Kişi Risale-i Nur’a, Üstada sadıksa; onun ufak tefek kusurlarını pek dikkate almazdı. Ama o sadakat yoksa ne kadar mükemmel olursa olsun nazarında pek fazla değeri olmazdı.
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için
Bize çok fazla karışmazdı. Ama, temel hatalarımız olduğu zaman mutlaka uyarır, işi kendi haline bırakmazdı. Meseleleri bana, daha ziyade ayağa kalkabildiğinde ve karşılaştığımız zamanlarda açar, saatlerce Üstaddan ve hizmetten bahsederdi. Ölçü ve prensipleri bize öyle yerleştirmeye çalışırdı. Hata yaptığımız zaman da, “Aman kardeşim, bu yanlıştır, bunun doğrusu budur” diyerek uyarırdı. Yetişme, gelişme noktasında da yetki verirdi.
Meselâ, Kirazlı Mescid’de bazen aşağıya, derse inerdi. (Hastalığından dolayı derse her zaman katılamazdı.) “Ağabey, buyur dersi oku!” derdik.
“Hayır kardeşim! Sen oku. Zaten Risale-i Nur’u ve Üstadı okuyoruz” derdi.
“Ama Ağabey, senin okuman daha iyi olur” diye itiraz etsek de, “Hayır!” derdi.
Dersi bize okutur, kendisi de dinler ve dolayısıyla yetişmemizi temin noktasında zemin hazırlardı.
Beraber çalıştığı insanları korurdu. Yanlışları olsa da...
Çünkü insanların yanlış yapmadan doğruyu bulamayacaklarına inanırdı. Yanlış yaptı diye, hemen o insandan vazgeçmenin, onu koparıp atmanın yanlış olduğunu söylerdi. Bu açıdan, en çok önemsediği şey, Risale-i Nur’a ve Üstada sadakat idi. Kişi Risale-i Nur’a, Üstada sadıksa; onun ufak tefek kusurlarını pek dikkate almazdı. Ama o sadakat yoksa ne kadar mükemmel olursa olsun nazarında pek fazla değeri olmazdı.
Şahsına hürmet edilmesini, saygı gösterilmesini; etrafında kendisine hizmet edilmesini, pervane olunmasını kat’iyen istemez, bu tip davranışlardan çok rahatsız olurdu.
Zübeyir Ağabey, kişinin sadakatine bakardı. Kişi Üstada sadık ve hizmete sahip çıkıyorsa, şahsına hürmet edip etmemesi onun için hiç önemli değildi. Maddî yardım ise onun nazarında hiçbir mana ifade etmezdi. Eğer o insanın Risale-i Nur’a ve Üstadın mesleğine karşı bir sadakatsizliği varsa, Zübeyir Ağabey böylelerine, zengin de olsalar, hiç değer vermezdi.
Gerçekten çok nazik ve kibar bir insandı. Fazla bir tartışmamız olduğunu ve çok fazla kızıp hiddetlenip de yüzüme karşı konuştuğunu hatırlamıyorum. Anlatır, uyarırdı. Tabiî ben de üzerime düşen hizmeti yapmaya çalışırdım. Çoğu zaman rahatsız olduğundan, mümkün mertebe rahatsız etmemek için yanına girmezdim. Biz hizmete devam ederdik. İş olduğu zaman çağırır, söyleyeceğini söylerdi.
Zübeyir Ağabey, havadar yerleri severdi. Sağlık problemleri de belki onu gerektiriyordu. Onun için Çamlıca’da eski bir bina vardı, oraya giderdi. Havası noktasında orayı daha tercih ederdi. Oraya gider, kalırdı. Bir şey olduğu zaman yine gelirdi.
Çok müdebbir ve hakîm bir insandı. Tedbir noktasında, Üstadın o taraflarını almıştı. İstanbul’da onun idaresinden dolayı hiçbir kitabı emniyete kaptırmadık. O noktalarda gayet tedbirliydi.
Meselâ Risale-i Nur’un bulunduğu depolar vardı. O kadar hizmetin içinde olduğum halde bana dahi depoları göstermezlerdi. Zübeyir Ağabey, “Kardeşim tedbir bunu gerektirir” derdi.
Kitapların nerede basıldığını da kimseye söylemezdik. O günün şartları içinde kitapların hepsinin şifreleri vardı; telefonda kitap isminden bahsetmezdik -Sözler yerine “büyük kaşık” demek gibi. Kitaplar bitse, “Basılıyor” demezdik. Bizi, “Kardeşlerimiz mübarektir. Sen ona söylersin. O da Anadolu’da müjdeli haber olarak, ‘Sözler tekrar basılıyormuş’ diye anlatır. Sonra polis gelir, araştırır, nerede ve hangi matbaada olduğunu bulur, bize sıkıntı verir” diye uyarırdı.
Zübeyir Ağabeyden aldığım terbiye gereği, bir insanın arkasından konuşmasını sevmem; ama zaruret olduğunda, kişinin yüzüne de rahatlıkla söyleyebileceğim şekilde söylerim.
Öbür tarafta, Allah’a hesap verecek tarzda olmaya çalışırım. Yani hata, kusurumuz mutlaka var, ama böyle bir hassasiyeti de daima korumaya çalışırım.
MESLEĞE SADAKAT DERSİNİ ZÜBEYİR AĞABEYDEN ALDIM
Ben Üstadı bilfiil göremediğim için sadakat dersini Zübeyir Ağabeyden aldım. Dâvâya sadakat meselesini de, taviz vermeme meselesini de, hayatım pahasına da olsa onu savunma ve müdafaa meselesini de ondan aldım.
Bir diğer husus da şudur: Karşımda konuşan kim olursa olsun, onu dinlerken Üstada uygun olmayan veya ters bir şey varsa hiç tereddüt etmeden, hürmet ve saygı içinde onlara hatırlatır ve sorarım. Bunu aynı şekilde bana yapmalarından memnun olurum, hiç rahatsız olmam. Çünkü o kişiye hürmetim, o yanlışı söylememe engel değildir. Veya ben yanlış anlamışsam, tatmin olmak için mutlaka Üstaddan delil isterim. Çünkü Zübeyir Ağabeyden böyle gördüm.
Üstad Hazretleri hani, “Ben söylemiş olsam dahi hemen mihenge vurmadan almayın. Belki ben de-hâşâ-müfsidim” diyor ya... Tabiî Üstad müfsit değil; ama bizi uyarıyor. Söylediğini Risale-i Nur’dan bulmak ve görmek isterim. Risale-i Nur’un içinde, Üstadın hayatında, mektuplarında dayanağını, delilini bulmaya çalışırım.
Bu ölçüleri, tavrı, tarzı ben Zübeyir Ağabeyden gördüm.
YARIN: Fiilî siyasete dönüp bakmadım
FOTOĞRAF: YENİ ASYA-ARŞİV