"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Telekulağı nasıl tesbit ettik?

09 Eylül 2018, Pazar 00:01
1971’den sonra, Ankara büromuzda böcek (dinleme cihazı) bulduk. Büronun yanındaki apartmanda televizyon tamirciliği yapan arkadaşımız, bir tevafuk eseri üst kattan dinlendiğimizi tesbit etmiş. Cihazı getirip bana teslim ettiler.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

Yeri gelmişken konuya açıklık kazandıracak birkaç hatırayı dikkate sunmak istiyorum:

12 Mart 1971 müdahalesinden sonra, sıkıyönetimde sorguya çekildiğim zaman dinlenip, izlendiğimizi daha yakından müşahede ettim. Bekir Ağabeyin yazıhanesinde telefonla bile değil, ikili-üçlü konuşmalarımızı dahi bana emniyette soru olarak yönelttiler. Bu olay dinlendiğimizi açıkça göstermekteydi. 1971’den sonra, sanırım 1973-74 olabilir, Ankara büromuzda böcek (dinleme cihazı) bulduk. Büronun yanındaki apartmanda televizyon tamirciliği yapan Selahattin Yeşilyurt isimli arkadaşımız, bir tevafuk eseri “dinlendiğimiz kanaati”ne varmış. Araştırmalar sonucunda üst kattan dinlendiğimizi tesbit etmiş. Cihazı getirip bana teslim ettiler. 

Ben de fotoğraflarını çektim. Son derece hassas, duvara sürtülen bir kibrit sesini bile algılayacak kadar hassas bir cihaz olduğunu anlatmıştı, Selâhattin.

Cihazı İstanbul’a getirdim. Meselenin üstüne gidecektik. Arkadaşları tehdit etmişler, “Bakın böyle, şöyle yaparsanız; biz de sizin bütün dershanelerinizi basarız, ararız, götürürüz, tevkif ederiz” diye.

“Bizi tehdit ediyorlar” diye, Ankaralılar beni sıkıştırdılar. Ben de cihazın bende olduğunu söyleyin dedim, onlara. Sonra, istihbaratın adamlarını yönlendirmek için, cihazı İstanbul Emniyet Müdürü Cevdet Çağlar’a teslim etmeyi düşündüm. USA imalatı cihazı Cevdet Beye götürdüm, korktu ve “Mehmet Bey! Beni bu işe, lütfen karıştırmayın. Bu istihbaratın meselesi” dedi.

Ben makamını hatırlatarak çekinmesini gerektirecek bir husus olmadığını anlatmaya çalıştıysam da, cihazı teslim almaya cesaret edemedi. İhtilâlci grubun, istihbaratın içinde olan kişilerden, emekli albay başka bir Çağlar vardı: Turan Çağlar. Orhan Kiverlioğlu’nun tanıdığı idi. İstanbul’da olup biteni o adamdan edinen Orhan Kiverlioğlu, değişik mahfillerden Ankara’ya, Süleyman Beye (Demirel) götürüyordu.

Kiverlioğlu bu meseleyi bildiği için “Turan’a verelim bunu. İstihbarat onu tanır, bilir” dedi. Maçka Oteli’nde randevulaştık. Onlar bizi övüp senâ ettiler biraz. O günlerde de  “Ecevit’in genel merkezi dinleniyor” diye gürültü kopmuştu.

Bize, “Bakın zaten böyle bir olay var. Siz vatanperver insanlarsınız. Şimdi gürültü çıkar. Lütfen siz bunu neşriyata sokmayın. Devlettir bu; gayet tabiî sizin gibi bir cemaati de takip edecek. Bunu başka türlü değerlendirmeyin. Gelin bunun üzerinde fazla durmayın” dediler. Cihazı Turan Çağlar’a teslim ettim. Karşılığında, teslim ettiğime dair yazılı bir belge aldım.

İki gün sonra Ankara’dan istihbaratın adamları geldiler. “Görüşmek istiyoruz” dediler.

