"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üstadın mezarının taşınması Nurculuğa darbeydi

11 Ağustos 2018, Cumartesi 00:02
Nurcular, Üstad’ın vefatının ardından zor günler yaşıyordu. Üstadın kabrini kaldırma çabaları Nurculuğa indirilen son bir öldürücü darbe anlamı taşıyordu. Türkeş, kendisine gelen ziyaretçilere, “Kabrini aldık, meçhul bir yere götürdük. Bundan sonra Nurculuk toparlanamaz” demiş.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için...

Üstad 23 Mart’ta vefat etmiş, 27 Mayıs’ta da ihtilâl olmuştu. Üstadın vefatından yaklaşık iki ay, ihtilâlden 45 gün sonra da (12 Temmuz 1960) Üstadın kabrini meçhule taşımışlardı. Yani ümitsizlik, hüzün, keder için her şart arka arkaya gerçekleşmişti. Türkiye genelinde, âdeta bir dağılma görüntüsü vardı, Nurculuk açısından. Zaten Üstadın kabrini kaldırma çabaları da Nurculuğa indirilen son bir öldürücü darbe anlamı taşıyordu. Bu son söylediğim boş bir iddia değildir. Anlatacağım olay bu arzunun en açık delilidir:

Olayı Bekir Ağabeyden dinlemiştim. Ona da anlatan Sandıklı’da eczacılık yapan Said Mutlu imiş.

Said Mutlu ve arkadaşları, ihtilâlden sonra Türkeş’i ziyarete gittiklerinde, sohbet Nurculuk meselesi üzerine gelince Türkeş, “Biz o işi bitirdik, hallettik” demiş. O da, “Nasıl bitirdiniz?” diye sormuş. Türkeş, “Kabrini aldık, meçhul bir yere götürdük. Bundan sonra Nurculuk toparlanamaz” şeklinde açıklamış.

Said Mutlu da ona, “Hayır, siz bitiremediniz. O şimdi yeni başlıyor” diye mukabelede bulunmuş. Bekir Ağabey, “Komünizm ile Mücadele Derneği” ile “Milliyetçiler Derneği”nin başkanlıklarını yapmış, hatırı sayılır, önde gelen bir insandı. Said Mutlu da bu gruplar içinde gayet hareketliymiş. Onu da, sonradan vurdular. Sebebini bilmiyorum.

HÜSREV AĞABEY OLAYI

İşte böyle bir ortamda, Nur Talebeleri hem kendi dünyalarında meydana gelen kaotik durumu, hem de ihtilâl şartlarını aşmaya çalışırken, Allah rahmet eylesin, Hüsrev Ağabey meselesi ortaya çıktı, üstad-ı sani olarak.

Hüsrev Ağabey, Üstad hayatta iken de Latin harflerine karşıydı. Bu konuda tavır takınmıştı. Fakat Üstad onun bu tavrını nazara almamıştı. Çünkü, “Yeni yetişen nesilleri Risale-i Nur’un hakikatlarından mahrum edemeyiz” diyordu. Zira onlar Kurân yazısını bilmiyorlardı. Özellikle onların Risaleleri okuması, anlaması lâzımdı. Hâlbuki malûm şartlar dolayısıyla Kur’ân hattını herkes bilmiyordu, hatta çoğunluk bilmiyordu.

Üstad Hazretleri, Risale-i Nurlar’ın Latin harfleriyle yazılmasına, basılmasına müsaade etmiş ve kendi hayatta iken de, aşağı  yukarı bütün eserleri Latin harfleri ile bastırtmıştı, Hüsrev Ağabeyin muhalefetine rağmen. Ayrıca, Hüsrev Ağabeyin Üstada muhalefeti sadece bu yazı meselesi ile de sınırlı değildi. Bunu zaten Lâhikalarda görmek mümkündü.

Oralara bakınca, Hüsrev Ağabeyin bazen küsüp bir hayli zaman Üstaddan uzak kaldığını görürüz. Tekrar geldiğinde Üstadın memnuniyet ifadelerini de müşahede ederiz, “Hüsrev yine başladı” gibi benzeri ifadelerinde. Hatta Üstad Hazretleri, onu kazanmak için, Isparta’da yanında kalmak istediğinde, Hüsrev Ağabey Üstadı evine kabul etmiyor. “Bir yerde iki aslan olmaz” diyor. Yani Hüsrev Ağabeyde benzeri bir takım duygular olduğunu Lâhikaları dikkatle inceleyince anlamamak mümkün değildir.

