İstanbul, bir zamanlar imparatorlukların başkenti, sultanların övünç kaynağı ve dünya tarihinin en önemli şehirlerinden biriydi.
Rahmetli babam İstanbul’u anlatırken sıkça, “İstanbul’da yaşamak bir üniversite bitirmeye bedel” derdi. Hayatının bir kısmını İstanbul’da geçirmiş biri olarak, arkadaşlarıyla verdiği mücadeleyi ve çektiği sıkıntıları özlemle anlatırdı.
Onun için İstanbul’u değerli kılan, inandığı değerler uğruna verdiği mücadelede şehrin ona kattığı değerlerdi. Eğitimci olmanın verdiği sorumlulukla, ömrünün İstanbul dışında geçen zamanlarında birçok kişiye dokundu; kendisini, bu kişileri ahir zamanın cazibedar fitnelerine karşı korumak için bir vesile kıldı.
İstanbul’un ilim ve dost meclisleri, sohbet ortamları ve manevi havası, insanlara değer katıyor ve onları birer İstanbul beyefendisi yapıyordu. Peki, İstanbul beyefendisi kime denir?
Öncelikle âdâb-ı muaşeretten nasibini almış, kültürlü ve naif kişiliktir. İstanbul beyefendisi öylesine örnek alınan kişilerdir ki konuşmalarına İstanbul Türkçesi denmiştir. Eski İstanbul’da, ne kadar şaşaalı bir konakta oturuyor olsanız da tevazu ile fakirhane tabiri kullanılırdı. Ancak zamanla bu tevazu yerini, malıyla övünen insanlara bıraktı.
Bugün, İstanbul beyefendisi tabiri bir iltifat aracı olarak kullanılmaktadır. Zira nesilleri tükenmiş ya da tükenmeye başlamış İstanbul beyefendileri, artık İstanbul ahalisine karışmış durumda.
İstanbul, bir zamanlar Sultanların hadisteki övgüye mazhar olma uğraşı verdiği, Devlet-i Aliyye’yi Osmaniye’nin başşehri, İslam halifesinin yaşadığı, kutsal emanetlerin bulunduğu ve Napolyon’un deyimiyle “Dünya bir devlet olsa merkezi olurdu” dediği kadim şehirdi.
Ancak, artık İstanbul, babamın anlatırken heyecanlandığı zamanlardaki azizliğinde değil maalesef. İstanbul, insanları kucaklayan değil, yutan bir hale gelmiş. Menfaatperest insanların elinde, ruhu olan bu aziz şehir ruhsuzlaşmaya başlamış.
Son yıllarda İstanbul’un geçirdiği değişim ve dönüşüm, birçok kişi tarafından endişe ile izleniyor. Modernleşme adı altında yapılan projeler, şehrin tarihi dokusunu zedelerken, hızlı nüfus artışı ve kontrolsüz göç, İstanbul’un kültürel kimliğini tehdit ediyor.
Bir zamanlar mahalle aralarında yapılan samimi sohbetler, yerini büyük alışveriş merkezlerindeki yabancılaşmış ilişkilere bırakmış durumda.
Şairin de dediği gibi:
Sokakların dert küpü, yolların yorgun yine.
Ne oldu sana böyle, söyle İstanbul söyle?
Yamaçlarında kar var, güllerin solgun yine.
Kime dargınsın böyle, söyle İstanbul söyle?
Bu dizeler, İstanbul’un günümüzdeki halini adeta özetliyor. Şehrin kaybettiği ruhunu geri kazanması için, bizlerin de bu sorumluluğu hissetmemiz gerekiyor. İstanbul’u sadece bir metropol olarak değil, aynı zamanda kültürel ve tarihi bir hazine olarak görmek ve korumak zorundayız.
Şehrin kaybolan ruhunu yeniden canlandırmak, sadece fiziksel yapıları restore etmekle değil, aynı zamanda o eski İstanbul ruhunu yaşatacak sosyal ve kültürel projelere de hayat vermekle mümkün olacaktır.
İstanbul, bir zamanlar olduğu gibi, yine dünya çapında bir cazibe merkezi olabilir. Ancak bunun için, geçmişin değerlerini ve estetiğini geleceğe taşımamız şart.
Babamın özlemle andığı İstanbul’u yeniden hayal etmek ve hayata geçirmek için hepimize büyük görevler düşüyor. Gelecek nesillerin de “İstanbul’da yaşamak bir üniversite bitirmeye bedel” diyebilmesi için, bu kadim şehri tüm değerleriyle korumak ve yaşatmak zorundayız.