"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

HATTAT KAMİL NAZİK İLE HÜSN-Ü HAT- SANAT; İNSAN İLE YARATICI ARASINDA YÜRÜNEN BİR YOL, SONRA GEÇİLEN BİR KÖPRÜDÜR

17 Eylül 2011, Cumartesi
Tarihin gölgesinde, İstanbul’un kullanılabilir en eski yapısı olan Küçük Ayasofya Camii’ne komşu mütevazi atölyesinde hüsn-ü hat meşkediyor Hattat Kamil Nazik. Bu atölyede eğitim verdiği otuzdan fazla öğrencisi var. Kendisini ziyaret ederek hat meşki üzerine hasbihâl ettik. Noktanın manasına, Osmanlı’da hat san'atına duyulan öneme ve hattın günümüzdeki durumuna değinerek doyurucu bir sohbet gerçekleştirdik.

SAN'AT; İNSAN İLE YARATICI ARASINDA YÜRÜNEN BİR YOL, SONRA GEÇİLEN BİR KÖPRÜDÜR

Hat san'atı ile tanışmanızı anlatır mısınız?
Kazma bağlarında idik. Burası Ahır bağının güney batısına yaslanmış Maraş. Elendiği zaman kalbur üstünde kalan ailelerin bağlarının bulunduğu yerdi. Genellikle yaz ayları burada geçirilirdi. Bütün aile bir Ağustos sonu buradaydık. Üzümler olmuştu. Maraş’taki komşuya, akrabaya gidecek en güzel hediye üzümdür. Zannederim o gün hediye için üzüm toplanacaktı. Fakat ailede bir üzüntülü telâş, hocam aileye sepet için bastırıyor. Anladım ki üzüm koyacak sepet bulamıyorlar. Ben “Sepet yapabilirim” dedim. Aile sustu, inanmaz gözlerle bana bakmaya başladılar, benden bunu beklemiyorlardı. Ben kendi kestiğim kamışlardan 2-3 saat içinde bir sepet yaptım. Hocam sepetin yapıldığını görünce sevindi. Yüksek sesle şu kafiyeyi okudu: “Hattat oğlu hattat olmaz kuru kuru lâfınan/ Hattat olmak diler isen ayın’ı çok yaz kefinen.” Hocam bu olayı birçok yerde sevinçle anlattı dostlarına. Bu olaydan sonra beni hatt yazmaya başlattı. Sebebi, bu sepet olsa gerek. Tabiî bu benim yorumum, kanaatim. 

Verdiğiniz çeşitli röportajlarınızdan san'at hakkında farklı yorumlara sahip olduğunuzu biliyoruz. Bir kez daha soralım, san'at nedir?
San'at; insan ile yaratıcı arasında yürünen bir yol, sonra geçilen bir köprüdür. Yolu bu köprüye uğramayan insanlar kâinatı anlamadan doğar ve ölürler. Kim ahireti ve dünyayı anlamak istiyorsa yazıya başlasın.  

Hüsn-ü hattın diğer san'atlar içerisindeki yeri nedir?
Hat, çizgiden oluştuğu için biz ona hat demişiz. Çizgi üç şekilde görülür; eğik, düz ve kırık çizgi olarak. Bütün çizgi çeşitleri hat yazımında kullanılır, fakat hiçbir harf hiçbir geometrik unsura uymaz. Ne daire, ne kare, ne üçgen şekillerine benzer. Hat, tabiattaki o üç çizgiyi alır kullanır, fakat tabiattaki hiçbir unsura benzemez. O halde bu san'atın diğer san'atlarla hiçbir ilgisi yoktur. O kendi başına bir san'attır ve hiçbir san'ata muhtaç değildir. Çünkü özü Kur’ân’a dayanan bir san'attır. İlâhî bir dayanağı vardır bu san'atın. O bakımdan yazı san'atı diğer san'atlardan ayrılır. Ve en önemli husus şudur ki, hiçbir san'atın ölçüsü Kâbe değildir, hüsn-ü hattan başka.

