"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üstadın izzetli duruşunu örnek almamız lâzım

12 Eylül 2018, Çarşamba 00:54
Üstad Hazretleri her zaman hayatını hiçe sayarak izzet-i İslâmiyeyi, izzet-i ilmiyesini muhafaza etmiş, Cenâb-ı Hak da onu himaye etmiş. Üstadın yolundan gidenin de bu meslek ve meşrepte olması gerekir.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için



Türkiye’de sağ cephenin, dindar kitlenin en büyük meselesi kimlik meselesidir. Çünkü devlet kendi eliyle şahsiyetini, kimliğini tahrip edip, ona ikinci sınıf vatandaş, âdeta potansiyel bir suçlu gibi baktığı için; dindar, bir ürkeklik, bir aşağılık duygusu yaşar.

Şu ana kadar, dindar Müslüman kimliğini, bizden başka rahatlıkla açıklayan grup yoktur. “Ben Nurcuyum” rahatlığı içinde kimliğini açıklama cesaretini gösterecek başka bir grup olmamıştır. Kanun dışı kabul edildiği için cemiyet, tarikat gibi telâkki ediliyor. Biz ise Nurcu denilmesinden iftihar ederiz.

Bazı gruplar Nurculuğu sıfat olarak istemiyorlar. Nurcu olarak lânse edilmekten rahatsızlık duyuyorlar. Bunu çeşitli zeminlerde açıklıyorlar. Kimlik kabullenmesi yine bizim bünyemizde var. Hatta bizim paralelimizde olan, Nur cemaatinden sayılan bazı insanlarda da kimlik kabullenmesi yok. Tabiî ki bunda, biraz önce değindiğim “korku”nun tesir icra  etmediğini söylemek zordur. Yani Nurcu olmak vatan haini olmakla eşdeğer değerlendirilmiş ve cemiyetten bu şekilde dışlanılmak istenmiş. Onun için kişi  “Nurcuyum!” dediği zaman bu kanunen suç addedilmiş. Risale-i Nur okuduğu veya cebinde bulunduğu zaman suç addedilmiş. İşinden, aşından olmuş veya hapishaneye düşmüş. “Risale-i Nur  okuyor,  Said Nursî’yi seviyor” diye bunun bedelini böyle ödemiş.

Cemiyetin, devletin ideolojik kesimlerinin şiddetle hücumuna maruz kalan bir ekol, bir hareket, bir cereyan, bir isim Nurculuk. Said Nursî ismi ve onu sahiplenmek kolay bir şey değil. Bütün tehlikeleri, riski  göze alacaksın. Nasıl yapacaksın bunu? İşte Risale-i Nur hareketi bu noktada cesaret-i medeniye, fıtrî bir cesaret ister. Bu da bu dâvânın ehemmiyetini idrak ile olur. Bunu idrak edebilirseniz, Said Nursî’nin şahsiyetini tanıyabilirseniz, onun nasıl bir Kur’ân hadimi, hizmetkâr, müceddit olduğunu ve insanlığın maddî ve manevî hastalıklarının reçetesinin onun elinde bulunduğunu görürseniz, o imana ve şuura sahipseniz; işte o zaman bu uğurda risklere katlanır, fedakârlık yapabilirsiniz. Aksi halde...

Bir takım insanlar böyle bir bedeli ödemek istemedikleri ve dünyevî bir takım maksat ve hedefleri olduğu için bu isimden kaçınıyorlar. Belirli bir yere gelmek istiyor veya kendilerinde farklı bir değer görüyorlar. O zaman, o insan idare ile iyi geçinecektir ve bu sıfattan da uzak duracaktır. Dışarıya karşı, “Hayır, biz Nurcu değiliz” diyecek, ama içinden veya kendi aralarında ise, “Biz takiyye yapıyoruz” diyerek avunacaklardır.

Böyle bir tutum, Üstadımızın mesleğinde yoktur. Üstadımız her şeyi mertçe ortaya koymuştur. Bana göre de böyle bir tutum mutlaka lâzımdır.

Müslüman, son asırlardaki bozgunlarla, dâhili bir takım ihtilâflarla, imparatorluğun üç kıt’aya hükmeden gücünün inkıraza doğru gittiği yerde, aşağılık duygusuna kapıldığı, bir kimlik kaybına uğradığı zamanda çözüm Üstad Hazretleri’nden geliyor. Müslümanı, âdeta bu anlamda ihya ediyor, diriltiyor. O, İslâmın her zaman ve her şart altında, mevcut ideoloji ve dinlerin en üstünde bir din olduğunu, bütün esas ve prensiplerinin insanlığı her zaman dünya saadeti, huzuru ve refahına da ulaştırabileceğini; bu özelliğin İslâmın içinde bulunduğunu ortaya koyup, izah ve ispatını yapıyor. O zaman, “Acaba Kur’ân artık bu asrın ihtiyacına cevap veremiyor mu?” gibi bir soruya tereddütsüz cevap veriyor ve Müslümanlığını iftiharla haykırıyor.

Üstadın her halinde bu izzetli duruşu görüyoruz. Üstad Hazretleri her zaman hayatını hiçe sayarak izzet-i İslâmiyeyi, izzet-i ilmiyesini muhafaza etmiş, Cenâb-ı Hak da onu himaye etmiş.

Üstadın yolundan gidenin de bu meslek ve meşrepte olması gerekir. Onu temsil edebilmek, onu ayakta tutup yaşatabilmek, onu sahiplenmek, onun gibi yapabilmek, gayet tabiî bir cesaret işidir. Birtakım insanlar, belki fıtrî yapıları uygun olmadığından, bazı hesapları da bulunduğundan, hayat-hürriyet gibi bir takım endişeler de taşıdıklarından, Üstadın meşrebine bağlı olamıyorlar. Zaten, Üstad da, “Korku gibi sair şeyler insanı tedirgin edebilir” mesajını veriyor. Böyle bir kişi, “Hapishaneye düşeceksin, kaç ayını orada geçireceksin, gerekirse idam olacaksın. Bunu göze alabilir miyim, değer mi? Hiç değilse sesimi çıkarmayayım” diye bir yola giriyor.

Üstad böyle bir yolu ihtiyar etmemiş. Çünkü cemiyetin bu cesaret-i medeniyeye ihtiyacı var. Korkutulmuş, sindirilmiş, kimlik bunalımına düşmüş insanların, ancak böyle fedakâr, cesur insanlara; mukaddesleri için, hayatı başta olmak üzere her şeyini ortaya koyabilecek insanlara ihtiyacı var.  Onlara önder ve rehber olacak, onların cesaretini arttıracak. İşte Üstad da bunu yapmış.

Biz böyle bir yolu seçtik. Üstadın bu meşrebiyle hareket ederken, karşımızdakini de inkâra kalkışmadık. Sadece kendi kimliğimizle çıktık. Biz sadece onlara kimliğimizi güzel birşekilde anlatma başarısını ve becerisini gösterdik. Biz dedik ki,  “Siz, bizi yanlış tanıyorsunuz. Biz buyuz.  Biz şunu istiyoruz. Siyaset ve diyanet anlayışımız da budur. Siyaseten, hürriyetçi parlamenter sistemi savunuyoruz.  

ÇOĞULCULUĞU, GERÇEK MANADA HÜRRİYETİ SAVUNUYORUZ

Çoğulculuğu, gerçek anlamıyla hürriyeti, adaleti savunuyoruz.  Bütün bunları sadece kendimiz için değil, bütün insanlık için istiyoruz. Herkesin hukukunu savunuyoruz. İnanıp inanmama konusunda zorlamaya kesinlikle karşıyız.”

Bu tutumumuzun açık bir örneğini şöyle aktarabilirim:

Doğu Ergil’le buluştuk. Kapıdan içeri girdim. Arkadaşlarım da var.  Karşılaştığım  zaman, bana şunu söyledi: “Ben  ateistim. Benim inancım yoktur.  Beni böyle bilin” dedi. Benim ona karşı takındığım tavır ise şöyle oldu:

“O sizin Allah ile aranızdaki bir mesele. Ben ona karışmam. Ben size Said Nursî’nin meselesini anlatmaya geldim. 

Siz sosyal siyaset ile uğraşan bir insansınız, siyaset bilimcisiniz. Siz Güneydoğu’ya gidip rapor hazırlayacağınızı söylüyorsunuz. Bu hususta Said Nursî’nin görüşleri var, bunları biliyor musunuz? Ben size bunları anlatacağım. Sizin dininize, diyanetinize karışmam. Ben sizi bir insan, bir ilim adamı olarak muhatap kabul ediyorum” dedim.

Doğu Bey irkildi:

“Nasıl yani?” diye şaşkınlığını belirtti.

“Dinsizlik! Böyle şey olur mu? Bu ne demek?” gibi sözlerle reaksiyon göstermemi bekliyordu. Tabiî bizim oradaki davranışımız, kimliksiz kişiliksiz silik bir tavır olmadı. Onun inançlarını yargılamadığımız gibi, kendimizi inkâr veya gizleme yoluna da gitmedik. Ben orada Üstadımın hem imanî meselelerini, hem de sosyal, içtimaî, siyasî noktadaki görüşlerini anlattım. Arkasından ise şu sözlerle karşılaştım: “Bütün şu anlattıklarınızın hepsinin altını çizip, imzamı atıyorum” dedi.

FOTOĞRAF: YENİ ASYA-ARŞİV

Okunma Sayısı: 3533
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı