24 Mayıs Cumartesi günü öğle vakti, merkez üssü Gökçeada açıkları olarak belirlenen ve 40 saniye boyunca devam eden 6.5 büyüklüğündeki deprem esnasında, Kocaeli Kitap Fuarındaki “Bir arada yaşama prensipleri” konulu seminer programındaydık.
İkinci kattaki seminer salonunda yapılan toplantıda, toplumda bir arada yaşama iradesini oluşturup güçlendiren en önemli dinamiklerden birinin hak ve adalet olduğunu; haksız, adaletsiz ve keyfî uygulamaların bu iradeyi zayıflattığını örneklerle anlatırken, sarsıntıyı hissettik.
İlk anda, yoldan geçen ağır kamyonların sebep olduğu malûm ve rutin sallantılardan biri olduğunu düşündük. Ancak sarsıntı uzunca bir zaman devam edince öyle olmadığı anlaşıldı.
Hayli şiddetli bir deprem oluyordu...
O anları dinleyicilerle birlikte yaşadık. Sonrasında gelen ilk bilgiler, merkez üssünün Soma olduğu yönündeydi. Ama bilâhare bu haberin doğru olmadığı, merkezi Gökçeada açıklarında olan fay hattının hareketlenmesiyle Marmara, Ege ve Akdeniz’le Yunanistan ve Batı Trakya’da hissedilen bir zelzele meydana geldiği anlaşıldı.
Bu sarsıntı, çoktandır beklenen büyük İstanbul depreminin öncüsü ve habercisi mi; ondan bağımsız bir olay mı; uzmanları tartışadursun.
Biz bu hadiseye de “yeni bir İlâhî ikaz” olarak bakıyor ve bu ikazı davet eden manevî sebeplerin çok daha dikkatli bir şekilde tahlil edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Tıpkı 17 Ağustos 1999 depremi ve 13 Mayıs Soma maden faciası gibi...
Ki, 17 Ağustos depreminin merkez üssü olan Gölcük’e çok yakın bir mekânda hissettiğimiz son sarsıntı, ister istemez, hepimize, yaklaşık 15 sene önce yaşanan o büyük felâketi hatırlattı.
O zaman bu afeti “İlâhî ikaz” olarak niteleyip bu ikazı 28 Şubatçıların zulüm ve haksız uygulamalarıyla irtibatlandırdığımız için hışımları üzerimize çekmiş; DGM’lerde yargılanıp mahkûm edilmiştik. Ve Mehmet Kutlular, sırf bu sebeple tam 276 gün hapis yatmak zorunda bırakılmıştı.
Şimdi de yer yer 28 Şubat’ı hatırlatır boyutlara ulaşan keyfî ve hukuksuz uygulamalar gündemde. Dahası bunların bir kısmı, o dönemde başlatılıp da arkası getirilemeyen ve yarım bırakılan bir kısım operasyonların, iktidardaki “dindar” kadrolar eliyle sürdürülen devamı niteliğinde.
Onun için, peş peşe gelen kuraklık, don, maden faciası, deprem ve sel... gibi felâketlerin, bütün bunlardan bağımsız olarak meydana gelmiş “tesadüfî” hadiseler olmadığına inanıyoruz.
Bu istikamette yaptığımız yorumların iktidara yakın çevrelerde-—15 yıl önce 28 Şubatçıların sergilediğine benzeyen—alerjik reaksiyonları tetiklemiş olmasını da çok manidar buluyoruz.
Ne diyelim; Allah iz’an ve basiret versin.