Artık herkes—29 yıl önce “evet” diyenler de dahil olmak üzere—Türkiye’nin ihtilâl ürünü 12 Eylül Anayasası ile daha fazla devam edemeyeceği noktasında müttefik.
Geldiğimiz aşamada, yeni, demokratik, sivil ve özgürlükçü bir anayasa, hepimizin ortak talebi.
Temennîmiz, TBMM Başkanı Çiçek’in ifadesiyle kangren olmuş bu sorunun artık çözülmesi.
Bunun için siyasetin neticesiz polemiklerle “top çevirme”yi bırakıp, demokrat düşünceye sahip akademisyenleri motive ederek ve onlardan âzamî destek ve katkı alarak, sivil toplumla da sıkı bir irtibat ve iletişim halinde konunun takipçisi olacak bir iradeyi ortaya koyması şart.
Bu iradenin, değişmez maddeler adı altında sürdürülmek istenen resmî ideoloji tabularına dokunma konusunda da gösterilmesi gerekiyor.
Dileğimiz, bu sınavın artık başarılması.
Gelinen noktada aşılması gereken kritik eşik, Atatürk’e atıf yapılarak oluşturulan bilumum kalıpların terk edilmesi olarak önümüze çıkıyor.
Atatürk ilke ve inkılâpları...
Atatürk milliyetçiliği...
Atatürk medeniyetçiliği...
61 yıllık demokrasi sürecimiz hep bu kalıplara dayanılarak defalarca kesintiye uğratıldı. Darbelerin “en önemli” gerekçesi, “Devrimler elden gidiyor” sloganıyla dile getirildi. Böylece devrimlerle demokrasinin bir arada yürütülebilmesinin imkânsızlığı, darbeciler tarafından ikrar edildi.
Onun için, siyasetçiler başta olmak üzere herkesi ikiyüzlü davranmaya mecbur eden Atatürkçülük dayatmasına artık bir son verilmeli.
Eğer demokrasiden söz edilecekse, Atatürkçülük dayatması mutlaka bitmeli. “Hem Atatürkçü, hem demokratız” deniliyorsa, bunu seslendirenlerden M. Kemal’in fikriyat ve icraatında, ilke ve inkılâplarında demokrasiye neden yer olmadığı sualinin ikna edici cevabını vermeleri istenmeli.
Veremiyor ve buna rağmen bu iddialarını sürdürüyorlarsa, o zaman “Bu son derece açık bir çelişki ve saplantı, ama insanlar çelişkiye düşme ve bunda ısrar etme özgürlüğüne de sahip olmalı” denilerek, tercih hakkına saygı gösterilmeli.
Ancak Atatürkçülüğü tek doğru fikir olarak dayatma alışkanlıklarına artık set çekilmeli ve demokraside böyle bir tavrın hiçbir şekilde yeri olmadığı kesin bir dille anlatılmalı. Atatürkçü bir rejimin demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı, cumhuriyet tarihinde yaşanmış çarpıcı örnekleriyle sabit. Ama demokrasinin sağladığı özgürlükler, diğer fikirler gibi Atatürkçülüğü de güvence altına alıyor.
Yeter ki, dayatma ya da kayırma olmasın ve her türlü fikir eşit şartlarda özgürce yarışabilsin.
Türkiye artık bu aşamaya geçebilmeli.
Bunun için de, anayasanın başlangıç kısmı ile ikinci maddesinden itibaren değişik maddelerine sokuşturulan ve hiçbir şekilde hukuk normu niteliği taşımayan, çünkü hukukî tanımları yapılamayan ve bilimsel bir değeri de bulunmayan Atatürk ilke ve inkılâpları, Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk medeniyetçiliği gibi kalıpların, yeni hazırlanacak anayasaya asla taşınmaması lâzım.
Yeni anayasa çalışmaları ve temasları gündeme geldikten sonra yine seslendirilmeye başlanan “İlk üç madde kırmızı çizgimiz, onlara zinhar dokundurmayız” söylemleri, Türkiye’nin ulaştığı demokratik olgunluk seviyesi ile çelişiyor.
Evet, ilk üç maddede, belki değişmesi gerekmeyen veya en azından şu anda tartışılmasında yarar bulunmayan hususlar da var. Meselâ devletin şeklinin cumhuriyet olmasına itiraz eden yok. Bu cumhuriyetin demokratik bir hukuk devleti olmasına karşı çıkan da yok, tam tersine herkesin talebi bu ifadenin kâğıt üzerinde kalmaktan çıkıp gerçek anlamda fiiliyata geçirilmesi.
Laiklik demokratik bir anlayışla uygulansa ona da tamam. Sosyal devlet konusunda tartışmalar sürse de, âdil ve dengeli bir gelir dağılımı sağlanıncaya kadar onun da korunması lâzım diyelim.
Keza resmî dil, millî marş ve başkentle ilgili hükümleri de tartışmaya açmanın gereği yok.
Ama Atatürkçülük dayatması artık bitmeli.