Günümüzün en önemli problemi İslâm cemiyeti içinde birlik ve beraberliğin sağlanmasıdır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bundan yüz sene önce “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san′at, marifet ve ittifak silâhı ile cihad edeceğiz” demişti. Bu hastalıklar aynen devam etmekte ve çareleri olan marifet, san′at ve ittifaka daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Günümüzde İslâm dünyasında bölünmeler ve cemiyette ayrılıklar artarak devam etmekte, birlik ve dirlik için maalesef elle tutulur bir çalışma ve gayret görülmemektedir. Hâlbuki “Hepiniz Allah’ın ipine sarılın, bölünüp parçalanmayın” (Âl-i İmran, 3:103) âyeti bizlere mütecaviz düşmanlara ve cehalet ve fakirliğe karşı mücadele etmemizi emretmektedir.
Yüce Allah mü’minlerin inanç ve ahlâkî değerlere sahip olmaktan kaynaklanan inanç birliğinden dolayı “Mü’minler kardeştir” (Hucurat, 49:9) buyurmakta, kardeşlik hukukunun gereğini yapmamızı istemektedir. İnanç ve ideal birliğinden kaynaklanan birliğin ve beraberliğin temelleri “Kitabullah” ve “Sünnet-i Resulullah” olduğu konusunda ittifak vardır. Birlik ve beraberlik şahıslarda ve gruplarda değil, inançta, prensiplerde ve ideallerdedir.
Âl-i İmran Sûresinde zikredilen “Allah’ın ipinden” maksat “Allah’ın dini”, “Kitabullah”, “İslâm cemaati”, “Allah’ın emri ve dâveti” olduğu konusunda İslâm âlimleri çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. İlgili âyetin tefsirinde Hâzin, Râzî ve diğer müfessirler bu hususları çok açık ifade etmişlerdir.
Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde “Haberiniz olsun ki size iki şey bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabıdır. O hablullahtır [Allah’ın ipi]. Kim ona uyarsa doğru yolu bulur, kim onu terk ederse sapıklığa düşer. Diğeri ise benim sünnetimdir” (Müslim, Fedail, 37) buyurmuşlardır.
Ancak eksik ve yanlış anlamalar ve kasıtlı yorumlar sonucu ihtilâf çıkarsa ne yapılmalıdır?
Peygamberimizin (asm) fitne zamanında tavsiyesi “cemaate uymaktır.” Hz. Huzeyfe b. Yeman’dan (ra) rivayet edilen hadise göre Peygamberimiz (asm) “Fitne ve fesadın çoğaldığı, farklı görüş ve düşüncelerin ortaya çıktığı zaman ‘Müslümanların cemaat ve imamlarına uyun’” (Buhari, Fiten, 11; Müslim, İmaret, 51) ferman buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde “Sevad-ı Azama uyunuz” (İbn-i Mâce, Fiten, 8) buyurmuşlardır.
Cemaatten kast edilen nedir? Sevad-ı Azam nedir? Bu konuları incelemeye çalışalım:
ÖZELLİKLE FİTNE ZAMANINDA CEMAATE UYMAK TAVSİYE EDİLMİŞTİR
Peygamberimiz (asm) kendisinden sonra ümmetinin istikamet konusunda endişe etmiş ve pek çok tavsiyelerde bulunmuştur. Hud Sûresi’nde “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”1 fermanını çok düşünmüş ve bu sebeple saçlarına ak düşmüştür. Bu sebeple “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı”2 buyurmuşlardır. Bu sebeple Peygamberimiz (asm) ümmetine daima cemaat ile beraber olmayı ve cemaatten ayrılmamayı tavsiye etmiştir.
Peygamberimiz (asm) “Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan ve ayrılık çıkarmaktan sakının. Zira şeytan iki kişiden uzak durur. Onlara fitne veremez. Cennetin ortasını isteyen cemaatten ayrılmasın”3 buyurdular. Bu hadisi ile, Müslümanlar arasında fikir ayrılığı çıkaranların Müslümanların kafasını karıştıranların şeytanın vesvesesine kapıldığını haber vermiştir. Ümmetin çoğunluğunun inanç bakımından dalâlet ve haksızlık üzere birleşmeyeceğini de “Allah ümmetimi dalâlet üzere toplamaz. Allah’ın eli cemaat ile beraberdir. Cemaatten ayrılan ateşe girer”4 buyurmuş ve ümmetin istikametinin ortak inanç ve fikirlerde olduğunu ifade etmişlerdir.
Yine Peygamberimiz (asm) “Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır”5 buyurdular. Tabiî ki kast edilen mü’minlerin cemaatidir. Cemaat içinde haksızlık ve zulüm yapmak zordur. Çünkü insanın fıtratında haksızlığa karşı çıkma ve hakkını arama, kötülüğe engel olma meyli vardır. Çoğunluk kötülüğe ve yanlışa razı olmaz ve engel olur. Kötülük ve fesat düşüncesinde olanlar cemaat dışında ancak kendilerine destekçi bulabilirler. Bu sebeple cemaat içinde kalmak emredilmiştir. Nitekim Peygamberimiz (asm) yine “Kim bir karış da olsa cemaatten ayrılırsa ve kendisine ölüm gelir de ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”6 “Boynundaki İslâm bağını çıkarmış ve atmış olur”7 buyurarak tehlikesine dikkatimizi çekmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak konusunda kişilerin heva ve hevesi, ibadetten kaçmak hususunda da insanların nefisleri onları aldatır. Şeytan da insan aklının hevasını ve nefsinin tembelliğini kullanarak onları yanlış yönlendirir. İnsan fıtratından kaynaklanan bu husus bütün ümmetlerde olduğu gibi Peygamberimizin (asm) ümmetinde de geçerlidir.
Peygamberimiz (asm) “Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan sünnetime sarılan ve sahabelerimin yolundan giden cemaat kurtulacaktır; diğerleri ateştedir”8 buyurmuşlardır. Kurtulan fırkanın da “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olduğunu haber vermiştir.
Bu hadisler ve Peygamberimizin (asm) ikazları bizi Sünnete ve Cemaate uymaya çağırmakta, bu ikisi dışında kurtuluşun olmayacağını ihtar etmektedir.
CEMAAT VE SEVAD-I AZAM
Peygamberimiz (asm) “Ümmetim dalâlet üzere toplanmaz. Öyle ise sizlere ihtilâf çıktığı zaman ‘Sevad-ı Azamı’ iltizam etmenizi tavsiye ederim”9 buyurmuşlardır. İbn-i Hacer gibi büyük allâmeler sevâd-ı azamı “hak ve istikamet üzere giden ümmetin ekseriyeti” olduğunu belirtmişlerdir.10 Allâme Celâleddin-i Suyûtî de sevad-ı azamı “doğru yolda gitmek üzere birleşen ümmetin ekseriyeti”11 şeklinde izah etmiştir.
Bu durumda ümmetin ekseriyeti “Ehl-i hak ve istikamet üzere olan samimî dindar Ümmet-i Muhammed” (asm) olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim Peygamberimizin (asm) “Fitne zamanında ümmetimin ekseriyetine tâbi olun. Allah ümmetimin ekseriyetini dalâlet üzere toplamaz”12 hadisi de bunu teyit etmektedir.
Sevad-ı Azam, toplumun çoğunluğunun tabi olduğu inanç ve hayat standardıdır. Bu sebeple siyasî tercih ve temayül olarak değerlendirilemez.
İbn-i Kadı Simâvî “Hz. Ali (ra) olmasaydı ehl-i kıble ile savaşı aklımız almazdı. Hz. Ali (ra) ve ona tabi olanlar ehl-i adldir. Hasmı ve ona tabi olanlar da bağîdir ve asidirler. Zamanımızda kimin adil ve kimin bağî olduğuna dair hüküm ekseriyet itibarıyledir. Adil ve âsî olanı bilmemiz zordur. Zira şimdikiler ahireti değil dünyayı talep etmektedirler”13 demektedir. Burada çoğunluk sayı çokluğu olarak düşünülmesi yanlıştır. Zira Hz. Ali’nin (ra) Sıffın’de 70 bin askeri varken Hz. Muaviye’nin 120 bin askeri vardı. Sayı bakımından Hz. Muaviye daha güçlü ve çoğunluktaydı. Bu durumda “Sevad-ı Azam” siyasî olarak ve sayı çokluğu olarak değerlendirilemez. Ancak Hz. Ali’nin (ra) yanında Ashab-ı Bedir’den 70 sahabe, Bey’ât-ı Rıdvan’da bulunan sahabelerden 700 sahabe ve bunların dışında da 400 sahabe daha vardı ve toplam sahabe sayısı 1170 kadardı. Sahabenin çoğu Hz. Ali’nin (ra) haklılığını dâvâ ediyordu. Bu durumda Hz. Ali (ra) “Sevad-ı Azamı” ve “Cemaati” temsil ediyordu.
İbn-i Arabi, Peygamberimizin (asm) “Cemaate uymak ve sevad-ı azama tabi olmak” hadisinden iki hüküm çıkarmıştır. Birincisi, ümmetin uleması bir konuda icma ettikten sonra arkasından gelenlerin onu bırakıp başka bir görüş ortaya atmaları caiz değildir. İkincisi, Müslümanlar bir âdil imam etrafında toplanarak ona biat etmişler ise, ortada adaletsizlik ve haksızlık olmadığı halde niza ve ihtilâf çıkararak bu birliği ve dirliği bozmak caiz değildir.”14
CEMAATTEN AYRILMAK
Hz. Peygamber (asm) Müslümanları birlik ve beraberliğe, cemaate, hakikate ve adalete dâvet ederken diğer taraftan cemaatten ayrılan, birliği bozan ve hak ve hakikati bulmuşken bid’a ve dalâlet fikirlerine kapılarak inananların akıllarına ve kalplerine şüphe verenleri tehdit etmektedir.
Peygamberimiz (asm) “Kim itaatten çıkar, cemaatten ayrılır ve ölecek olursa, câhiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de Allah rızası ve ilây-ı kelimetullah gayesi ve gayreti olmadan, içinde taşıdığı asabiye, tarafgirlik sebebiyle öfkelenerek veya bir taraf lehine haksızlığı ve kavmiyetçiliği teşvik ederek bir bayrak altında savaşarak öldürülürse benim ümmetimden değildir. Ümmetimden herhangi biri haksız olduğu halde iyi ve kötü, haklı ve haksız ayırımı yapmadan mü’minlere kılıç çekerse, üzerinde anlaşma ve sözleşme olduğu halde bu sözleşmeyi ihlâl ederek gelişigüzel savaşacak olursa o bizden değildir”15 buyurur.
Bu hadis hak bir dâvâ için çalışan ve Allah rızası için bir dâvâ uğrunda mücadele edenlerin dâvâyı bırakarak başka iddialar ve dünyevî amaçlar için ayrılmasını ve dâvâ arkadaşları ile mücadele etmesini yasaklamaktadır.
Bir başka hadiste Peygamberimiz (asm) “Kim ayrılırsa, gideceği yer ateştir”16 buyurarak ayrılıkçıların sonunu ve ahiretteki durumunu da bize haber vermiştir. Bu husus vicdanında iman gayreti ve hakkaniyet duygusu olanların düşünmesi ve titremesi gereken bir durumdur.
TEFRİKADAN VE FİTNEDEN SAKINMAK
İslâm dini birliği, beraberliği, kardeşliği ve bunu temin edecek olan cemaati emir ve tavsiye etmiş, fitne, fesat, nifak, ihtilâf ve tefrikayı yasaklamıştır.
Yüce Allah “Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın! Bölünüp parçalanmayın”17 ferman ederken “tefrikaya sebep olacak, ayrılık çıkaracak olan inanç, fikir ve düşüncelerden uzak durun. Mevcut kaynaşmayı ve beraberliği bozacak fesat fikir ve düşüncelere kapılmayın ve ehl-i dalâlet ve küfrün, münafık ve mülhidlerin fitne ve fesatlarına âlet olmayın!”18 demek istemiştir. Müfessirler bu âyetin yorumunu böyle yapmışlardır.
Peygamberimize (asm) “Yâ Resulallah! Şayet Müslümanların cemaati ve imamı yoksa ne yapmamı istersin?” diye soran sahabeye Peygamberimiz (asm) “Bu durumda mevcut fırkaları terk et ve fitnelere karışma ve bulaşma. Bir ağacın köküne dişinle yapış ve ölene kadar böyle kal ve fitnelerden uzak dur!”19 ferman etmiştir. Bu hadis ile avamın fitnelere âlet olmamasını tavsiye etmiştir. Zira avam elbette işin hakikatini bilmediği için Müslümanların imamını ve cemaatini tanımaz. Onların fitneye karışmamaları gerekir. “Ağacın köküne tutunma” tabiri bu sebeple karşılaşacağı zorlukları ifade etmek için kullanılan bir Nebevî tabirdir.20
Bir başka sahabe “Yâ Resulallah! Ben iki gruptan birine girmeye zorlansam, bu sırada karşıdan biri gelip kılıcıyla bana vursa veya bir ok gelerek beni öldürse durumum nedir?” diye sorunca Peygamberimiz (asm) “Bu durumda seni öldüren senin günahını yüklendiği gibi, seni öldürmekle ateş ehlinden olmuş olur”21 buyurdular. Böylece zorla fitneye âlet edilenin günahının olmayacağını haber vermiştir.
Hak ve hakikati bilemeyenlerin fitneden uzak durması ve âlet olmaması gerekirken, hakikati bilenlerin ise elbette bilmeyenleri uyarma ve hakikati ortaya koyup göstermek ve ehl-i dalâlet ve nifak ile eli ile, dili ile mücadele etmek gibi önemli bir vazifesi vardır. Bu vazifeyi bilerek terk etmek büyük vebal ve sorumluluk getirir.
Nitekim Peygamberimiz (asm) “Ahir zamanın en büyük fitne ve fesadı zamanında cahil abidler ve fasık âlimler olacaktır.”22 “Kim bildiği ilmi, ehlinden saklarsa Allah onu ateşten bir gem ile gemler ve ona şiddetle azap eder”23 buyurmuşlardır.
İlim sahipleri bu gibi fitnelerde hak ve hakikati göstermek, ellerinden geldiği kadar fitneyi söndürmek ve ehl-i imanı dalâletten ve yanlıştan kurtarmak için çalışmaları gerekir. Avam ise “kalben buğzetmek” yani fitnelere karışmamak, uzak durmak ve farzları yapıp haramlardan kaçarak “Allahım, bizi fitnelerden uzak tut” diye duâ etmeleri gerekir. Kalben buğz etmek zalimin zulmüne, fasıkın fıskına âlet olmamak ve razı olmamak demektir. Zira küfre rıza küfür, zulme rıza zulüm ve fıska rıza fısktır.
Peygamberimiz (asm) avama zalim ve asilerden uzak durmaları, meclislerine ve sohbetlerine iştirak etmemelerini tavsiye etmiştir.24 Bu konudaki temel ölçüyü de yine Peygamberimiz (asm) “Kim bir kavmin yaptığı amele rıza gösterirse onların iş ve amellerine ortak sayılır”25 buyurarak vermiştir. Başka bir hadislerinde de “Kim bir kavme benzerse onlardandır”26 buyurarak fasık ve zalimlerden ve fitne ehlinden uzak durmalarını istemiştir.
DİPNOTLAR:
1- Hud, 11:112.
2- Tirmizi, Tefsir, 57.
3- Tirmizi, Fiten, 7.
4- Nesai, Tahrim, 6; İbn-i Mâce, Fiten, 8.
5- Müsned-i Ahmed, 4:278.
6- Buhari, Fiten, 2.
7- Müsned-i Ahmed, 5:180.
8- İbn-i Mâce, Fiten, 1; Müsned-i Ahmed, 3:145; 4:102.
9- İbn-i Mâce, Fiten, 8; Sindî, Hâşiye Alâ İbn-i Mâce, 2:464.
10- İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî fî Şerh-i Buhârî, 16:146.
11- Sindî, 2:464.
12- İbn-i Hacer, El-Metâlibu’l-Âliye, 4:266.
13- İbn-i Kadı Simâvî, Câmiu’l-Füsuleyn, 1:17.
14- İbn-i Arabî, Anzâtu’l-Ahzavî, 9:11.
15- Buhari, Ahkâm, 4; Müslim, İmâret, 53-54.
16- Tirmizi, Fiten, 7.
17- Âl-i İmran, 3:103.
18- Hazin Tefsiri, 1:264.
19- Buhari, Fiten, 1; Müslim, İmaret, 51; İbn-i Mâce, Fiten, 13.
20- İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 16:145-146.
21- Müslim, Fiten, 13.
22- Gazali, ihya, İlim, 150.
23- Gazali, İhya, İlim, 153.
24- Nevevi, Şerh-u Müslim, 12:8.
25- İbn-i hacer, Fethu’l-Bari, Haşiyesinde, 16:146.
26- Ebu Davud, Libas, 4; Müsned-i Ahmed, 2:50.