İsrail, Ortadoğu’da başta Türkiye olmak üzere İslâm ülkelerinin demokratik rejimlerle idare edilmelerini istemez. Zira demokratik rejimler, akılcı politikalarla icraat yaparlar ve onunla demokratik yollarla mücadele ederler.
Geçmişte Türkiye’de, 1960–1980 arası dönemde Adnan Menderes ve Süleyman Demirel’in başında bulunduğu demokrat iktidarlar gibi İslâm ülkeleri demokrasi ile yönetilseydi, bu yönetimler, İsrail’in katliamlarına duyarsız kalmazlar, birbirleriyle dayanışmaya girerek ve diplomasiyi işleterek dünya kamuoyunu ona karşı ayağa kaldırırlardı. İsrail, bu kadar zulümde cüretkâr olamaya cesaret edemezdi.
İsrail, İslâm ülkelerini istibdatla yöneten, bütün yetkilerin bir şahısta toplandığı, sınırsız yetkili, ama kimseye hesap vermeyen tek adam rejimlerinden son derece memnundur.
Zira bu rejimlerin başındaki siyasîlerin öne çıkan bir özelliği; kitap okumayarak kulaktan duyma bilgi sahibi olmaları, etraflarında bilgi, liyakat sahibi, gerçekleri cesaretle söyleyebilen kabiliyetli Bürokratlar yerine cahil, kabiliyetsiz, şakşakçı, daima pembe tablo çizen yağcı elemanlar barındırmalarıdır.
Bu yöneticiler, kendilerini kuşatan meddahların dolduruşlarına gelerek her hususta, her şeyin en iyisini kendilerinin bildiğini sanırlar ve sahanın uzmanlarına danışmadan ülkelerini sıkıntıya sokacak kararlar verirler, muhtemel sonuçlarını düşünmeyerek akıllarına geleni söylerler. Bu yüzden söz ve icraatlarında çokça hata yaparlar.
Tek adamların, usulsüz ve haksız bir şekilde elde ederek içerde ve dışarıda gizledikleri büyük servetleri vardır. Bu varlıklarının deşifre edilmesini ve halkları tarafından bilinmesini asla istemezler.
Bu yüzden bu siyasîler, uluslararası camiayı harekete geçirmek gibi İsrail’i zulümlerinden geri attıracak ciddî bir tavır sergileyemezler, sergilemeleri hâlinde onun arkasında duran küresel derin fesat şebekeleri, onların göz kamaştırıcı servetlerini ve nereye sakladıklarını ifşa ederek onları halklarının gözünden düşürürler veya değişik oyunlarla onları koltuklarından indirirler.
Bu yöneticilerin iç kamuoyunu kendilerine bağlamak, ekonomik kriz gibi yol açtıkları sıkıntıları unutturmak için siyasette çokça kullandıkları bir taktik, hamasettir. “Ey İsrail! Bir gün ansızın gelebiliriz” tarzında gerçeğe uymayan meydan okumalarla İsrail’i tehdit ederler. Onun da istediği budur.
O, dünya kamuoyuna “Bakın bizi nasıl tehdit ediyorlar. Bizi yok etmek istiyorlar. Biz bu yaptıklarımızla kendimizi savunma hakkımızı kullanıyoruz, bizi anlayın” tarzında kendisine yardım eden devletlere ve dünya kamuoyuna yaptığı katliamlara karşı gösterilecek tepkiyi yumuşatmak için mesaj verir.
İslâm ülkeleri, siyaseten tek adam rejimleriyle idare edilmeye devam ettikleri sürece İsrail, İslâm Âleminden ciddî manada bir tepkiyle karşılaşmayacağını bildiği için cinayetlerine pervasızca devam etmektedir.
Bankacılık ve finansal gücü ellerinde bulunduran küresel Yahudî odaklarının etkisi altına giren Batılı büyük devletlerinden, hak ve hürriyetlerini gasp ederek kendi halklarına zulüm eden Rusya ve Çin gibi ülkelerden İsrail’in azgınlığını durduracak bir tavır beklemek te boşunadır.
Geriye İsrail’i durduracak bir seçenek kalıyor. O da; İslâm âleminde Müslüman halkların çoğunun, harekete geçirilerek Müslüman ülkelerinin büyük şehirlerinin zengin semtlerinde yer alan alış veriş merkezlerinde peynir ekmek gibi satılan İsrail ve Yahudî menşeli ürünlere, İsrail’e para ve silâh yardımı yapan devletlerin mallarına boykotaj uygulamalarıdır. Bu boykotun, devreye girmesi hâlinde İsrail’in hayat damarını kesmek gibi ona geri adım attırmada etkili olması kuvvetle muhtemeldir.