“Buyurun, görüşelim” dedim “Özel görüşmek istiyoruz.” “Buyurun özel görüşelim.”

“Bizim cihazımız varmış sizde, onu almaya geldik.” “Sizin cihazınızın bizim müessesemizde işi ne?” Tabiî gülmeye başladılar.

 “Ne gülüyorsunuz. Siz getirip, cihazı koyuyorsunuz. Biz de suçüstü yakaladık, cihazı aldık. Ne istiyorsunuz ki artık?”

“Vallahi bu devletin zimmetli cihazıdır. Bunun değeri vardır. Evet, bu devlettir; biz memuruz. Böyle bir mesele olmuş.

“Özür dileriz, ama cihazı bize vereceksiniz.”

Kızdırmak için, “Hayır vermeyeceğim” dedim. Sonra kartı göstererek, “Turan  Çağlar’a verdim. Gidin ondan alın” diye devam ettim. Adamlar,  “Turan  Çağlar kim?” diye sormadılar bile. “Peki!” deyip, gittiler.

Daha  sonra Turan Çağlar’ın Amerika hesabına casusluk yaptığı iddiası ile tutuklandığını, Ankara, Mamak’taki  askerî hapishanede  intihar ettiğini duyduk.

Benzer olayların İstanbul’da da gerçekleştiğini gösteren bir olayı daha aktarmak istiyorum:

Zübeyir Ağabey  bilfiil Üstadın yanında kaldığı için daha tedbirliydi. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra evi, işyerini aradılar. Eserleri aldılar. Sonra tekrar bize iade ederken, üzerinde ismim yazılı büyük kasetlerden dört tane; iki sarı zarf içerisinde yedi sekiz tane de küçük kasetlerden teslim ettiler. Meğer yanlışlıkla yapmışlar. Yani istihbarat bizi dinlemiş. O kasetlere kayıt etmiş. Sonra onları tüylü, kalın zarflara koymuş. Yedi sekiz tane kaset; saatlerce yani. Yaptığım dersleri, konuştuğum sözlerin hepsini oraya kaydetmişler. Bilhassa Suudi Reşat Saruhan Beyin evinde yaptığım dersleri tamamen, o kadar da net almışlar ki... Hatta marangoz Şevket’e de vermiştim. Şunları çözün de bant halinde kalsın diye. Fakat sonradan ne olduysa çözülüp küçük bantlara aktarılamadı. Ama ben onları dinledim biraz. Hep böyle netameli sualleri sormuşlar. Hepsini almışlar. Zübeyir Ağabey onun için Sudi Beyin evinde ders yapmamızı istemiyordu. Bir garip şeydi o. Ben sonradan müşahede ettim. 

Zübeyir Ağabey bizzat bana, “Kaldır kardeşim oradan bu dersi” diye emretmişti. Ve o derslerin hepsi o zaman Zübeyir Ağabeyi doğrularcasına, oradaki derslerin hepsi kasetle karşıma çıktı.

O evde ders yapmaya başlamamızın sebebi şuydu:

Biz Cumartesi derslerini Kavurmacı’larda  yapıyorduk.  Evleri biraz genişti.

Sonra, onları korkuttular. Abidin Kavurmacı baskılara ciddî anlamda dayandı. Fakat öbür kardeşleri o kadar dirençli olamadılar. 

Yani her fırsatta dinlendiğimiz bir gerçekti. Gizli bir şeyimiz olmadığı için biz de bu durumdan rahatsız değildik. 

Telefonda veya ikili ne konuşmuşsak, onu her yerde konuşmuşuzdur. Halen de öyledir.

İşte Üstadın büyüklüğü buradadır. Biz hileyi hilesizlikte buluruz. Bu şeffaflık içinde de biz hizmeti götürdük. 

Bunun için de dinlenmişiz,  dinlenmemişiz hiç umurumuzda değil. Zaten umurumuzda olsa ne olacak? Devlet bu, ona yapacağın bir şey yok. Bir cihazı bulursun başka bir cihaz koyar.  Ama tabiî onların zararı şu olur. Özel bir şey konuşuyorsanız, merkezden kontrol altında olduğu için onu biliyorlar.

YENİ VE FARKLI FAALİYETLER DÖNEMİ

Bu aşamada artık ortalık biraz durulur gibi olmuştu. Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra Bekir Ağabey  olayı, Orhan Bey derken bunlar atlatılmış, kısmen rahat hizmet eder hâle gelmiştik.

Bir taraftan gazete, bir taraftan risale ve çeşitli kitaplar yayınlanırken diğer taraftan da sosyal hayatın bir başka yönü açısından hizmet ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Daha çok yetişen yeni genç neslin istek ve ihtiyacı olarak beliren bu hizmet fırsatı anma günleri, kutlamalar, sanat faaliyetleri gibi sosyal faaliyetleri kapsamaktaydı. Aynı zamanda dergi ihtiyacı da doğmuştu.

Çanakkale Şehitleri’ni, Mehmet Âkif’i anma, İstanbul’un fethini kutlama adı altında düzenlenen bu faaliyetler hem cemaatî bir ihtiyacı karşılamakta, hem de daha geniş halk tabakalarına mesajımızı iletme fırsatı sağlamaktaydı. Bu arada gençlerin kabiliyetlerini sergileyebilecekleri fırsatları oluşturuyordu bu anma günleri. Özellikle gençler sahne sanatlarında, müzik icrasında yer alabiliyor, istidatlarını sergileyebiliyor,  geliştirme imkânı elde edebiliyorlardı. Bu tip hareketlilikler cemaati daha fazla canlandırıyor, şevklendiriyor ve heyecanlandırıyordu.

İşin bir de şu yönü vardı:  Bizim dışımızdaki; ister sağda, ister soldaki grupların ellerinde Risale-i Nur  gibi, Nurculuk gibi bir dâvâ olmadığı için, sosyal hareketlilik noktasından, bu yönlere daha ziyade tevessül ediyorlardı. 

Yani dâvâmızın gereği, hareket imkânımızı daraltan durumlar, diğer gruplara göre, bu yönden bizi dezavantajlı bir duruma sokuyordu. Bu durum, gençlerimizin o duygularını da tatmin etme mükellefiyeti açısından bize daha fazla sorumluluk yüklüyordu. Biz bu faaliyetleri yapmakla hem değerlerimize sahip çıkıyor, hem de kendi meselemizi gündeme getiriyorduk. Bu suretle gençlik duygusunu, hissiyatını da tatmin ediyorduk.

Ayrıca gençlik teşkilâtları adı altında siyasî ve sosyal faaliyetlerin düzenlenmesine  zemin teşkil edecek kuruluşlara da ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu teşkilâtlar, gençlerdeki “idareci olma, o teşkilâtın sıfatını taşıma” gibi, onlar için bir onur meselesi olan bazı duyguların tatmini için de gerekliydi. Gençlik teşkilâtları, gençliğimizin bu duygularını müsbet anlamda tatmin etme zeminleri olarak yeşermişti.

İdealizmin zirvede olduğu o dönemde,  gençlerin bütün kabiliyetlerini olumlu mecralara yönlendirmek üzere yola çıkılmıştı. 

Ve bu idealist insanlar, bu teşkilâtlar vasıtası ile organize edilerek, dayanışmaları sağlanarak, olumlu yönlere kanalize edilerek zararlı ideolojik tahribattan, sokak hareketlerinden korunmuş oldular. 

Aynı zamanda fıtrî bir şekilde cereyan eden teşkilât faaliyetleri  dolayısıyla hayata hazırlandılar. Kendilerine güvenleri arttı, ufukları genişledi ve olumsuz şeylerden, bir ölçüde de olsa masun kaldılar.

Okunma Sayısı: 5908
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı