İnsan hakları anlamında düşünce ve kanaat hürriyeti, inanç hürriyeti, yoksulluktan kurtulma hakkı ve hürriyeti, korkudan uzak yaşama hakkı ve hürriyeti insan haklarından söz etmenin olmazsa olmazlarıdır.
Ethem Atay Semineri -1
***
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir düzenlenen “ADALET ve LİYAKAT” temalı akademik seminerler kapsamında bir program daha icra edildi.
Enstitünün misafiri, önceki adıyla Gazi Üniversitesi ve şimdiki adıyla Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin İdare Hukuku öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ender Ethem Atay idi. Önemine binaen bu programın konuşma metninin tamamını aynen yayınlıyoruz.
***
Bugün burada hukukun en netameli iki konusunu izah etmeye çalışacağız. Önce adalet nedir? Adalet kavramı üzerinde nasıl bir mutabakat sağlayabiliriz?
Biliyoruz ki hukuk ve adalet kavramına dinî, felsefî, ekonomik, siyasî ve benzeri açılardan baktığınızda, farklı sonuçlara ulaşırsınız. Bunu şunun için söylüyoruz; bugün yapacağımız kanaat açıklamalarını da elbette eleştirenler çıkacaktır. Bu da olması gereken, normal bir durumu ve zenginliği ifade edecektir.
Zaten insan sosyal hayatın içine girdiği andan itibaren bugün bildiğimiz anlamda hukuka ihtiyaç duyar. Yoksa meşhur örnekteki gibi, bir ıssız adada yalnız başına yaşamakta olan bir Robinson için beşerî kurallar anlamında hukuka ve onun bir öncüsü sayılabilecek olan sosyal ahlâka ihtiyaç yoktur. Onun tek sınırı, diğer canlılar karşısında vicdanı ve bütün varlık karşısında da tabiat kuralları denilen kurallardır. Ne zaman ki adaya Cuma gelir; işte o zaman Robinson sosyalleşir, ahlâkî ve hukukî anlamda kurallara ve sonrasında da kurumsal yapıyla ihtiyaç duymaya başlar.
İşte bu sosyalleşme aşamasında; dinler, kültürler, örf ve adetlerin de devreye girdiği çok kaynaklı bir yapıdan adalet denilen bir üstün kavram ortaya çıkmaya başlar. Adalet kavramı da bu kaynaklardan beslenmeye başlar. Ama bu çok kaynaklılık aynı zamanda bir paradoksu da beraberinde getirir.
YAŞANAN PARADOKS
Başlangıçtaki bu paradoksu günümüz toplumları daha fazla yaşıyor. Ancak ana hatlar da gittikçe daha fazla netleşiyor. Meselâ hem ulusal toplumlar, hem de uluslar arası toplumlar insan haklarının varlığı ve korunması üzerinde neredeyse ittifaken anlaşmıştır. Bunların pratiğe aktarılmasına ilişkin yol, yöntem ve uygulamalarda farklılıklar mevcudiyetini korumakla birlikte, tarihî gelişimin en son ulaştığı nokta şudur: İnsan hakları anlamında düşünce ve kanaat hürriyeti, inanç hürriyeti, yoksulluktan kurtulma hakkı ve hürriyeti, korkudan uzak yaşama hakkı ve hürriyeti insan haklarından söz etmenin olmazsa olmazlarıdır.
İNSAN ONURU
Bu hak ve hürriyetlerden bazılarının sadece belli kişilere veya kitlelere hasredilmesi öteden beri problem oluşturmuştur. Adaletin ne olduğu da bu sebeple tartışılmıştır. Bu tartışmaların sonucu olarak bugün “insan onuru” kavramı merkeze alınmış ve “hukukun amacı ferdin insan onuruna yaraşır şekilde yaşamasını sağlayacak adil bir düzen kurmaktır” denilmiştir.
Hal böyle olunca insan onuru kavramını ve bugünkü noktaya nasıl geldiğini düşünüyoruz. Meselâ bir yandan birileri İslâm dininin köleliğe ruhsat vermiş olmasını eleştiriyorlar, ama diğer yandan da köleliğin Batıda ancak yüz sene önce kaldırılabildiğini, hatta Vatikan’ın köleliğe karşı oluşunun bile ancak altmışlı yıllara gittiğini görüyoruz.
Özellikle adalet kavramı bu tartışmalar ve tereddütlü kapsam içinde en büyük sorunların görüldüğü bir kavramdır. Öncelikle ifade edelim ki, adalet toplumun ve devletin temeli, devletin varlığının başlıca amacı ve devlet yönetimine hâkim olan en önemli unsurlardan biridir. Dolayısıyla adaleti hukuka ulaşmanın ya da hukuku tatbik etmenin amacı olarak görüyoruz. Hukuk kuralları adil olmadığı takdirde, bu hukuk kurallarına riayet edilmemesi gerektiği yönünde felsefi akımların tavsiyesi söz konusu olup bu anlamda zulme karşı direnme hakkının felsefî platformlarda ve pozitif hukuk metinlerinde yer aldıklarını gözlemlemekteyiz. “Hukuk kuralını kim, hangi amaçla, hangi hususlara riayet ederek ve nihayet hangi usûl ve esaslar kapsamında koyarsa, daha adil olur” sorusunun cevabı da bu tartışmanın içerisinde yer alır.
HUKUKUN TANIMI
Birçok tanımı yapılmakla birlikte; “Hukuk, siyasî tercihlerin normatif hale getirilmesidir.” Bu tercihini yaparken kuralı koyacak otoritenin teorik anlamda bir sorumsuzluk ve serbestî içerisinde de olduğu varsayılmamaktadır. Bu sebeple, tercihin kapsam ve muhtevasına ilişkin işin tabiatından kaynaklanan bir takım sınırlamalar söz konusudur. Tercihin kabul edilebilirliliğini sağlayacak olan bir takım mekanizmalar vardır. Dolayısıyla tercihlerin yerindeliğini, kabul edilebilirliğini yani meşrûiyetini sağlayacak olan da yine adalet idesidir. Adalet çerçevesinin dışına çıkan hukuk kuralı, kâğıt üzerinde kalmaya, tartışma konusu olmaya veya uygulamada sorunlar doğurmaya mahkûmdur.
Devam Edecek