RAMAZAN DEYİNCE...
Her damla bir denizin parçası olmak ister. Her katre kendi gibilerle birleşmek, beraber olmak ister. Rahmet de her bir şuâıyla Şems-i Ezeli’ye gitmek, onun bütünü olmak ister. Rahmetten, rahmeti verenden, Niam-ı İlâhî’den gelen ikram adına ne varsa, Allah yolunda tasadduk edilenler geriye dönecektir. Rahmetin katına, makamına, menârına… Hayır adına işlenen, sadaka adına verilen ne varsa Cennete dönecek, misliyle, misillercesiyle önümüze çıkarılacaktır. Zekât bu kaynakların annesi, İslâm’ın köprüsüdür. Verme adına ne vermişsek –bu ister mal olsun, ister dakika, sevgi, emek, vs…- hepsi, hiçbirisi kaybolmayacak, vermeyi verenin katına yükselecektir.
Allah bizi nimetlendirir, ikram eder. Pek çok kalbî, ruhî, bedenî ihtiyaçlarımızı karşılayacak ihsanlarla bizleri serfiraz kılar. Bize uğrayan, isabet eden ikramların ebedî olması, bizi terk etmemesi de onları Cenâb-ı Hakk’ın yolunda kullanabilmemize, feda edebilmemize bağlıdır. Ramazan bizim malımızı kendimize raptettiğimiz tarafımıza darbe vurur, kazanan sen değilsin der. Çalışmanın, çabalamanın rızka sahip olmak için gerekli olduğunu, ama yeterli olmadığını Ramazan'la ihtar eder.
Nasıl bu önüme konan yiyeceklere Rabbim emretmeden uzanamıyorsam, bu mülkümün de hakikî sahibi ben değilim, bunda muhtaçların da hakkı var dedirtir. Evamir-i tekviniyeye baş eğdirir, boyun büktürür, itaat ettirir. Nefsin firavunluk cephesini kırar. Nefsin en fazla zorlandığı haslet olan “verme”yi, gönül rızasıyla yaptırır, severek, memnuniyetle verdirir. Efendimiz'in (asm) “Zekât İslâmın köprüsüdür” hadis-i şerifinin bir manası da belki de böyledir.
Zekâta, vermeye, rahmete, itaate merhaba!