrek, İnfak, 2:87; Müsned-i Ahmed, 4:345
10- Al-i İmran, 3:79
11- Gazali, İhya, 1: 6
12- Kenzü’l- Ummal, Hadis no: 28615
13- Gazali, İhya, 1: 11
14- Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, 3:119
15- Tevbe, 9:122
16- Al-i İmran, 3:18
17- Mücadele, 58:11
18- Fatır, 35:28
19- İhya, 1:27
20- İhya, 1:27
21- Nahl, 16:25
22- Al-i İmran, 3:48
23- Fussilet, 41:33
24- Ebu Davut, İlim, 10; Müslim Fedail, 34
25- İmam Nevevi, Riyazu’s-Salihin, 2:537
26- İhya, 1:34
27- Kurtubi, El-Câmiu’l-Ahkâmü’l-Kur’an, 3:340 (Bakara Suresi, 273)
28- Ebu Davut, Büyu’, 36
29- Buhari, Rikak, 17
30- Tecrid-i Sarih, 2:540
31- Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, 7:47
32- Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 2:941
33- İbn-i Saad, Tabakat, 8:25
“Sen çalış ben yiyeyim” düzenine karşı Kur'an ve Risale-i Nur'daki uyarılar!
Sa’y (emek) ile sermaye nasıl barışır?
Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur? Evet, vücub-i zekât [zekâtın verilmesi] ve hurmet-i riba [faizin haramlığı], karz-ı hasen [faizsiz verilen borç] şerait-i sulhiyedir [barış şartlarıdır]. Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513
Şu âlemin ihtilâli nedir?”
“Sa’yin sermaye ile mücadelesidir.”
“Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?”
“Evet, vücub-i zekât ve hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.”
Devamını okumak için tıklayınız:
http://www.yeniasya.com.tr/gundem/sen-calis-ben-yiyeyim-duzenine-karsi-kur-an-ve-risale-i-nur-daki-uyarilar_395450