Vefatının 59. Sene-i devriyesinde rahmetle andığımız Bediüzzaman Said Nursî müjdeliyor:
DÜNYA KUR’AN’A SARILACAK
“Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatibleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.”
“İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-ı Kur’âniye ve imaniye olacak… Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.”
***
Kıt’alar ve hükümetler, Kur’ân’a sarılacak
[Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme]
Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz.
Şöyle ki:
Nev-i beşer, bu son Harb-i Umumînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadı ile ve merhametsiz tahribatı ile ve bir tek düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve mağlûbların dehşetli me’yusiyetleriyle ve galiblerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fanteziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyaset-i rû-yi zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sureti görünmesiyle; elbette ve elbette hiç şüphe yok ki, Şimalde, Garpta, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyevîye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.
Ve elbette hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hafızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren ve bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren ve sarsılmaz kat’î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi kat’iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatibleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Sözler, s. 179
***
Beşer dinsiz yaşayamaz
Hem de hakikat bize bildiriyor ki mütenebbih olan beşer dinsiz olamaz. Lâsiyyema uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz.
Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-i mahdut âmâline neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı, yani Din-i Hak olan dane-i hakikati elde etmezse yaşayamaz. Bu sırdandır ki herkeste Din-i Hakkı bulmak için bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlâl vardır.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 192
***
İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-ı Kur’âniye ve imaniye olacak.
(...)
Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.
Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. En dinsizi de, dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü acz-i beşerî ile beraber hadsiz musîbetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacata müptelâ ve ebede kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni-i Âlem’i tanımak ve iman etmek ve ahirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok.
Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.
(...)
***
Herkesin kalbi din-i hakkı arıyor
İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki, kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikate şehadet eder. Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini, dinsizliğin zuhuruyla, küre-i arzın kıt’aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar.
(...)
Hâsıl-ı kelâm: Biz Kur’ân Şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-ı imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.
Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar.
Eski Said Dönemi Eserleri, H. Şamiye, s. 239-41
***
BEŞERİN SAADETİ YALNIZ İSLÂMİYETTE VE İSLÂMİYETE İNKILÂP EDEN İSEVÎLİKTE
Evet meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.”
İşte yüzer misallerinden iki misal:
Birincisi: On dokuzuncu asrın ve Amerika kıt’asının en meşhur feylesofu Mister Carlyle, en yüksek sadâsıyla, çekinmeyerek, feylesoflara ve Hıristiyan âlimlerine neşriyatıyla bağırarak böyle diyor, eserlerinde şöyle yazmış:
“İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sair dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak, İslâmiyet’in hakkı imiş. Çünkü, sair dinler –fakat Kur’ân’ın tasdikine mazhar olmayan kısmı– hiç hükmündedir.”
Hem Mister Carlyle yine diyor: “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyığı, Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir.”
Hem yine diyor ki: “Eğer hakikat-i İslâmiyet’te şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyede iştibah edersin. Çünkü, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyet’tir.”
İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkında bu şehadeti, eserinde müteferrik yerde yazmış.
İkinci misal:
Avrupa’nın asr-ı ahirde en meşhur bir feylesofu Prens Bismarck diyor ki:
“Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) Kur’ân’ını umum kütüplerin fevkinde gördüm.
“Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi, beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser beşerin sözü olamaz. Bunu, ‘Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür’ diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur’ân Allah kelâmı olduğu, bedihîdir.”
İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları, Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:
Avrupa ve Amerika İslâmiyet’le hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.
(...) Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt’alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek, yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılâb etmiş ve hurâfâttan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.
Eski Said Dönemi Eserleri, H. Şamiye, s. 242-244
***
İslam Yaşar'ın yazı dizisini okumak için tıklayınız:
“Sana nasihat edici olarak ölüm yeter”