Üstad, cemiyetin içinde ve her kademesinde Nur Talebesinin bulunmasını istiyor. Bir Nur Talebesi, Risale-i Nur’un verdiği şuur ve tahkikî iman ile cemiyetin olumsuzluklarının etkisinde kalmaz.
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için...
GENÇLİK TEŞKİLÂTI KURDUK
Böyle bir teşkilât ilk olarak, 1976’da İstanbul’da kuruldu: İstanbul Gençlik Teşkilâtı adı ile. Kısa adı İGT idi. Sonradan istişare ile büyük illerde de, özellikle üniversite olan illerde şubeler açıldı. Organizasyonlar yapıldı. Hatta merkezde hazırladığımız anma toplantıları, şubelerde de, aynı şekilde icra edildi.
Bir dönemin en etkili gençlik dergisi Köprü, İGT kadrosu tarafından çıkarıldı.
Kadın ve aile için Bizim Aile, çocuklar için Can Kardeş dergileri de bu dönemin ürünleri olarak yayın yelpazemizde yer aldı. Zira bütün bu gruplar mesajımızın ulaşması gereğine inandığımız en stratejik toplum tabakaları idiler. Kadın ve çocuktan daha faydalı bir hedef düşünülebilir mi mesaj ulaştırma açısından? Gerek cemaat içi, gerekse daha geniş kesimler bakımından çocuklar da kadınlar da ihmali kabil olmayan aile unsurları olarak bizi böylesi yayınlara yönlendirdiler.
Meselâ gençlerin kendilerine göre arzuları ve duyguları var. Yazı yazmak isteyen, gençlik problemleriyle ilgilenmek isteyen var. Ayrıca diğer grupların da bu hususta dergileri yayınları çıkıyor. O zaman siz gençlerin eline müsbet bir şey veremezseniz, hoş olmayan, hatta mahzurlu şeyleri okuma ihtiyacı duyuyor. Sonra biz şundan da bu meselelere yaklaştık hizmetlerimizde. Yani insanlığın ihtiyacı olan meseleler neyse, onlara tek tek cevap verecek çalışmalar yapmamız gerektiğine inandık.
Biz bu yönde hareket ederken, kültürel ve ilmî sahayı da ihmal etmedik. İlimler, daha ziyade fenler dinsizliğe, ahlâksızlığa alet ediliyordu. Öyle ise, “Biz bunları, nasıl Müslümanlaştırıp dinin emrine verebiliriz, nasıl İslâmiyetle kaynaştırabiliriz?” sorusunun cevabını vermeye çalıştık, fiilî olarak.
İLİMLERİN DİLİYLE ALLAH’I ANLATAN ESERLER ÇIKARDIK
Edebiyat meselesine de önem verdik. Çünkü edebiyat, âdeta edepsizlik cihetinde, belden aşağıda, şehvanî arzuların hizmetinde kullanılıyordu. Tiyatro gibi sahne sanatları da bu maksatla kullanılıyordu. Hemen hemen sol ideolojinin eline geçmişti. Ayrıca hemen hemen her grup da kendi inancı istikametinde bu vasıtalardan istifade ediyordu.
Türkiye’de aşağı, yukarı sağ cephede roman yazma meselesine biz başlamışızdır, sair meseleleri de biz hareketlendirmişizdir. İlim Teknik Serisi ile fenlerin din ile nasıl bütünleştiğini ortaya koymuşuzdur. Fenlerin, dinsizliğe değil, Allah’a götüren bir vasıta olduğunu göstermişizdir.
Üstad Hazretleri’nin çok güzel ve orijinal bir ifadesi ve anlayışı var: “Fenler, marifetullahtır.” Halbuki dünyevî ilimleri okuyanlar, fenleri din ile bağdaştıramadığı için âdeta onlara dinsizlik ilmi olarak nefretle bakar. O meselelerle meşgul olmayı dinden uzaklaşmak addeder. Bunun için bir akım nasihatler yapılıyor, vaazlar veriliyor. Sinemadan tutun, edebiyata kadar sanat lânetleniyor. Çünkü onlar serserilerin, ahlâksızların, dinsizlerin, solcuların elinde kalmış, “Aman yaklaşmayın!” anlayışı hâkim olmuş.
Hâlbuki bunlar neticede bir vasıtadır. Dinin, imanın emrine verirsen onlar adına hizmet ettirmiş olursun. Dinsizliğin emrine verirsen, orada hizmet eder. Biz bunların rengini, yönünü değiştirdik.
Biz Üstaddan aldığımız dersle, “Fenler niye dinsizlik olsun? Fenler, Cenâb-ı Hakk’ın yaratılış kanunlarıdır. İnsan tecrübe ile onun ucunu buluyor. Sonra o fenlerin gözlüğü ve dürbünüyle kâinata bakıyor. Siz fenleri Kur’ân’ın tefsiri gibi okuyabilirsiniz. Çünkü bunlar da ‘kâinatın Kur’ân’ı,’ kâinat kitabı.
Öyle ise siz de rahatlıkla Allah’ın kudret ve azametini o fenlerin gözüyle görebilir, kâinata bu noktadan bakabilirsiniz” şeklinde düşünüyoruz.
Bana göre biz bu noktada Türkiye’nin rengini değiştirdik. Gayr-ı İslâmî duruma getirilmiş olan mesleklerin hepsini Müslümanlaştırdık. Bu tutumumuz, Türkiye’de bir dönüm noktası oluşturdu. Müslümanların dikkatini biz bu yöne çektik, bakış açılarının değişmesine vesile olduk.
Türkiye’de yaptığımız en büyük hizmetlerden biri budur. Konunun anlaşılması ve doğru örneklerinin ortaya konulması bakımından yüzlerce yayın ortaya koyduk: Kitaplar, ses kasetleri, videobantlar; belgeseller, konulu filmler...
İslâmî gruplar, hatta kendi gruplarımızdan bazıları dahi, “Siz insanları yanlışa sevk ediyorsunuz. Her Müslümanı, evine bu sihirli ve zararlı kutu TV’yi sokturmak mecburiyetinde bırakıyorsunuz. Bu hareket yanlıştır” diyerek karşımıza geçtiler.
Bizse, “Siz bu gelişmelerin önüne geçemezsiniz. Bu öyle bir belâ ve musîbet ki, herkesin evine girecek. Biz buna tedbir alıyoruz. Olumlu alternatif ortaya koymaya çalışıyoruz. Gücünüz varsa yardımcı olun, hatta bu alternatifleri çoğaltma gayretinde olun” diye insanları uyarıyorduk. Tabiî bize sahip çıkılmadığı gibi muhalefet devam etti. Ama biz gücümüz oranında öncülük görevimizi yaptık.
İşin garibi o dönemde bizim bu çığır açıcı faaliyetlerimizi kınayan, hatta “günah, haram” olarak niteleyen hizmet grupları yirmi-otuz sene sonra bazı hassasiyet çizgilerini dahi aşarak bu araçlardan yararlanma yoluna gittiler.
Demek ki bizim yaptığımız yerinde ve doğruydu. Hiç tereddüdüm yok, bu meselede biz onlardan yirmi-otuz sene önde gidiyorduk. Bu da bizim dünyayı, teknolojiyi yakından takip etmemiz ve sosyal hadiselere onlardan fazla eğilmemizin bir neticesiydi.
Üstadımız, bilhassa cemiyetin içinde ve her kademesinde Nur Talebesinin bulunmasını istiyor. Bir Nur Talebesi, Risale-i Nur’un verdiği şuur ve tahkiki iman ile cemiyetin olumsuzluklarının etkisinde kalmaz. O bir dâvâ adamı, bir idealist olur. Cemiyetin hangi kademesinde olursa olsun ayakta kalmayı başarır ve sair insanları da kurtarmaya vesile olur.
Halbuki bazı hizmet grupları, “Bu cemiyet çok bozuk, bu insanlar çok fena. Allah bunların şerrinden korusun, aman bunlardan uzak kalalım. Daha çok kendimizi kurtarmaya uğraşalım” şeklinde düşünüyorlar. Biz onların o mesleklerine bir şey demiyoruz, ama Üstadımız böyle değil, ölçüsü de böyle değil. Yani, onun verdiği ölçüde, “Gemisini kurtaran kaptan!” anlayışının yeri yok. Aksine bu ölçüde, “Karşıda yangın ve fırtınaya tutulmuş görünen gemileri de kurtarmak” var.
Bu anlayışımız bir bakıma, Üstad Hazretleri’nin Medresetü’z-Zehra ismi ile lânse ettiği “fen ve din ilimlerinin birlikte verilmesi” esasına dayalı eğitim reformunun informal de olsa hayata geçirilmiş olması anlamına gelmektedir.
Teknolojiyi bu anlayışımızın emrinde kullanarak aile ve cemaat içi uygulamalarla cemiyete de örnek olduk. Cemiyete gelen tehlikeleri herkesten evvel görüp buna karşı tedbir almaya çalıştık.
Mü’minin feraseti vardır ve mü’min imanına zarar verecek meselelere karşı hassas ve uyanık olmak zorundadır. “Asrın adamı” olmalıdır. Gelişen hadiseleri takip edemezse bu büyük zarar verir.
Peygamberimiz (asm) ve Hz. Ali Efendimiz (ra), mealen, “Çocuklarınızı o zamanın şartlarına göre yetiştirin” diyor. Burada “zamanın şartlarına göre yetiştirmek,” gelecek kötülüklere karşı hazırlıklı, uyanık olmak anlamı taşımaktadır. Nesilleri onlardan korumaya yönelik tedbirleri almak anlamındadır.
Biz de bu anlamı hayata geçirmeye çalıştık. Düşmanın silâhı ile silâhlandık. Onlar, onu bize karşı kullanıyorlardı, biz de onlara karşı kendimizi savunma ve koruma noktasında kullandık.
Bu anlamda, karşı tarafla ilişkiler konusunda Müslümanlar arasında bir kafa karışıklığı söz konusu idi. Aslında bu kafa karışıklığı, azalmasına rağmen hâlâ sürmektedir.
Fotoğraf: Yeni Asya - Arşiv