Son yıllarda ‘ak’ ile ‘kara’ o kadar birbirine karıştı ve karıştırıldı ki, hakikati görmek ve göstermek iyice zorlaştı.
Önceleri rüyalarda görülmeyen hadiseler yaşanır oldu. Çok büyük dâvâlar, gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar yaşandı. Karşılıkli iddialar havada uçuştu ve hangi iddianın doğru olduğu şüpheli hale geldi.
“Ergenekon Dâvâsı” da bunlardan biri. Uzun süren yargılamalar, mahkûmiyetler, itirazlar, yeniden yargılamalar... Aradan yıllar geçti. Adalet sistemi ‘son karar’ını verebilmiş değil.
Ergenekon ve benzeri dâvâlarda nelerin yaşandığını kamuoyu kısmen biliyor. Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yapılan “Ergenekon’ dâvâsının temyiz incelemesi”nin ikinci duruşmasına, Genelkurmay eski Başkanlarından İlker Başbuğ da katılmış. Başbuğ’un mahkemede söyledikeri medyada geniş yer bulmuş. Bir nokta dikkatimizi çekti. Bir gazetedeki haberin ilgili bölümü şöyle:
“Türkiye’yi farklı ve güçlü konuma getirenin laik ve demokratik yapısı olduğunu vurgulayan Başbuğ, ‘Bazıları ilk günden beri laikliği din karşıtlığı olarak anlattılar. TSK hiçbir zaman din karşıtı olmamıştır’ dedi.” (Vatan, 8 Ekim 2015)
Ergenekon ve benzeri dâvâlarda yaşanan tartışmaları ehil ellere, uzmanlara ve hukukçulara bırakıp, bu mesele hakkında konuşmak icap etmez mi? Her konuda ve her zaman, ‘toptancı anlayış’ın doğru olmadığını bir defa daha ifade etmekte fayda görüyoruz. Ancak, ‘inancının gereğini yerine getiren askerî personel’in yıllar yılı sıkıntı çektiğini kim inkâr edebilir? Bilhassa 28 Şubat 1997 süreci sonrasında onlarca, yüzlerce kişinin sırf ‘eşinin başı örtülü’ diye TSK’dan uzaklaştırıldığı gerçek değil mi? Aynı şekilde 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yüzlerce askeri öğrencinin, (velev ki bir kişi olsun,) namaz kıldığı için okullardan uzaklaştırıldığı inkâr edilebilir mi?
Bugün durum değişti mi ya da ne kadar değişti? Belki sorgusuz sualsiz vazifeden uzaklaştırılanlar olmuyor, ama hangi askerî okulda mescidimiz var? Ya da var mı? Varsa bilelim, sebep olanların tamamına teşekkür edelim. Yoksa, olması gerektiğini bilelim ve diğer okullarda olduğu gibi askerî okullarda da mescidler açılsın. Açılsın ki, inancını yaşamak isteyenlere engel olunmadığını bilelim, görelim.
Bir kısım yöneticilerin bu hususta millete çok büyük haksızlıklar yaptığını hatırlamak lâzım. Orduevlerinde kendi çocuğunun düğüne katılmak isteyen ve ‘başörtülü’ diye geri çevrilen anneler olmadı mı? Oğlunun yemin törenine giden ve yine başörtülü olduğu için tören alanına alınmayan, çitlerin ardından oğlunu seyreden anne haberleri yapılmadı mı?
Bütün bunlar yaşanmışken ve bu hususta milleten tam bir özür dilenmeden bu yanlışlara imza atanlar temize çıkmış olur mu?
Yanlışı kim yaparsa yapsın itiraz edilmelidir. Bir kısım yöneticilerin yıllarca sergiledikleri tavır kökten yanlıştı ve yanlıştır. Milyona yakın bir kitleyi hiç kimse toptan suçlayamaz, ama yanlış yapanlara da sahip çıkılmamalıdır ve çıkılmamalıydı.
Şunu da unutmayalım ki, Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri yaşanmıştır. Dolayısı ile “Vatana şu kadar hizmet eden darbe yapar mı?” itirazı geçerli değildir. Çünkü geçmişte darbelere imza atanlar ‘er’ler değildi. Darbecilerin milletimize samimi bir/bin özür borcu vardır. Ne kadar erken özür dilerlerse o kadar isabetli olur.