Şimdi bu duygular olduğu için, bana göre istihbarat bunu sür’atle kullandı ve Hüsrev Ağabeye “üstad-ı sani” denmesini sağladı.

Halbuki Üstaddan sonra onun halifesi, vekili olmaz. Çünkü bu, Risale-i Nur’un mesleğine uygun değildir. Zaten daha sonra, Hüsrev Ağabey için “Üstad” dendiğini de biliyoruz.

Işıklı rahleler ve aydınlatmalı masalar yapıldı. Hüsrev Ağabeyin stili yazı karakteri ile Kur’ân hattı öğrenildi. Onun hattı üzerinden geçerek, kopyalama işlemi ile Risaleler çoğaltılmaya başlandı. Yani Kur’ân hattını bilmek yeterli olmuyordu, bu çoğaltma işleminde görev almak için. İllâ ki Hüsrev Ağabeyin hattını bilmek veya öğrenmek öncelikli şart sayılıyordu.

İSTANBUL’A GİREMEDİ

Bu olay, maalesef çok zarar verdi Nur hizmetine. Çok ciddî şekilde bir yaprak  dökümü başladı. Hatta Zübeyir  Ağabey, “Şu yazıcılık hadisesini İstanbul’a bari sokmayın kardeşim” diyordu. Çünkü Anadolu’yu pıtrak gibi sarmıştı.

 Hüsrev Ağabeyin, hizmetin içinde belli bir yeri vardı. Eserlerde, Üstada muhatabiyet noktasında bir çok defa ismi geçiyordu. Üstad onu methediyor, takdir ediyordu. Münzevi yaşıyordu.

Bu ve benzeri birçok sebep çok sayıda insanın tesir altında kalmasına yetmişti. Ziyaretine gelen-giden de çok oluyordu.

Bana göre, dönemin uygunluğundan istifade ile Nurculuğu zayıflatmak isteyen güçler, istihbarat elemanları vasıtasıyla bu olayı tetiklemiş, geliştirmiş ve bizzat içinde yer almışlardı.

İstihbarat burada şu şekilde zarar veriyordu: Cemaatin içyapısını bildiği için, kişilerin zaaflarını ve birbirlerine karşı gelişen hissî kırılganlıklarını rahatlıkla işletebiliyor, işi körüklüyordu. Cemaat genelinde hiç tanınmayan, nevzuhur birçok insan ortaya çıkmıştı. Bunlardan biri astsubaylıktan atılma Fahri Türkmen isimli biriydi.

FAHRİ TÜRKMEN OLAYI

Said Özdemir Hoca, onu Ankara’da dershaneden atmıştı. Kendi ağzından duymadım, ama anlatılana göre, “Ben de size göstereceğim” diye intikam yemini etmiş.

İşte bu kişi, o zaman Hüsrev Ağabeyin yanında bulunuyordu. Olayı en çok tahrik eden, karıştıran insanlardan biriydi. Hüsrev Ağabey de ona çok inanıyor ve güveniyordu.

Bu zat, Zübeyir Ağabey başta olmak üzere, ağabeyleri ve ileri gelen Nur Talebelerini kast ederek “Bunlar Kur’ân hattına ve Hüsrev Ağabeye karşılar” diye çok tahrik etti.

Yazıcılık meselesi, bir nesil yetişmiş Nurcuyu ortadan kaldırdı. Ama bütün bu dezavantajlara rağmen, Yazıcılık olayı İstanbul’a giremedi. İstanbul’da etkili olamadı. Burada Zübeyir Ağabeyin tedbiri, feraseti ve basireti en büyük etkendir bence. Hakikaten, onun emri ile bu çalkalanmanın İstanbul’a girmesine müsaade etmedik.

Zübeyir Ağabey—tabiri caizse—hizmeti yeni baştan ihya etti ve Risale-i Nur’un mesleğini, sistemleştirdi. Kim mesleğe mugayir bir şey yaparsa, Zübeyir Ağabey usûlünce onu uyarır, karşı çıkardı. Bu; kardeş olur, ağabey olur onun için fark etmezdi. “Hakk’ın hatırı her şeyden âlidir,” deyip meslek hatırını her hatırdan üstün tutardı.

Bu ve benzeri olayların en büyük ıztırabını çeken ve halli için gayret sarf eden birinci derecedeki insan, gerçekten Zübeyir Ağabeydi. Bu yüzden çok değişik sebepler meydana getirerek, Hüsrev Ağabeyle görüşerek bu meseleyi halletmeye hep gayret sarf etti. (...)

YARIN: Meşveret ideali

Okunma Sayısı: 6067
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı