"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nur Talebesi cesur olmalı

01 Eylül 2018, Cumartesi 00:44
Zübeyir Ağabey, pısırık insanları sevmezdi: “Kardeşim! Nur Talebesi cesur, celâlli, kahraman olacak” derdi. “Pısırık insandan birşey olmaz” diye eklerdi.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

Üstad Hazretleri hakikatleri daima söylemiş, ama karşılığında bedelini de ödemiştir. Hapisle, sürgünle, zulümle ödemiş,  ama asla inandıklarından fedakârlık yapmamıştır.

Bana göre esas Nurculuk şudur: Üstad ne demiş ise onu harfiyen kabul etmektir. Onun gayesine en uygun şekilde anlamak, yaşamak ve anlatmaya çabalamaktır. Nur Talebeliğinin gereği budur.

Üstad Hazretleri ölçü ve rehber olarak eserlerini göstermiştir. Üstadımız ahirete gitti, fakat eserleri bâkidir. Nur Talebeleri için rehber, ölçü budur. Öyleyse her meselede, “Üstadım ne demiş?” hassasiyeti içinde olmak ve onun söylediklerine, yazdıklarına bakmak kadar tabiî bir şey olamaz.

Ben her karşılaştığım hadisede bakarım; Üstadım bu hususta bir şey demiş mi, araştırırım. Demişse zaten benim için ölçü odur. Çünkü bu zamanda biz onun vazifeli olduğuna; Risalelerin, Kur’ân’ın bu asra  bakan bir dersi olduğuna inanıyoruz. Bana göre benimsenmesi gerekli olan nokta budur. Biz Zübeyir Ağabeyde bunu gördük.

Üstad Hazretleri Zübeyir Ağabeydeki bu “sadakat” meziyetini, bu karakteri ve kişilik yapısını gördüğü için; onu özel hizmetine almıştı. Sadakatini diğer ağabeyler de tasdik etmektedir. Bu noktada Üstadın en küçük bir şüphesi yoktur. O da sadakati için Üstadın hizmetinde kusur etmemek, Üstadı rencide etmemek bakımından, kendi ifadesiyle sıhhatini  feda  etmiştir. Yine  Üstadın tarifi ile, hayatını Üstadına feda etmiştir.

Hasta olmasının sebebini, Üstad Hazretlerinin temposuna ayak uydurma  gayretine bağlıyordu. Zübeyir Ağabey, çok gayretli ve çalışkan bir insan olan Üstada yetişebilmenin öyle normal bir hayat seyri ile mümkün olmadığını ifade ederdi. Zübeyir  Ağabey, “Üstad Hazretleri gündüz Risale-i Nur’un tashih hizmetlerini yapar, istirahatına çekileceği zaman bize görevler verir, işler tevdi ederdi. Biz de onları harfiyen yerine getirme zorunluluğu hissederdik; ama zaman yetmezdi. Dolayısıyla çok az uyumam gerekiyordu. (...) Yani Üstada hizmet edebilmek için canını koyduğu gibi, sıhhatini de ortaya  koymuş fedakâr bir insandı. Âdeta, Hafız Ali, Hasan Feyzi Ağabeylerin, bir nevi hayattaki devamı gibiydi.

Üstad Hazretleri şark ile garp insanı arasındaki farkı şöyle ifade etmişti: “Bunlar (doğulu talebelerini kastediyor) bana canını feda ediyor; ama bu garplılar hayatını feda ediyor.” Can feda etmek daha kolaydır. Bir anda verirsin gider; ama “hayatını adamak,” bütün sıkıntı ve çileleriyle onu yaşamak daha değişik bir şeydir. Bunu anlamak kolay değildir.

Dolayısıyla Üstad Hazretleri, diğer ağabeyleri uyarmak için Zübeyir Ağabeyi  kastederek, “Hepinizden korkuyorum. Benim yanımda kaldığınız için, beni âlet etmenizden. ‘Biz de Said Nursî’nin hizmetkârıyız’ diye; ama bu camid kafalı, bu taş kafalı beni âlet etmez” dermiş.

Zübeyir Ağabey, hakikaten hiçbir zaman Üstadın yanında kaldığının imtiyazını ve iltimasını istemedi. Her ne söylüyorsa mutlaka Risale-i Nur’dan yerini gösterirdi. Üstadın Risalelere geçmeyen, özel hayatındaki uygulamalardan bir şey söz konusu olduğunda ise gören ağabeyler varsa, “Bu olay filânca yerde oldu. Filâncalar da şahittir” diye onları da şahit gösterirdi. Diğer taraftan şahit olduğu uygulamanın veya olayın şahidi yoksa “Ben bunu Üstaddan gördüm, fakat bu haber-i vahiddir. Yani bunu sadece ben gördüm. Bunun için kabul etmek mecburiyetinde değilsiniz. Ancak bakın, Risale-i Nurlar’a ters düşmüyorsa, uygunsa alın” diye vurgu yapardı. Mutlaka delilli konuşur, şunu söylerdi: “Ben kanaatten anlamam. Üstad satırlara koymuş mu? Sadır (kanaat anlamında kullanıyordu) beni alâkadar etmez. Satırda yazmış mı Üstad? Fiilen bu Üstadın hizmetkârının tasdikini görmüş mü? İşte beni bağlayan budur.” Üstad Hazretleri’nin mesleğine, eserlerine, ölçü ve prensiplerine bu derece sadık, ölümüne bağlıydı.

İnsanlığı noktasında gayet mütevazı, gayretli, kibar, nazik bir insan olan Zübeyir Ağabey, Üstad ve Risale-i Nur mesleği ve dâvâsı söz konusu olunca, fevkalâde kahraman, cesur bir insan olarak ortaya çıkardı. O mesele için feryat  eder, doğruyu ve hakikati söylemek, anlatmak noktasında fevkalâde celâllenir ve meselenin güzelini, doğrusunu ortaya koymak için gayret sarf ederdi. 

Zübeyir Ağabey çok zaman hastalığıyla uğraşıyordu. “Ben üç-dört saat çalışabilmek için, sekiz on saat mücadele veriyorum, şu yataktan kurtulabilmek için” diyerek, rahatsızlığının derecesini anlatıyordu. Sıhhati elverdiği ve ayağa kalkabildiği müddetçe çalışırdı. Hizmet meselesi olduğu vakit canlanır, âdeta yeniden dirilir, “Benim hastalığım falan yok. Bana Üstadın sopası, zili olsa; benim hastalığım falan kalmaz” der ve “(...) Onlar olmadığı için ben böyle hasta, yatakta yatıyorum” diye lâtife yapardı.

Zübeyir Ağabey, öncelikle Üstada şahsî sadakatiyle  göze çarpmaktadır. Üstadın dâvâsına, mesleğine, eserlerine sadakati ile bana göre emsalsizdir. Bu açıdan, “Şu insan da onun gibidir” diyebileceğim ikinci bir insan göstermem mümkün değildir. O, nezaketi içinde sadakat noktasında pervasızdır. Üstadı alet etmek cihetine tevessül etmediği gibi ettirmezdi de.

Bir de, “Kardeşim! Ben kendimden bir şey söylemeye kalksam, bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum. Bunun için Üstadıma uyarım. Yarın bir şey olduğu zaman da, ‘Ya Rabbi Üstadım dedi, ben onun için yaptım’ diyebilirim. Çünkü benim ilmim falan yok. Dolayısıyla ben, Üstadım ne demişse; onu harfiyen uygularım. Hiçbir zaman kendi kanaatimi, kendi hissimi Risale-i Nur’a karıştırmam” derdi. Biz de bunu yaşantısında görüyorduk. İster siyaseten, ister diyaneten, ister Üstadın mesleğine veya Risale-i Nur’a yapılan en küçük bir tenkide karşı mutlaka cevabını hemen verirdi. Yazılı veya sözlü neşriyatta çıkmışsa, yine onun gereğini yerine getirirdi. Camianın içinde de Üstadın tarzına zıt hareket edenlere karşı kesin tavrını koyardı.

İsim vermek istemiyorum. Üstadın talebelerinden bir-ikisini, bizzat yanımda, başka ağabeylerin de huzurunda hiddetle tekdir etmişti. Âdeta kükreyerek, “Ben hayatta kaldığım müddetçe Üstadımın mesleğini size bozdurmayacağım” demişti. Diğer ağabeyler de onu teskin için, “Ağabey, sen onun kusuruna bakma” demek gereği hissetmişlerdi.

Böyle durumlarda nezaketi bırakırdı. Çünkü fenafi’l-hizmet, fenafi’l-Üstad, fenafi’r-Risale olmuş bir insandı. Yani hizmette, Üstadında ve Risalelerde fani olmuştu.

Merhum Zübeyir Ağabey, pısırık insanları sevmezdi: “Kardeşim! Nur Talebesi cesur, celâlli, kahraman olacak” derdi. “Pısırık insandan bir şey olmaz” diye eklerdi. Benim, biraz heyecanlı halimi, birtakım insanlar tenkit ederlerdi; ama Zübeyir Ağabey o tarafımı takdir ederdi. Yeter ki yanlış olmasın, his karışmasın.

Tabiî insanın, dâvâyı anlatması, savunması noktasında cesaret-i medeniye ve şehamet gereklidir. Bunun başka türlüsü olmuyor.

Zübeyir Ağabey, çok sade, çok mütevazı yaşayan bir insandı. Odasının içinde bir halı bile bulundurmazdı. Üstad nasıl  yaşamışsa, o da öyle yaşamaya uğraşırdı. Yemesi içmesi, hastalığı da olduğu için çok basitti. Eyüp Ekmekçi gibi hizmetinde bulunan arkadaşlar, azıcık çorba yapardı. Yoğurt yer, patates haşlatırdı. Bazen et yapardı. Yani yemeği de belirli şeylerle sınırlıydı. Çok basit, çok ucuz eşyalar kullanırdı. Bizim gibi üç beş takım elbisesi olan insan değildi. Bazen hastalığından dolayı uzun süre dışarı çıkamazdı. Saçı sakalı uzardı. Tıraş için çıkması gerekirdi. Yamalı elbisesi vardı, onunla gitmek istemezdi. Hangisi oluyorsa, arkadaşlardan birinin ceketini giyer, “Şimdi bu halimle gitsem bizi temelli berduş zanneder, pek kaale almazlar. Kıyafetime göre tıraş etsin” diye insanların dış görünüşe verdiği önemin hesaba katılması mesajını verirdi.

Nur Talebelerinin pejmürde ve dağınık olmasını istemezdi. Kendini koyuvermiş, salmış insanlara kızar; onları uyarırdı.

Ben talebelerle bizzat meşgul olduğum için onlarla yakından ilgilenmemi, onların şahsiyetlerinin böyle gelişebileceğini söylerdi. Dolayısıyla ayakkabıları boyalı, pantolonları ütülü olmalarını, temiz giyinmelerini, tıraşlı olmalarını söylerdi. İnsanların bu zamanda şekle, maddeye değer verdiklerini, bu yönün ihmale gelmediğini vurgulardı. Bunun üzerinde çok durur; hatta parası olmayanlara yardımcı olmamızı isterdi. Biz de bu konuda üzerimize düşeni yapardık.

Bir ara  bazıları “dünyayı terk” anlamında dervişane bir anlayış içine girmişlerdi. Kendilerine bakmıyor, pantolonlarını bile ütülemiyor, ayakkabılarını boyamıyor, haftada bir ancak tıraş oluyorlardı. Onları hiç tasvip etmezdi. Bize “Onları düzeltin” diye talimat vermişti, biz de gereğini yapmıştık. Nur Talebeleri bu tedbirlerden sonra fevkalâde güzel giyinen, sosyal hayat içinde insan ilişkileri gayet iyi olan insanlar haline gelmiş ve takdir toplamıştı.

YARIN: Mesleğe sadakat dersi

 

Okunma Sayısı: 6151
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali Tam

    2.9.2018 04:33:56

    Müsbet Cesurluk akli selim ile sirat-i müstakimde hareket etmektir. Bu su demektir Allahin rahmet ve merhametinden mahrum kalma ve isyan mukabilinde ondan gelecek cezalarin KORKUSU ne kadar cok ise Allahin mahlukati/yaratiklarindan mahrum kalma ve onlardan gelecek kötülüklere karsi KORKUSU o kadar azalir. Insanlik tarihinde Allah'tan en cok korkan bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed ASM dir dolayisiyla MASIVA icin harcayacak KORKUSU yoktur ancak ümmeti icin endisesi kaygisi vardir. Müsbet CESARET iste budur. Yoksa divane sinegin atese ucmasi cesaret degil gaflettir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı