-GEÇEN HAFTADAN DEVAM-
Menderes ve Ezan-ı Muhammedî
Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur.
Seçimden 20 gün sonra yayınlanan demecinde Menderes; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden ezanın asliyetiyle okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, bu yasak devam ederken cami içinde bütün ibadet ve duâların Arapça olarak yapıldığını ifade ederek, bir bakıma yasağın mantıksızlığına dikkat çekmiştir.
Menderes Hükümeti’nin bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlaması ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Bediüzzaman Said Nursî, Ezan-ı Muhammedi’nin (asm) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir. 6
Adnan Menderes ve Bediüzzaman Said Nursî
Bediüzzaman Said Nursî, çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle bir dereceye kadar ve fikrî planda kalmak üzere alâkadar olup Demokratları destekledi. Menderes’i açık bir şekilde destekleyerek talebelerini de bu doğrultuda yönlendirdi. Bu desteğinin sebeplerini muhtelif vesilelerle izah etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’ân hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak aşağıdaki hususları vurgulamıştır: 7
1- “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz” (En’am Sûresi, 164. âyet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlâl edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslâm kardeşliği esas alınıp Kur’ân’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- “Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (asm) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkârlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hâkimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer.
3- “Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dâhildeki düşmanlıklar unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır.
Bediüzzaman’ın Menderes’e desteğinden en çok rahatsız olanların başında CHP lideri İnönü gelir. Bu konuda gerek kendisi, gerekse partisinin yayın organı gibi hizmet gören bazı gazeteler çok sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Üstad’ın Ankara ziyareti mecliste çok sert tartışmalara sebep olmuştur. İnönü’nün meclis kürsüsünde Menderes’e hitaben: “Siz şeriatı hortlatıyorsunuz, irticayı hortlatıyorsunuz. Bediüzzaman’ı gezdiriyorsunuz...” sözlerine karşılık Menderes’in:
“Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakkat çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?” cevabını vermiş; İnönü bunun üzerine: “Efendim siz, Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz. Öyle zaman gelecek ki, sizi ben dahi kurtaramayacağım” şeklindeki meşhur tehdidini savurmuştur.
Bediüzzaman 1950’de Demokrat hükümetin önüne bazı hedefler koyar. 8 Birincisi ezanı aslına çevirmek, ikincisi Kur’ân’ı radyolardan okutmak ve Risale-i Nur’u serbestçe neşrettirmek, üçüncüsü ise Ayasofya’yı ibadete açtırmak. Bunlardan ilk ikisi gerçekleştirildi. Ayasofya’nın ibadete açılması ise gerçekleşmedi. Bediüzzaman’ın ifadesiyle Ayasofya İslâm’ın fecr-i sadıkıdır. Bu konuda Fatih Sultan Mehmed’in vasiyetnamesine sahip çıkılmasını istemiştir. O bu vasiyetnamenin ihlâl edilmesine karşı çıkmış ve şu sert sözleriyle tepki göstermiştir: “Ayasofya’yı puthane ve Meşihat’ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz.” 9
Yaşanan Olaylar
1933’lerden önce doğan Cumhuriyet nesli, Demokrat Parti iktidarı öncesinde camilerden ancak “Tanrı Uludur” seslerini duymuştu. O günleri yaşayanlardan, ilk “Allahüekber”i sekiz yaşında duyan Nafiye Karabaşoğlu, 1950’nin o unutamadığı Haziran gününü şöyle anlatıyor:
“Bir akşam vakti, çoluk çocuk toplanmış, dışarıda, meydanlıkta oyun oynuyorduk. Mahallenin meydanlığında, o sıra kulağımıza ‘Allahüekber’ sâdâsı geldi. Nereden geldiğini ilk anda fark edemedik. Caminin minaresinden okunduğunu biraz sonra anladık. Daha önce ‘Allahüekber’le ezana başlandığı vaki değildi. Şaşırdık. Çocuk halimizle oyun oynamayı bırakıp yere çömeldik. Dinlemeye koyulduk. Analarımız, babalarımızda meydanlığa fırladılar. Herkes orada toplanmıştı. Büyüklerimiz ne günlere kaldıydık, Allah’ım çok şükür diye ağlaşıyorlardı. Sanki zindandan kurtulmuş gibiydiler. Adamlar camiye koştu, kadınlar kapı önlerine toplanıp Kur’ân okudular, duâlar ettiler. Bize de, çocuklar bugün en büyük bayramımız, bayram edin dediler. Herkes evinde ne kadar artık gazyağı varsa getirdi, külle karıştırıp fincanlara koydu. Biz çoluk çocuk fincanları sokak sokak dolaştırdık, her tarafı ışıttık, ortalığı bayram yerine döndürdük. O gece hepimizin bayramıydı.” 10
Menderes Dönemi millet iradesinin şahlanışıdır. Menderes döneminde son derece de büyük değişiklikler yaşanmıştır. Maddî hayatta da manevî hayatta da yaşanmıştır. 1950 öncesi keyfî idare, zulüm, baskı var, hürriyetler yok. En önemlisi de din ve vicdan hürriyeti yoktur. Sadece camiye gitmek isteyen dindar vatandaşlar değil, bütün Türk milleti din ve vicdan hürriyetinde büyük bir açılım istemekteydi.