NOKTA, KÂBE’NİN KÜÇÜLTÜLMÜŞ BİR MİNYATÜRÜDÜR

Hüsn-ü hatta noktayı da farklı izah ediyorsunuz, bu san'atın içinde noktanın anlamı nedir?
Nokta, İslâm tasavvufunda ve diğer alanlarda çok önemli bir varlıktır. İslâm düşüncesine göre kâinatta ilk yaratılan varlıktır. İkinci yaratılan varlık dairedir ve daire noktanın hareketinden oluşur. Nokta boyutsuz bir kavramdır. Geometrideki noktanın yeri bir mefhumdur, anlamdır. Aslında her mefhum bir cisime tekabül ediyor. Tıpkı namaz, oruç diyerek anlamlandırdığımız kelimelerin birer karşılığı olduğu gibi, noktanın da bir karşılığı var. Bu bakımdan baktığımız zaman, noktanın da manevî bir boyutu olduğunu anlıyoruz. Nokta, hareketinden çizgiyi oluşturur. Fizikte bir kaide vardır: “Hareket harareti doğurur, hararet hayatı doğurur” diye, demek ki nokta da hareket ettiği zaman daireyi oluşturuyor. Noktanın diğer anlamı ise manadır. Onun verâsını, gözle görülmeyen tarafını bize gösteriyor. Noktanın mana boyutunu ele aldığımız zaman karşımıza Kâbe çıkıyor. Nokta, Kâbe’nin küçültülmüş bir minyatürüdür. Kâbe ilk zamanlar Hz. İbrahim (as) inşaa ettiği zaman kare şeklinde idi ve ondan sonra da bir çok dönem geçirdi, fakat hep kare kaldı, tâ ki son peygambere kadar. Kâbe dikdörtgen şekline gelip, bugünkü boyutlarını alıncaya kadar yazı yoktu. Varolan yazı her milletin yazısı gibi idi, bunlar san'at haline gelmiş değillerdi. Sırf Kur'ân için kullanılan bu İslâmî yazı, ki buna bir kültürün yazısı demek daha doğru olur. Arap yazısı, Osmanlı yazısı veya başka herhangi bir milletin yazısı demek yanlış olur, hat Doğu kültürünün yazısıdır. Hititler, Asurlular, İranlılar, Aramiler kullanmışlardır. Buna İslâm kültürünün yazısı dediğimiz zaman ise san'at oluyor ve anlamı evrensel bir boyuta ulaşıyor. Hz. Muhammed’in (asm) 25. yaşını yaşadığı dönemde Kâbe en bozulmuş dönemini yaşıyormuş. Kâbe’nin bulunduğu yer çukurda bir yer olduğu için her zaman sel basarmış, tarih boyunca bu sel baskınlarından ötürü zemini ve duvarları tahribat görmüş. Mekke müşriklerinde iki fikir doğmuş. Biri Kâbe’nin yıkılıp yeniden yapılandırılması, diğeri ise Allah korkusu dolayısıyla Kâbe’ye dokunulmaması fikri imiş. Bu iki fikir birbiriyle mücadele ederken bir gemi Habeşistan’daki bir kiliseyi tamir etmek için yolda imiş. Kilise Romalılara ait, tahribatı Pers İmparatorluğu yapmış. Gemide her türlü inşaat malzemesi, kum, kereste gibi malzemeler bulunuyormuş. Bu gemi Mekke sahillerinde tutulduğu fırtınada parçalanmış. Geminin kaptanı Bacon, Mekke halkına yoluna devam edemeyecek olan gemideki malzemelerle Kâbe’yi yapma teklifinde bulunmuş. Kureyşliler de bunu muvâfık görüp  Kâbe’yi yıkıp, yeni temelini atıyorlar. Fakat eldeki malzeme temelin asıl ölçülerine yetmeyince Kâbe’yi 6/1 oranında içeriye doğru çekiyorlar. Ve ortaya çıkan yeni ölçü bugün kullandığımız noktaya çok uygun oluyor ve yazının ölçü birimi de nokta oluyor. Bir de Kâbe’ye uzaydan bakıldığında yeryüzünde duruşu, tıpkı hat san'atındaki noktanın duruş pozisyonu ile aynı duruyor. Nokta kâğıtta hangi açıyla duruyorsa, Kâbe de yeryüzünde o açıyla duruyor. Kur’ân’ın nazil olduğu dönemlerle, Kâbe’nin nokta şekline gelişi bir tevâfuktur. 

Hüsn-ü hattın çeşitleri nelerdir?
Hat on iki çeşit olarak ortaya çıkmıştır. Küfi olarak doğmuştur. Küfi’nin çeşitlerinin yanında Osmanlı döneminde yaygın olarak kullanılan yazı çeşitleri altı tanedir: Sülüs, Nesih, Ta’lik, Rik’a, Divânî, İcâze. Bunlar da kendi arasında ayrılır ve çeşitlenir. On iki çeşit yazı şekli olmasına rağmen hepsinin kökü birdir.

YAZI, İÇE DOĞRU BİR FETİHTİR

nHat san'atı, ustasına neyi öğretir ve ne kazandırır?
Yazının ilâhî bir zemin eseri olduğunu söyledik. Demek ki yazının bu ilâhî boyutu kişiyi eğitir ve terbiye eder. Namaz gibi, hacc gibi, zekât gibi... Ben bu bakımdan terbiye edilmemiş hiç kimseye hattat demem. Eskiden hattatlara veli muamelesi yapılır, elleri öpülürdü. Her devirde hattata itibar edilirdi. İbn-i Mukla ve Yâkut böyle değerli hattatlardı. Yani bir adam hattat olmuşsa yazı onu eğitir, eğitememişse hattat olmamıştır. Yazı tasavvuf gibi insanı yontar, içe doğru bir fetihtir.

Osmanlı'nın hüsn-ü hatta önem vermesinin sebebi nedir?
Biliyorsunuz herşeyin bir tekâmül devresi vardır. Yazı da tıpkı diğer herşey gibi doğdu ilk günden beri gelişerek ilerledi. Osmanlı’da da yazı gelişiyor ve son devrini alıyor. Yazı, imparatorluk yazısı olarak diplomatik yazışmalarda kullanılıyordu. Bu yüzden önemli olması gerekiyordu zaten. Nerede bir iyi yazan varsa Osmanlı topraklarına geliyordu. Kim güzel yazı yazıyorsa ona Kur’ân-ı Kerim yazdırılıyordu, padişah ona ödüller veriyor, sarayda çalıştırıyordu. Dünyanın dört bir yanından iyi yazı yazanlar Osmanlı’ya geliyorlardı. Türklerin yazıya olan kabiliyetinden dolayı yazı İstanbul’da gelişmiş değildir. İstanbul’da değerli kılındığı için tüm dünyadan hattatlar buraya geliyorlardı. Derler ki; Kur’ân Mekke’de nazil oldu, İstanbul’da yazıldı, Hindistan’da tefsir edildi, Mısır’da okundu.

Günümüzde bu san'ata gereken önem veriliyor mu?
Hamid’in vefatından sonra bu san'ata çok büyük ilgi başladı. Bu önemin iki sebebi vardır. Hamid’in en büyük himmeti hat san'atında Osmanlı ile Cumhuriyet arasında köprü vazifesi olmasıdır. Kim hat san'atında yol almışsa Hamid’e muhtaçtır. Hamid’in onun üzerinde hakkı vardır. Diğer bir sebep ise, İslâm âleminin san'at yazısının ölüyor olmasının farkına varması idi. Bu İslâm kültürünü ayakta tutmak için bir şey geliştirdiler. 1982’den beri Türkiye’nin ev sahipliğiyle Yıldız Sarayı’nda her üç yılda bir IRCICA Milletlerarası Hat Yarışması yapılıyor. Böylece dünyanın dört bir yanından insanlar bu yarışmaya iştirak ediyor. Bu gibi sebeplerle yazı tekrar canlandı.

 

HATTAT OLMAK İÇİN İKİ ÖMÜR GEREKİR; BİRİSİNDE ÖĞRENECEKSİN, BİRİSİNDE YAZACAKSIN

Öğrencileriniz var mı ve hüsn-ü hat eğitiminin tamamlanması için belirli bir süreden söz edebilir miyiz?
Otuz tane öğrencim var. Eğer günde sekiz saat çalışılırsa, sekiz senede öğrenilir. Öğrenmenin ucu bucağı yoktur, fakat bir yazıya baktığı zaman kişi o yazı hakkında fikir yürütebilir. İyi kötü diye yorumlayabilirse belli bir aşamaya gelmiş demektir. Belki o yazıyı yazamaz, ama nasıl olması gerektiğini bilir. Hattat olmak için iki ömür gerekir derler, birisinde öğreneceksin, birisinde yazacaksın. Bir yerde okuduğuma göre ise ortalama 44 yıl yeterli görülüyor hattat olabilmek için.

 
RÖPORTAJ: KÜBRA NUR DURAN
Okunma Sayısı: 9584
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı