"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz”

25 Ocak 2019, Cuma
İslâm Kahramanı, İslâm’ın Hizmetkârı “Adnan Menderes” (1)

Adnan Menderes

***

Menderes neden İslâm kahramanı? Bu sorunun cevabını iyi anlamak için Menderes dönemi öncesi alınan kararlar ve uygulamalar ile Menderes döneminde alınan kararlar ve uygulamalara bakmak gerekir. Bu karşılaştırmada her iki dönem arasındaki dine yaklaşım ve laikliğin uygulanması farklılıkların bilinmesi, Menderes’i İslâm Kahramanı yapan süreci anlama konusunda yardımcı olacaktır.

Türkiye’de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışılan bir konudur. Her ne kadar resmî söylem ve metinlerde laikliğin “din ve devlet işlerinin ayırımı” olduğu belirtiliyor ve Türkiye’de de böyle olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesçe malûmdur. Türkiye’de laiklik, dinin devletten ayrılması değil, devletin dini belli bir forma sokması olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu tavır ve tutum, esasında İslâm’ın reforma tabi tutulması ve millî ilke ve amaçlarla uyumlu bir “millî İslâm”ın meydana getirilmesi çabasından başka bir şey değildir. Türkiye’deki laiklik uygulamasının en can alıcı noktası ve bariz vasfı özellikle 1950’ye kadar budur; yani Türk laikliği İslâm’ı reforme eden ve millî bir İslâm oluşturmaya yönelen çabaların bir ürünüdür. 

Din itikat ve İbadet’ten daha fazlasıdır

Cumhuriyet yönetiminin ilânının hemen arkasından başlatılan radikal düzenlemeler ve yenilikler çerçevesinde yapılanların çoğu doğrudan veya dolaylı olarak dine müdahale şeklinde tecelli etmiştir. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Riyaseti’nin kurulmasını sağlayan 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanun, Cumhuriyet yönetiminin dine ilk müdahalesidir. Bu kanun dini “itikadat ve ibadat”tan ibaret hale getirmiş, geriye kalan alanları ise dinden çıkararak siyasî kurumların tekeline aktarmıştır. Cumhuriyet laikliğinin dine müdahale olduğu zaten ilgililerce de ifade edilen bir durumdur. M. Kemal’in hatıratını yazan Falih Rıfkı Atay “Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur... Kemalizm ibadetler dışındaki bütün âyet hükümlerini kaldırmıştır.”  1 diye yazmıştır. Her gün karşılaştığınız, “Ben Müslüman’ım. Allah’a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlük davranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim.” şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin ve deforme edilmiş resmî İslâm yaklaşımının payı oldukça büyüktür. İslâm’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay’ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir. “İslâm dini Peygamberimizin Mekke’de bulunduğu sırada yaptığı ahlâkî telkinlerden ve bu olgunluğa varmanın bir vasıtası diye tavsiye edilen vazifelerden ve ibadetlerden mürekkeptir. Medine’de bir devlet kurulduktan sonra başvurulan Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahalli şartların icabının yerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaidelerin bin küsur yıl sonra başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esas olamaz.” 2

Osmanlı İmparatorluğu çökünce, Dünya’nın genelinde olduğu gibi “evrensel mantalite ve değerler” de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal ve yerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamda İslâm’ın evrensel ve uluslar üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmazdı. 

Ziya Gökalp’in aşağıdaki dizeleri dikkat çekicidir:

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,

Köylü anlar manasını namazdaki duânın...

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’ân okunur,

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın

Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!” 

Z. Gökalp’ın bu özlemeleri 1930’lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur’ân’ın ve diğer dinî metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddî çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. 

Esas itibariyle dine bir müdahale şeklinde uygulanan laisizm, dinin Dünya’ya, dünyevî alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleme, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırma ve tasfiye etme ideolojisidir. Bu anlayış Laikliğin kendisinden çok farklı olarak dine ve dini olana, manevî ve kutsî olana karşı tavır alma halidir. Bu durumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerek kişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye’deki laikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır. 3

Türkiye’de laikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması ve kişisel bir yapı haline getirmek istenmesi, dindarlara baskı uygulanması, dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısında cumhuriyet ideolojisinin ve kadrolarının düşünce ve idealleri yatmaktadır. Bununla ilgili olarak küçük bir belge sunmak istiyorum. Birinci baskısı 1930 ikinci baskısı da 1988 yılında yapılmış olan Prof. Dr. A. Afet İnan’ın Medeni Bilgiler kitabında M. Kemal’in el yazılarıyla verilmiş olan metinde dinle ilgili son derece ilgi çekici bir bölüm mevcuttur. M. Kemal ve arkadaşlarının din hakkındaki görüşünü yansıtan bu bölüm, laiklik anlayışına temel oluşturmuştur. 

“...Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilâkis Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükselmesine hasr etmeğe mecburdurlar. Bununla beraber Allah’a kendi millî lisanıyla değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’ân’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan din, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler...” 4

Afet İnan’ın kaleme alıp M. Kemal’e takdim ettiği ve onun kontrolünden geçen bu satırlarda ifade edilen kanaatleri bilmek, Türkiye’de uygulanan laikliğin temellerini anlamak ve açıklamak için önemlidir. Bu satırlarda ifadesini bulan din konusundaki kanaatlerin, laikliğin bir “ulusal İslâm/Türk İslâmı” oluşturma hedefine yönelik olmasını nispeten açıklamaktadır. İslâm Dini’ni Araplara mahsus bir yapı olarak kabul etmemiz durumunda onun millileştirilmesi ve Türkleştirilmesi anlam kazanmaktadır.

Yukarıda açıklandığı gibi Türkiye’deki laikliğin, 1950 öncesinde, dine açıkça bir müdahale, dini siyasal ve toplumsal hayattan uzaklaştırma, nihayet “ulusal İslâm”, “millî din” oluşturma amacına yönelik bir kamu politikası olarak ifade edilmesi mümkündür. 

14 Mayıs 1950’de gerçekleşen büyük değişim, entelektüel camiada ve toplumun genelinde bu anlayışa “hayır” denildiği şeklinde yorumlanmaktadır. Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihî bir ders verdi. Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu için de, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu. 

Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıl boyunca aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı. Bu durum o zamanın şartlarında muazzam bir olaydı.

Vatandaşların, dinlerini gereği gibi yaşamaları artık büyük ölçüde mümkün oluyordu. Kur’ân derslerine kadar uzanan yasaklamalar kalkmış, kimse başörtüsü yüzünden sokak ortasında polis hücumuna uğramaz olmuş, okullarda din dersi okutulmaya başlanmıştı. Halk Partisi’nin sattığı 800 camiye karşı, DP iktidarının ilk yedi yılında 1500 cami inşa edilmiş, camilere ayrılan bütçe ödeneği arttırılmış, viran kalmış camiler tamir edilmiştir. İmam Hatip Okulu sayısı 19’a çıkarılmış, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştı. Dinî yayıncılık serbest bırakılmıştır. 

Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaad etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslüman’dır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvelâ kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti.

Anadolu köylüsünün şartlarını, tarım ekonomisine dayanan Türkiye’de toprağın, toprakta çalışan insanın durumunu çok iyi bilen Menderes, bu ülkenin fakir tabakalarının, köylüsünün, şehirlisinin, kasketli, çarıklı, poturlu ve şalvarlıların hayat şartlarını çok iyi bildiği için, çok kısa zamanda Türkiye gerçeğini, tepeden görüldüğü gibi değil, tabanda yaşandığı gibi çok iyi kavrayabilmiş ve Türkiye’nin dertlerine kestirme çareler bulabilmiş, bunları icra edebilmiş, bu icraatı takip edebilmiştir. Türkiye’de hürriyet içinde refah, demokrasi içinde medeniyet mücadelesini yapmanın imkân dâhilinde olduğunu göstermiş bir iktidarın başbakanıdır.

Menderes, 13 Nisan 1949’da yapılan Aydın il kongresinde üyelerden birinin “sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olmaz.” sözüne cevabı “Ben aksini söyleyeceğim, Hürriyetin olduğu yerde sefalet olmaz.” idi. Böylece CHP iktidarında temel hak ve hürriyetlere getirilen kısıtlamalara karşı çıkılmıştır.

Menderes devri, demokrasi, hürriyet ve dinî inkişaf devri olduğu kadar, fakirlikten kurtuluşun diğer bir adıydı… Bu kurtuluşun, bu kalkınmanın toplum tabanındaki ifadesi, mahsulün yahut işlenenin para etmeye başlamasıydı. Fakir halk kitlelerinin de üstüne giyecek, çocuğuna giydirecek bir şeyler bulmaya başlamasıydı. Ormancı korkusunun, hacizli, kırbaçlı, jandarmalı vergi tahsilatının sona ermesiydi. Senelerce aç kalan, devlete vergi yetiştirmekten kendisine parası kalmayan milyonların cebinin para görmesiydi. Elektrikti, suydu, yoldu, fabrikaydı…

Menderes dönemi gerçeğinin rakamlardaki ifadesi ise gözleri kamaştırıyordu. Cumhuriyetin ilk 27 yılında en fazla % 3’lerde ve genel ortalama % 2’lerde kalan büyüme hızı, DP ile birlikte % 12’lere fırlamıştı. Ülke, CHP’nin 20 senede getirdiği yere, DP’nin dört senesinde gelmişti. Bu devirde ülke çapında bir imar ihtilâli yaşanıyordu. Tarım ve sanayide, eğitimde, sağlıkta büyük yatırımlar, temel altyapı yatırımları yapılıyordu. Büyük hidroelektrik santralleri, liman inşaatları, sulama tesisleri yapılıyordu. Ayrıca şehir içinde, şehirler arasında, köylerde karayolu yapımına bu dönemde büyük önem verilmiştir. 

Artık milletin ürettiği para etmeye, millet kazancının hayrını görmeye başlamıştır. Eskiden, devletin istediği miktardan arta kalırsa kilosu 20 kuruşa satılan buğday, kısa zamanda 45 kuruşa çıkarılmıştı. Pancar üretimi % 190, buğday üretimi % 230 artmış, pamuk, tütün, çay gibi ürünlerde % 100’lük üretim artışları sağlanmıştır. 1948’de 1.750 traktörü olan Türkiye’nin 10 yıl sonra eriştiği rakam, bunun 25 katıydı. 10 sene zarfında 21.500 köy içme suyuna kavuşmuş, köy okullarının sayısı 20.000’i bulmuş, köylerde elektrik yüzü görür olmuştu. Bütün bunlar, keyfi idarî harcamaları kısan, yatırımlara ayrılan bütçe payını % 25’lere, % 30’lara çıkaran Menderes hükümetinin eseriydi. Tek parti devrinin bir iki göstermelik barajına karşılık, Menderes Türkiye’ye 42 yeni baraj hediye etmiştir. 5

Dipnotlar:

1. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İst., 1969, s. 393.

2. Sebilürreşad, III-65, Kasım 1949.

3. Davut Dursun, Dine Müdahale Aracı Olarak Laiklik, KÖPRÜ, 1995 Yaz, Sayı. 51.

4. A. Afet İnan, Medeni Bilgiler, TTK, Ankara 1988, s. 364-368.

5. Demokrat Parti’nin İktisat Politikası (1950-1954) Mehmet Abidin Kartal, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Master Tezi, İstanbul-2000.

Okunma Sayısı: 4717
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı