Gazetemiz Yazarlarından Abdil Yıldırım ile gençlik yıllarını ve Risale-i Nur ile nasıl tanıştığını konuştuk.
Risale-i Nur ile tanışma hikâyenizin ilginç olduğunu duymuştuk. Bir defa daha bu hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız?
Her Nur Talebesinin bir hikâyesi vardır. Üstâdımızın hayatı, hikâyenin de ötesinde bir destan, bir efsane olarak tarihteki yerini alırken, saff-ı evvel denilen birinci kuşak yakın talebelerinin de hikâyeleri yine kahramanlık ve fedakârlık motifleri ile doludur. Bizim gibi sıradan insanların hikâyesi elbette onlarınkinin yanında deryada damla kadar bir kıymet ifade etmez. Ama damla da olsa, güneşe müteveccih olduğu için kabiliyetine göre bir kıymet taşır diye ümit ediyoruz. Bazı abilerimize yaşlarını sorduğumuz zaman, Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra geçen yıllarını söylerler. Meselâ, on sene önce tanımışlarsa, on yaşındayım derler. Bu anlamda, elhamdülillah kendimi epeyce yaşlı hissediyorum. Beş yaşından itibaren Bediüzzaman ismi hafızamda yer tutmaktadır.
Nasıl yani, Risale-i Nur’u beş yaşında mı tanıdınız?
Yok yok, o kadar değil de, Bediüzzaman ismini beş yaşımda iken rahmetli annem sayesinde işitmiştim. İsterseniz hikâyemi baştan alayım da gereksiz kelime israfına girmeyelim. Yıl 1960. Ben, beş yaşında bir çocuk olarak, annemin yanından hiç ayrılmıyorum. Annem, ‘ince’ hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitkin bir kadın. Ama sağlam bir itikadı var. Dedem de köyümüzde hatırı sayılır hocalardandı. Salı günleri Emirdağ’ın pazarı olduğundan, ayda bir kaç defa alış veriş için Emirdağ’ına gider, her gittiğinde de Bediüzzaman’ı ziyaret etmek istermiş. Ama çok defa buna muvaffak olamazmış. Ancak bir defa görebilmek nasip olmuş. Talebeleri eline bir kitap verir, “siz bunları okuyun, Üstâdı ziyaret etmiş olursunuz” derlermiş. Dedem de eline geçen Hastalar Risalesi'ni anneme okur, hastalığının günahlarına bir kefaret olduğunu söylermiş. Annem bu kitaplardan o kadar teselli bulurmuş ki, dedem yanına geldiğinde mutlaka kendisine kitap okumasını istermiş. Bediüzzaman ismi ile tanışıklığım böyle başlamıştı. Aynı yıl, dedemi ve annemi ahirete yolcu ettik.
Peki, Risale-i Nur’u ne zaman tanıdınız?
İşte işin ilginç kısmı burada başlıyor. Annem ve dedem vefat edeli 10 sene olmuştu. O zaman zarfında bir daha ne Bediüzzaman ne de Risale-i Nur isimlerini duymadım. Sadece radyo haberlerinde, “yapılan baskında şu kadar Nurcu yakalandı, ayin yapan Nurculara polis baskını” şeklinde haberler işitiyor ve Nurculuğun devlet için zararlı bir şey olduğunu düşünüyordum. Ortaokul son sınıfta okurken, bir arkadaşın elinde “İttihad” diye bir gazete gördüm. Okumaya meraklı biri olduğumdan, müsaade isteyip aldım ve okumaya başladım. Burada da Bediüzzaman ve Risale-i Nur isimlerini görünce heyecanlandım. Sonra İttihad’ın kapandığını öğrendim. Ama onun devamı olan günlük bir gazete çıkmaya başlamıştı. Okul harçlığımdan kestiğim paralarla her gün bir Yeni Asya alıyor, her köşesini ilgi ve merakla okuyordum. O zamanlar gazetede sık sık şiir ve hikâye yarışmaları düzenlenirdi. Ben de şiire meraklı olduğumdan, yazdığım şiirleri gazeteye göndermeye başladım. Bir de şiir yarışmasında dereceye girince, kendimi tamamen şiirin heyecanına kaptırdım ve daha büyük istekle yazmaya devam ettim. Ama, hâla Risale-i Nur ve eserlerinden ve cemaatten haberim yoktu. Cemaatle ilk temasım, 1973 yılında Kayseri’de Rahmetli Ali Mutlu Abi ile tanışmakla başladı. Okumakta olduğum yatılı okulun mescidinde namaz kılarken, gazetemi de yanımda taşıyordum. Bahattin Yavuz, benim Yeni Asya okuduğumu görünce, yanıma geldi, beni cemaatten birisi zannederek hangi dershaneye gittiğimi sordu. Ben de o güne kadar dershane deyince sadece okul derslerini biliyordum. Sınıfımın yerini tarif ettim. Arkadaş güldü. “Onu demiyorum, Nur dershanesini diyorum” deyince, böyle bir dersten haberim olmadığını söyledim. Bunun üzerine hafta sonu beni Ali Mutlu Abinin bulunduğu dershaneye götürdü. Ve böylece Kayseri’de Nurculuğa adım atmış oldum.
Bugünkü gençlere neler tavsiye etmek istersiniz?
Gençlerden bahsedince, yüreğim kıpır kıpır oluyor. Gençlerin gözünde Hazreti Ali’nin cesaretini, Üstadım’ın gayretini, Ceylan Ağabey’in zekâvetini, Zübeyir Ağabey’in sadâkatini, Kutlular Ağabey’in istikrar ve istikametini görmek istiyorum. Onun için gençlere özel bir önem veriyorum. Gençlerin yetişmesi, yeni istidatların ortaya çıkması için “San’at fidanlığı” parolası ile çıkardığımız ELİF ekinde, onlara yardımcı olmaya, yazdıklarını değerlendirmeye, teşvik etmeye gayret ediyorum. Öncelikle gençlerin Risale-i Nur’u çok okumalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Yine Risale-i Nur’un şerhi mânasında yazılmış olan makaleleri, hikâyeleri ve her türlü dokümanı dikkatle okumalarını istiyorum. Özellikle yazı ve şiir yazmak isteyen gençlerin sabırla, sebatla, hatta inatla yazmaya devam etmelerini, yazdıklarını defalarca okumalarını, tavsiye ediyorum.
Röportaj: Şeyda Sultan Zengin