Merhum Necip Fazıl Kısakürek, “Destan” adlı şiirinde “hal ve gidiş”e itiraz eder ve şöyle haykırır:
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını afet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!”
Aralık 2013’ün son günlerinde başlayan tartışmayı “Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!” olarak tarif etmek isabetli olmaz mı? “Hal ve gidiş”e itiraz edip, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” demesi icap edenler bunu yapmayıp; aksine ‘üst kat’taki ziyafetin zevkini çıkarmanın peşinde.
Bazıları bu tartışmaların ekonomiye verdiği zarara dikkat çekip, “Bunun hesabını nasıl verecekler?” diye soruyor. Elbette bu hadiselerin ekonomiye verdiği bir zarar var, ama o zararı telâfi etmek daha kolay. Asıl zarar, ‘manevî değerler’e verilen zarardır ve bunun hesabını vermek de kolay değildir. Nasıl ki bir ‘hacı’nın herhangi bir kötülük yapması, ‘hacı’ olmayanlardan daha fazla mukaddes değerlere zarar verir; aynen onun gibi mütedeyyin bilinen insanların usûlsüzlük ve yolsuzluklarla birlikte hatırlanması, “Bunlar da rüşvetçi” kanaatinin hasıl olması sinelerde yara açar. İnsanların manevî dünyasını yıkan bu hadiselerin verdiği zarar, ‘para’ ile ölçülebilir mi?
Tam bir savrulma hali yaşanıyor. Taraflar, birbirlerine “28 Şubat metodu”yla vuruyor. Meselâ, bir savcının “soruşturma yapmam engellendi” diyerek bildiri yayınlaması eleştiriliyor; ama başka bir savcının iktidarı haklı gören açıklamaları “çarpıcı tesbitler” olarak değerlendiriliyor. Maalesef, söylenmemesi gereken “en son söz”ler, sürekli ve “en önce” sarfediliyor. Bu didişmeden kazançlı çıkacağını düşünenler de çok şey kaybedecek.
Biz “el”e bakar, “kalbe” bakamayız. Biz bilmesek de, hakikatte bu tartışmaların faydalı bir neticesi olur inşallah.
Hukukun bu kadar tartışmalı hale geldiği bir yerde, başka sıkıntılar da çıkabilir.
Demokraside Birlik Vakfı Başkanı Mehmet Bozdemir, “bu cadde çıkmaz sokak” dercesine, “Yargının yıpratılması ve itibarsızlaştırılması son derece tehlikelidir. Bu çağda hiçbir şey gizli kalmaz, varsa tuzaklar, komplolar yolsuzluklar her şey eninde sonunda açığa çıkar. Bunun için sabırla yargı kararlarını beklemeliyiz. Yargıya ve devletin emniyet güçlerine güvenmeliyiz ve onlara yardımcı olmalıyız” demiş.
Bozdemir’in şu hatırlatması da dikkate alınmalı: “Demokratik bir hukuk devletinde yargıya müdahale, darbelerden daha büyük hasarlar meydana getirebilir. Yargının yıpratılması ve itibarsızlaştırılması son derece tehlikelidir.”
Darbeler ve darbe hesapları yapanlar bu milletten uzak dursun. Ancak, darbe ihtimallerini ortadan kaldıracağız diye hukuk ve adalet sistemini felç etmek de kabul edilemez. Hukuk ve adalet bir kişiye değil, istisnasız hepimize lâzım. Bu bakımdan, hukukun iyi ve adil bir şekilde işlemesini temin etmek, onu devre dışı bırakacak her adımdan uzak durmak tartışmasız ilk şarttır. Savcıların savcılarla, siyasetçilerin hukukçularla ağız dalaşına tutuştuğu bir sistemde adaletin kılı kırk yarması çok da mümkün olmaz. Adalet terazisinin doğru tartmadığı durumlarda başka ‘hakem’ bulmak da kolay olmaz. Ne edip etmeli, hukuk ve adalet sistemini bu faydasız tartışmalardan uzak tutabilmeliyiz.
Hiçbir şeyin ‘eskisi’ gibi olmayacağı anlaşıldı. Bu tartışmaların millet menfaatine neticelenmesi için aklı başında insanların, sözü ‘senet’ kabul edilenlerin devreye girmesi gerekir. “Ben kazanayım, sadece benim dediğim olsun” denildikçe milletimizin kaybettiği görülür. Hani, insanlar konuşa konuşa anlaşırdı? Ne oldu da konuşmak yerine en üst perdeden ‘bağırma’ sesleri işitiyoruz?
Mevki ve makamların insanlar için en büyük imtihan vesilesi olduğunu bir defa daha görmüş oluyoruz. Mahkemenin, ‘kadı’lara mülk değil, geçici bir makam olduğu görülse belki de hadiseler başka türlü cereyan edebilirdi.
Kollarımızı makas gibi açamasak da ‘kavga’cılara bir defa daha hatırlatalım: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”