PROF. DR. TANEL DEMİREL, DEMOKRASİLERDE SİSTEMİN KİŞİLERİN İYİLİĞİNE, KAHRAMANLIĞINA, İNANCINA DAYANDIRILAMAYACAĞINI BELİRTEREK, “DOLAYISIYLA KURALLARA DAYALI BİR REJİM YERLEŞTİRİLMEK GEREKİR” DEDİ.
İNSANA DAYANAN SİSTEM ÇÖKER
ANKARA Risale-i Nur Enstitüsü’nde seminer veren Prof. Dr. Demirel, “Demokratik sistem yalnızca insanların iyiliğine, kahramanlığına güvenmek durumunda değildir. Eğer sadece bunlara güvenirse sistemin çökme ihtimali de artar” diye konuştu.
KURALLARA DAYANAN SİSTEM GEREKİR
DEMİREL, “Dolayısıyla insanlara değil kurallara dayalı bir rejimi yerleştirmek gerekir. Öyle bir sistem planlayacağız ki en kötüsü, en iktidarı kötüye kullananı bile gelse—ki gelebilir—sisteme çok da zarar veremeden bir süre sonra seçimle gitsin” dedi.
***
Türkiye’de demokrasiyi besleyen dinamikler de var
PROF. DR. TANEL DEMİREL: “İNSANLARA DEĞİL KURALLARA DAYALI BİR REJİMİ YERLEŞTİRMEK GEREKİR. İYİ YÖNETİM MESELESİNİ İNSANLARIN İNANCINA, İYİ NİYETİNE YA DA KAHRAMANLIĞINA BAĞLI HALE GETİRMEMEK GEREKİR. “
Prof. Dr. Tanel Demirel’in, Ankara Risale-i Nur Enstitüsü’nde “İki ileri bir geri: Türkiye’de demokrasi” konulu seminerin ikinci bölümünü yayınlıyoruz:
TÜRK HALKI SANDIĞA SAHİP ÇIKIYOR
Ben, etnik ve mezhep ayrımlarının -meydana getirdiği tüm problemlere rağmen- belli bir siyasal çoğulculuğu da beslediği kanaatindeyim. Türk seçmenin sol ya da sağ aşırı uçlara prim vermemesi ve özellikle seçim sandığına her zaman sahip çıkması bence altı çizilmesi gereken bir diğer faktör. Toplumumuzda hak ve hürriyet mücadelesinin tarihi çok eskilere gidiyor. Hakların tepeden verildiği için kolayca geri alınabildiği iddiası çok abartılı ve Türkiye’de yaşanmış hak ve hürriyet mücadelesini küçümsüyor gibime geliyor.
Bütün bunları söyledikten sonra toparlıyor ve bitiriyorum. Başta da söylediğim gibi Türkiye’de demokrasiyi besleyen dinamikler de var. Fakat aynı zamanda zorlaştıran dinamikler de var. Ama ben Türkiye’nin demokrasiyle olan bu macerasını böyle hayal kırıklığı meydana getirmek fevkalade başarısız bir macera gibi görmüyorum. Her halükarda biz, ancak liberal demokrasiye inananların ve gerektiğinde cesaretle ellerini taşın altına koyanların mücadelesiyle daha medeni bir toplumda yaşayabiliriz. Hak ve hürriyetleri kazanmak ve korumak kolay bir iş değil. Sadece başarısızlıklar ve olumsuzlukları öne çıkarmak risk almanın elini taşın altına koymamanın bir mazereti olarak da kullanılıyor.
KURALLARA DAYALI BİR REJİM YERLEŞMELİ
Aslında liberalizm tam da bunu söyler; iktidar yozlaştırır. Bunun kişinin iyi niyeti ile inancı ya da inançsızlığı ile bağlantısı son derece zayıftır. Dolayısıyla insanlara değil kurallara dayalı bir rejimi yerleştirmek gerekir. İyi yönetim meselesini insanların inancına, iyi niyetine ya da kahramanlığına bağlı hale getirmemek gerekir.
Son yıllarda yaşadıklarımız, dindar oldukları için denge denetleme mekanizmalarına ihtiyaç duymadıklarını söyleyenlerin bu iddialarının ne kadar temelsiz olduğunun anlaşılmasında rol oynamıştır ya da oynayacaktır diye ümid ediyorum. Öyle olursa bu demokrasimiz adına bir kazanç olacaktır.
Kısacası AB ve ABD’nin Türkiye’de iyi işleyen bir demokratik sistem kurulmasını gerçekten isteyip istemedikleri sorusunu sormak gerekiyor. Evet her zaman istiyorlar ya da hayır hiç istemiyorlar, istemediler demek doğru değil. Sorunun cevabı konjonktüre göre değişebiliyor.
Biz bu ülkede batı ve/veya Avrupanın ne olduğunu anlamakta zorlanıyor; iki uç tutumdan birine saplanıyoruz. Bir uçta batıyı hunhar, zalim, başkalarını sömürerek zenginleşmiş, Türkiye ve/veya İslam dünyasını zayıflatmaktan başka derdi olmayan homojen bir blok olarak görenler var. Diğer uç ise bunun tam tersini iddia ediyor. İyinin, doğrunun, hukukun ve diğer güzel şeylerin kaynağı ve en iyi biçimde yaşandığı bir batı dünyası algısı var. Bu kesim batı dünyasının sorunlarını, heterojenliğini ve bu dünyanın özellikle batı dışındakilere karşı gösterdiği çifte standartları görmezden geliyor.
Bugünkü başkanlık sistemini savunan çok yok
Türkiye’de daha liberal demokrat bir rejim olması için iç dinamiklerin çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Dışarısı veya Türkiye’nin dış dünyayla ilişkisi buna yardım edebilir. Olumlu anlamda bunu da düşünmek lazım ve bu kapıları kapatmamak lazım. Ama her şeyi oradan beklemek kesinlikle doğru değil. Çünkü her ulus devletin kendi ulusal çıkarı var. Batılı ülkeler batı dışı dünyada liberal demokrasiyi kendi ulusal çıkarlarına zarar vermediği ölçüde destekliyorlar. Bunu hiç unutmamak gerekiyor.
Hürriyet ortamı çok kırılgan bir ortamdır. Onu hassas bir çiçeğe nasıl davranılması gerekiyorsa öyle korumak için mücadele etmek gerekir diye düşünüyorum. O yüzden o tehditlerin de ben böyle tamamen devletin uydurması şeyler olduğu kanaatini de taşımıyorum açıkçası. Hele bizim coğrafyada. Ama şu konuda hiçbir şüphem yok: Türkiye Cumhuriyeti devleti veya devleti kontrol eden güçler hep bu tehditleri fazlaca abartma eğilimi içine de girdiler.
Bugünkü başkanlık sistemini savunan liberal sayısı fazla değil. Yani ben mesela bu 2017 referandumunda hayır oyu verdim. Hayır oyu verilmesi gerektiğine dair yazılar yazdım. Kurucu başkanlardan Atilla Yayla bugünkü sistemin şu anki koşullarda olabilecek en iyi sistem olduğunu yani 1982 Anayasasının eski haline nazaran daha iyi olduğunu savundu. Fakat biz LDT olarak resmi görüşü açıklamadık.
Şimdi liberallerin önemli bir kısmı Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen bu sistemden memnun değiller. Neden? Çünkü yürütme organına çok fazla güç veriliyor. Ne önerir liberaller bu noktada derseniz, ben kişisel olarak eski parlamenter sistemin de sihirli bir çözüm olmadığı kanaatini taşıyorum. Anayasa değişiklikleriyle bazı şeyler yapılırsa bu sistem de düzeltilebilir.
SORU VE CEVAPLAR
Stanfort deneyi konusuna bir parça tekrar olacak ama yeniden dönelim. Sosyal problemlerin çözümünde sistem mi, insan mı önce gelir?
Liberal demokratik sistem yalnızca insanların iyiliğine, kahramanlığına güvenmek durumunda değildir. Eğer sadece bunlara güvenirse sistemin çökme ihtimali de artar. Liberal demokrat bir rejimin temel özelliği şudur: Öyle bir sistem planlayacağız ki en kötüsü, en iktidarı kötüye kullananı bile gelse –ki gelebilir- sisteme çok da zarar veremeden bir süre sonra seçimle gitsin. Onun verebileceği zararları minimize edecek bir sistem. Benim ve başka bir çok liberalin bugünkü sisteme yönelik eleştirilerimizin kaynağında da bu yatıyor: Bir kişiye bu kadar güç verirseniz orada çok ciddi sıkıntı olur. Yani gerçekten de idealist, birisi kısa sürede iyi işlere imza atabilir ama böyle biri seçilebilir –ki bu çok düşük bir ihtimaldir- diye bu kadar büyük bir riski almamalısınız.
Sistemi değiştirmek kolay bir şey değil
Sistem eğer ahlaklı olana, ilkeli davranana hayat hakkı tanımıyorsa insanlar ne yapacaklar?
Sistemi düzeltmek için çaba gösterecekler denilebilir tabii. Fakat bu o kadar kolay bir şey değil. Sistemi değiştirmeye kalkışmanızın bedeli çok yüksek olabilir. Bu türlü keyfî otoritelerle uzun süre yaşamak zorunda kalmış ülkelerde hem sıradan insanlar ve hem de onları temsile soyunanlarda “devleti idare etme” dediğimiz bir tutum ve davranış ortaya çıkıyor. Sizi dinlemeyen, canının istediği gibi hareket eden bir siyasal otorite var. Bu siyasal otoriteye karşı dürüst, ahlaklı ve ilkeli davranırsanız hayat şansınız yok, yok ediyor, eziyor. Ne yapıyorsunuz? “Ben siyasi otoriteye karşı ayrı bir tavır geliştireyim, siyasi otorite yakınımda yokken gerçek görüşlerimi savunayım bildiğimi okuyayım. Otorite ile yüzyüze geldiğim zaman ise kendi gerçek düşüncelerimi bir yana bırakıp devletin duymak istediğini söyleyeyim” diyor. Bunu yaparken bir rahatsızlık da hissetmiyor
Ehl-i hamiyetli dahi müstebit eder
Liberal demokrasi bilincini oturtmak için kişinin kendi hukukunu korumayı bilmesi gerekmez mi? Bediüzzaman Hazretlerinin şöyle bir ifadesi var: Bir millet cehaletle kendi hukukunu bilmezse ehl-i hamiyetli dahi müstebit eder. Demek ki hukukumuzu bilmemiz lazım. Ne dersiniz?
Söylediğinize katılmamak mümkün değil. Bireylerin kendi haklarını korumak için harekete geçmeye risk almaya hazır olmaları çok önemli. Sadece kendi hakkını koruma değil, başkalarına yapılan haksızlıklara da tepki gösterme bilincinin de kuvvetli olması durumun da liberal demokrasinin varlığını sürdürmesi kolaylaşıyor. Ülkemizde her iki noktada da çok ciddi sorunlar var.
5816 hakkında
Siz konuşmanız esnasında söylediniz; liberal demokrasiye göre yöneticiler zamanı geldiğinde veya gerektiğinde hesap verebilir olmalı, dokunulmaz olmamalı. 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununu bu açıdan değerlendirir misiniz?
Bu ülkede ifade hürriyetini sınırlayan çok fazla düzenleme var. Atatürk’ü Koruma Kanunu bunlardan sadece biri. Sorunuza gelince liberal demokratik bir sistemde, tek bir kişiyi, o kim olursa olsun, adıyla sanıyla koruyan bir kanun olması kabul edilebilir değil. Çünkü liberal demokratik bir sistemde ister devlet kurucusu, isterse ülkesi için çok büyük hizmetler yapmış ve yapmakta olan biri olsun diğerlerinden daha fazla korumaya mazhar olmamalıdır.
SADECE SEÇİMLERDE HESAP VERİRİZ DİYENLER
(Sacid Adalı): Gerekenleri en güzel şekilde söyleyip gerekmeyenleri dışarıda bırakarak böyle bir meseleyi olduğu gibi aktarabilmeniz çok büyük bir başarı. Sizi tebrik ve çok teşekkür ederim.
Dikensiz bir gül bahçesi istiyoruz. Ailede de böyle. Babalar olarak evin içinde anneye, çocuklara biraz daha sert davranma alışkanlığına sahibiz. Hele iktidarları bir mücadele ile ele geçirenler.
Sayı üstünlüğü çok önemli. Ama doğru bir seçim sistemiyle. Güzel bir sistem olduğunda evet. Çok abarttığınız zaman karşılıklı uçlara gidiyoruz. Dediğiniz doğru. Mesela birkaç defa iktidara gelen Bülent Ecevit’in Türk siyasi literatürüne hediye ettiği bir iki sözden birisi de “siyasal çoğunluk”. Ben “siyasi görüşü sayısal çoğunluktan daha üstün tutarım” diyerek Demirel’e galebe çalmaya çalışmasında olduğu gibi. Veya tam tersi, şimdi olduğu gibi, “seçimle geldik, o zaman hesap sormaya hakkınız yok, ne istersek yaparız, sadece seçimlerde hesap veririz” diyenlerin görüşü.
Fakat demokrasi ile gelenlerce de seçimler daima manipüle edilmiştir ve bu manipülasyon noktasında basın çok büyük güç olarak kullanılmıştır. Benim kanaatime göre seçimlerde çoğunluğu kazanan parti kendi vaatlerinin tutarlı olduğunu ispat ettiği için seçilmiş değil. Mesela şimdiki iktidar partisi kurulduğundan bir yıl sonra iktidara geliyor. Kendi gücüyle seçimleri kazanmış gibi görünse de aslında öyle değil. Bir evvelki iktidarın beceriksizliği ve “artık bıktık, gelen daha kötü olamaz” fikri seçmeni yönlendiriyor. Bu demokrasi için de bir açmaz. Demokrasinin bazı özellikleri var. Malumunuz demokrasi olgun insanların işidir. İyi ve kötüyü ayırt edebilme rejimidir. Bir kültür seviyesi gerektirir. Biz böyle bir kültür seviyesine gelmediğimiz için birbirimize saygıyı da mahrum bırakıyoruz birbirimizden. Bu saygının olmadığı yerde de otoriterleşme oluyor. “Ben her şeyi biliyorum” diyor. Hâlbuki “beni de adam yerine koy da ben de sevineyim” ve bir gerginlik ortamı olmasın. Bu çerçevede size şunu sormak isterim. İktidar sizi bir sivil toplum örgütü olarak muhatap alıp fikirlerinizi sordu mu? Soruyor mu?
Bireysel olarak fikirlerimiz soruluyor
Öncelikle takdir edici sözleriniz için teşekkür ederim. Sorunuza gelince, iktidar çevrelerinin kendilerine yakın görmedikleri örgütlenmelerden görüş istemeleri Türkiye’de pek sık görülen bir durum değil. AKP’de bir istisna değil. Zaten LDT de kurumsal, resmi görüş açıklayan bir kuruluş değil dedik. Bu da bir faktör olabilir. Öte yandan LDT çevresindeki hükümet politikalarına daha yakın olduğu düşünülen insanlardan bireysel olarak fikirlerinin sorulduğunu da biliyorum. Bu da, kurumsal olmaktan çok daha ziyadesiyle bireysel ilişkilere dayalı bir etkileşim. Fakat genel olarak iktidar sahiplerinin tenkidi kabul etme, bu tenkitlerde kendilerine de yarayacak bir şey olduğunu düşünme uzak görüşlülüğünü gösterebildiklerini söylemek zor. Bu ciddi bir problem maalesef. Umarız düzelecektir.
BİTTİ