Demokrat Parti’nin ve Menderes’in hizmetleri içerisinde sayılabilecek Kur’ân kurslarının ve imam hatiplerin açılması, ezanın istenildiği dilde okunmasına izin verecek şekilde kanunun değiştirilmesi gibi hizmetler milletimiz için çok makbule geçmiştir. Demokrat Parti dönemi din eğitimi ve öğretimi için yeni bir uyanış dönemidir.
Menderes, İmam-ı Azam’ın Türbesi’nde Neler Düşündü?
Menderes, Türkiye’nin mutlaka bir Ortadoğu politikası olması gerektiğine inanmaktadır. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’den bu politikanın belirlenmesini isterse de sonuç alamaz. Bu arada Mısır büyükelçimizle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Dulles’ın “Mısır siyasetiniz nedir?” sorusuna elçinin “Bilmiyorum” diye cevap vermesi bardağı taşıran damla olur. Menderes tam anlamıyla yalnızdır. Dışişleri Bakanlığı’nı kendisi sürüklemek zorundadır. İpleri eline alır ve harekete geçer.
Şu sözler kendisine ait: “Biz Arap komşularımızla dostuz. Eğer bazen bu hisler bir sis perdesi altında gizlenmiş gibi görünmüş ise de bunun geçici sebeplerden ileri geldiğine ve bundan böyle bütün bütün yok olmasının da mukadder bulunduğuna hiç şüphe etmiyoruz.” Araplarla dostluğumuzun arasındaki engellerin kaldırılması kaçınılmazdır ona göre.
Öyleyse ne yapılmalıdır?
Önce İngiltere’nin, ardından da ABD’nin tutumunu yoklayan Menderes, Ortadoğu gezisine çıkan Dulles’ı, programda yokken Ankara’ya dâvet eder ve uzun bir görüşme sonunda onu da ikna eder. Menderes, Nasır’a karşı harekete geçmiş ve İngiltere ile ABD’yi de ikna etmiştir. İlk hedef, Irak’la işbirliğidir. 6 Ocak 1955’te Bağdat’a giden Menderes, bir fırsatını bulup Nuri Said Paşa’yla baş başa görüşür. 13 Ocak’ta Türkiye-Irak ortak bildirisi yayınlanır. Uzun zamandır uyuşuk bir dış politika güden Türkiye’nin gösterdiği bu inanılmaz ataklık, İngiltere ve ABD’yi bile şaşırtmıştır. Daha çok şaşıran ise Mısır ve İsrail’dir. İkisi de Türkiye’nin aleyhine döner. Anlaşmayı bozmak için uğraşırlar. İsrail Devlet Başkanı Ben Gurion, şoka girmiştir. Menderes 23 Şubat’ta tekrar gider Bağdat’a ve ertesi gün, Bağdat Paktı haberi, ajanslardan dünyaya yayılmaktadır. İngiltere dâvet edilir pakta, sonra da ABD. Birincisi girerken, ikincisi dışarıda kalmayı tercih eder.
Türkiye, on yıllar sonra ilk defa Ortadoğu’da “bir şey” yapmaya çalışmakta, öncülüğü ele almaktadır.
İşte Sebati Ataman’ın hatırası çok anlamlıdır. Adnan Menderes, Bağdat’ta İmam-ı Azam Hazretleri’nin türbesini ziyarete gitmiştir. Sonrasını beraber okuyalım: “Duâlarımızı okuduk, ayrılacağız. Adnan Bey kımıldamıyor. Öylece kaldı, âdeta murakabeye daldı. Nihayet silkinip kendine geldi. Dışarı çıkarken yanına yaklaştım ve sordum: “Beyefendi, bir murakabeye daldınız, merak ettim, o esnada ne düşündünüz?” Kolumdan tutup bir kenara çekti ve şu cevabı verdi: “Sebati, bu mezarını ziyaret ettiğimiz şahsiyet, burada ve yakın şarkta, bizim memleketimiz de dâhil bütün İslâm ülkelerinde ebedî olabilecek bir nizam kurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu nizam da yıkılmış, darmadağın olmuştur. Şimdiki İslâm ülkelerinin vaziyetini görüyorsun. Bu nizamın başka esaslar dâhilinde yeniden kurulması, sulh ve sükûnun avdet etmesi lâzımdır. Biz de buraya bunun için geldik.”
Menderes’in sözlerini dinlerken, gözüm yaşlar içinde kalmıştı. Bana “Ağlıyor musun?” diye sordu ve sözlerini sürdürdü: “Ağlama, bu olacak, muhakkak olacak, biz görmeyeceğiz, ama torunlarımız muhakkak görecek.” 11
Bediüzzaman’ın ve diğer dindar halk tabakalarının DP’ye destek vermesinden rahatsız olan, Halk Partisi’ne yakın, devlette yuvalanmış bürokrat ve küçük memurlar, DP anlayışının hilâfına, din hizmeti yapanlara ve özellikle Nur Talebelerine karşı eski alışkanlıklarını devam ettirebilmekte idiler.
Ancak Bediüzzaman ve yakınında bulunan talebelerinin, kendi zaviyelerinden iktidara bir takım tavsiyelerde bulundukları bilinmektedir.
Bu tavsiyeler şöyle özetlenebilir: Şeâir-i İslâmiyenin önünü açan Demokratların hem mevkilerini korumanın, hem de vatan ve milletini memnun etmenin yegâne çaresi olarak “ittihad-ı İslâm” anlayışını kendilerine dayanak yapmalıdırlar. Ayrıca uluslar arası konjonktürün de bunu gerektirdiği, bunun Batılı büyük devletlerin de işine gelebileceği, zira ateizm ve materyalizmden herkesin zarar görebileceğinden dolayı İslâm birliği anlayışına eskisi gibi husûmetin olamayacağı görülmektedir. Bu vatanı yabancı istilâsına karşı koruyabilecek yegâne dayanak da İslâm anlayışıdır. Demokratlar, ülkeyi komünistlik ve masonluğun etkisinden bu sayede çıkarabilirler. Ezanı aslî şekliyle okumanın serbest bırakılmasından dolayı milletin gerçek anlamda desteğini kazanan Demokratların, dindarların zararına olabilecek bazı icraatlarda bulunarak bu kuvvetlerini kaybetmemeleri gerekmektedir. İçlerine sızan istibdat yanlısı bazı şahıslara dikkat edip bunların Demokrat camiaya zarar vermesi önlenmelidir.
Bediüzzaman, vatana ve millete en ziyade hizmeti yapabileceklerinden dolayı Demokratların desteklenmesi gerektiğinin altını sürekli çizmiştir. Cazibeli olan milliyetçi ve modernist partilere karşı bu partinin, nokta-i istinat olarak İslâmî değerlere sahip çıkmasının bir mecburiyet olduğunu, aksi halde birçok yanlışın faturasının, birçok yalanlarla Demokratlara yükleneceğini haber vererek, adeta 27 Mayıs darbesinin fotokopisini şu ifadelerle nazara vermektedir: “Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavi hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.” 12
Menderes’in idamının gizli sebepleri
27 MAYIS darbesine ve merhum Menderes’in idamına asıl sebep nedir? Burada Menderes’le ilgili onun sözlerinden kaynaklanan üç ayrı iktibas yapıp dikkatlere sunmak gerek.
Birinci Menderes hükümeti programında Başvekil Adnan Menderes “İnkılâpların tutanları vardır, tutmayanları vardır. Tutanları millet kabul etmiştir. Dolayısıyla bunlar devam edecektir. Ve bu yolda bu hükümet de üzerine düşen bütün görevleri yerine getirecektir. Ancak tutmayanlara gelince, onları tutturmak selefimiz olan iktidara düşerdi. Onların bunca yıl yapmadıklarını, yapamadıklarını bu hükümet kendisi için bir görev saymayacaktır” demiştir.
İkinci iktibas, 1950’den sonra birçok yerde merhum Menderes, “En büyük inkılâp, en büyük devrim demokrasi devrimidir. Bu millet böylece rüştünü ispat etmiş oldu” sözlerini sarf etmiştir.
Üçüncüsü ise 1952’de İzmir’de Merhum Menderes, “Türk milleti Müslüman’dır, Müslüman kalacaktır ve Müslümanlığın icaplarını da yerine getirecektir” diye konuşmuştur.
Menderes’in din ve vicdan hürriyeti yolunda attığı bu adımlar sadece bir liberalleşme, sadece hürriyetlerin genişlemesinden ibaret değildir. Bu sözler merhum Menderes’in iç dünyasını da bize yansıtan, onun mü’mince hisleriyle dolu olduğunun ispatıdır.
Bunlar idam kararında yazılmamış, ama Menderes’in kaderi üzerinde de çok etkili olmuştur. Darbeye ve Menderes’in idamına bu sözleri, bu düşünceleri sebep olmuştur denilebilir.
Menderes’in maddî imar ve hizmetlerin yanı sıra özellikle mânevî hizmetlerde büyük rolü vardır. Dine ve vicdan hürriyetine, din eğitimi ve öğretimine dair hizmetlerin gerçekleşmiş olmasında merhum Menderes’in çok büyük payı vardır. Bu hususta şahsî ısrarı, gayreti, tâkibi ve inancı vardır.
Bediüzzaman’ın kendisini “İslâm kahramanı” diye takdir etmesinin hakikati budur.
Dipnotlar
6. Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2008, s. 765.
7. A.g.e. s. 759.
8. A.g.e. s. 860.
9. Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2007, s. 869.
10. Köprü, Eylül 1986, Sayı: 102.
11. Mustafa Armağan, 14 Haziran 2009, Pazar, Zaman.
12. Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, 2008, s. 746-748.
İslâm Kahramanı, İslam’ın Hizmetkârı “Adnan Menderes” (1)
-DEVAMI VAR-