Hizmeti sadece vakıflar yapmaz. zihninde ve kalbinde hizmet aşkı olan herkes hizmet eder.
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için
Başta devlet gücünü elinde tutan Kemalist zihniyet olmak üzere, Üstadın mason komiteleri veya nifak komiteleri olarak adlandırdığı resmî-gayr-i resmî odaklar, hâlâ bu düşmanlıklarının gereğini yerine getirmek için hiçbir ahlâkî endişe taşımadan ellerinden geleni artlarında bırakmamaktadırlar.
Nurculuk hizmetlerinde “vakıflık müessesesi,” yani hayatını hizmete adama geleneği hizmetimizde mühim bir yer işgal ediyordu. Bana göre de güzel bir müesseseydi. Çünkü dönemin şartları içinde Risale-i Nur’a fedakârane, fedai gibi hizmet, daha çok bu anlayışla olabiliyordu. Risale-i Nur’un hizmeti gerçekten çok çetin bir hizmettir. Her yönüyle zorluklarla doludur. Özellikle tek parti döneminde Risale-i Nur’u eline almak bile, ateşle oynamaya eşdeğerdi.
Yani bir insan Risaleleri okumaya başlayıp, ona hizmet etmeye çalıştığı zaman eline ateş almış gibi olurdu. Çünkü devlet, Üstad başta olmak üzere, Risale-i Nur ve cemaatin karşısındadır. İnsanlar da, “devletin takibindeyiz” diye dehşetli bir korku içindedir.
Risale-i Nur okuyan bir insan, öncelikle hapishaneyi, işten atılmayı ve kendi aile camiasından bile dışlanmayı, hatta toplumdan dışlanmayı göze almak zorundadır. Esasında Risale-i Nur’un hakikatleri hangi insana anlatılsa alkışlar, “Çok güzel” der; ama söz konusu baskı ve zulümler, şairin dediği gibi, “Viran olası hanede evlad ü iyal var” diye insanları endişeye sürükler. Çevredekiler bile, “Aman, onlara yaklaşmayın. İşinden olursun, hapishaneye girersin” diye propagandaya alet olurlar. Nurculuk, özellikle 1950’den evvel, hapsin ötesinde, devlete karşı işlenen bir suç kabul edildiğinden, idam edilme tehlikesi bile söz konusuydu.
O zaman insan, ister istemez evlilik, çoluk-çocuk meselesini düşünmek zorunda kalır. Dolayısıyla Üstad Hazretleri’nin, “Ben iki sünneti ihya edemedim, yerine getiremedim” ifadesindeki, bekârlığı tercih etmesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır.
Çünkü Üstad evli olsaydı, hayatı devamlı şekilde sürgünle, hapisle geçmesi bakımından ne kadar sıkıntılı olurdu? Bunu evli olanlar daha iyi anlayabilirler. Mücadelesi, dâvâsı onu gerektirmiş. Dünya ve Türkiye şartları bunu gerektirmiş.
Demek ki, aynı hikmete bağlı olarak, Risale-i Nur hizmetinde bulunanlar da bekâr kalmayı tercih etmişlerdir. Bu tercihleri daha rahat çalışabilmek, hapishaneye girdikleri ya da işten atıldıkları zaman gözleri arkada kalmamak içindir. Fedakâr Nur Talebelerinin, Üstadlarına uymaları gayet güzel bir harekettir, ama bu kesin bir emir de değildir.
Ben Nur camiası içine girdikten sonra, bunu, her zaman böyle anladım.
“Vakıf Nur Talebesi” olmanın bir şartı gibi görünen bekâr kalma, hizmette var olagelse de kesin bir emir olarak algılanmamıştır. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır. Kişisel veya hizmet açısından gün gelir şartlar değişir, tabiî olarak bu eğilim de değişir.
Vakıf Nur Talebesi olmanın özelliği şudur:
Yirmi dört saatini hizmete adayan, yani medresede (dersane) kalan, devamlı şekilde Risale-i Nur okuyan, okutan kişinin sıfatıdır bu isim. Her şeyiyle kendisini hizmete adamış insanlara ait bir sıfattır.
Ben “vakıflık müessesesi”ne her zaman saygı ve hürmetle baktım. Vakıf arkadaşlarımızın, ağabeylerimizin bu dâvâyı fedakârane omuzlarında taşıdıklarını gördüm. Kendim de, bilfiil aynı yolu seçtim. Ben evlenmeden önce de, evlenmek isteyen veya buna zaruret hisseden arkadaşlara, daha sıcak bakmıştım.
Aslında, vakıf olma bir gelenek, bir meslek haline geldiği için evlenenlerin ruhuna Fatiha okunurdu. Yani, “Bu da evlendi, artık hizmette kalamaz. Hem çalışıp aile geçindirmek, hem de vakıflık anlamında bir hizmet yapmak mümkün değildir” inancı vardı. Ama kişisel, ailevî, toplumsal bir çok sebepten dolayı evlenmek zorunda kalan bir Nur Talebesinin de elini-eteğini hizmetten çeker olmasını veya öyle sayılmasını doğru bulmuyordum. İşte ben o zaman dahi böyle bir tercihi yapan arkadaşımız için şu tabiri getirdim: Modern vakıf.
Olayı da şöyle yorumladım:
Her mezun olmuş arkadaşı vakıf olarak dershanede istihdam edemiyorsun. Bir kısmı kendi razı olmuyor, bir kısmının da ailesi böyle bir tercihte bulunmasını istemiyor. Yani kendi işi olsun, evlenip-barklansın, çoluk çocuğa karışsın istiyor.
Böyle bir tercihte bulunan arkadaşlarımız için, “Hizmet sadece vakıflar tarafından yapılmaz. Herkes hizmet yapabilir. Önemli olan, arkadaşlarımızın içinde, zihninde ve kalbinde hizmet aşkı olmasıdır. Her bulunduğu yer ve şart içinde hizmetini ön plânda tutabilirse ister kaymakam, ister savcı, ister hâkim, isterse tüccar olsun. Hizmetini aksatmadan yürütebiliyorsa, o da bir vakıftır. Hayatın içine giren, hayatını kazanırken de hizmetini unutmayan, ön plânda tutan bir insan olarak ‘modern bir vakıf’tır” şeklindeki düşünceyi geliştirdim ve paylaştım.
Uygulamada da, ben sorumluluk aldım. Çünkü beraber bulunduğumuz ve bu konuda farklı düşünen insanlar bu işe sıcak bakmıyorlardı. Bunun için de ilgilenmiyorlardı. Bu bakımdan “Bana müracaat edin” dedim. Özel şekilde bunlarla meşgul oldum. Birçok arkadaşımıza bu noktada yardımcı oldum. Eşlerini bizzat kendim buldum. Bundan maksadım, arkadaşlarımızın uygun evlilikler yaparak hizmete devam edebilmelerini sağlamaktı.
Ben o zamanlar, o kapıyı biraz gevşettiğimiz için arkadaşlarıma, bilhassa üniversite mezunlarına şunu söyledim:
“Evlenmek isteyen arkadaşlar lütfen beni haberdar etsinler.
‘Kaçak inşaat’ yapmasınlar. ‘Belediyeye müracaat’ etsinler, ‘ruhsat alarak’ evlilik yapsınlar!”
Bundan hedeflediğim şuydu: Evlenmeye şiddetli muhalefet, ihtiyaç duyanı durdurmuyordu. Onu bünyeden atıp, koparmak ya da cemaat gözünde büyük bir günah işlemiş durumuna düşürmektense, cemaat içinde muhafaza edip, hizmette çalıştırabilmek. Böylelerine, “Bize müracaat edin. Evlenecek Nurcu bacılarımız da var. Nur Talebesi ile evlenirseniz, hizmetinizi daha rahat yaparsınız” nasihatinde bulunuyorduk. Bu gerçek, kadın-erkek için aynı derecede geçerli bir hakikatti.
Aksi şöyle oluyordu: Bir Nur Talebesi Nurcu olmayan biriyle hayatını birleştirdiği zaman, mutlaka ailevî sorunlar yaşanıyordu. Kadın-erkek, hangisi olursa olsun istediği gibi veya gerektiği gibi hizmet edemiyordu. Risale-i Nur devamlı şekilde takibat altında olduğu için, onunla meşgul olanlar her zaman işinden, aşından olabileceği, hapishane gibi musîbetlere düşebileceği için, evden o noktada olumsuz baskı geliyordu. Özellikle kadınlar bu noktada hassas ve zayıf olduğundan Nurcu eşini sıkıntıya sokuyordu. Nur Talebesi bir kız kardeşimiz de, Nurcu olmayan bir erkekle evlendiği zaman; beyi kız kardeşimize hizmet etme fırsatı tanımayabiliyordu.
Bugün tahdis-i nimet olarak ifade edebilirim ki, evlenmelerine vesile olduğum hiçbir çift arasında uyumsuzluktan dolayı boşanma olayı yaşanmadı.
Yaptıklarımın evlenmeyi teşvik anlamı taşıdığı, dolayısıyla vakıflık sistemine talebi azaltacağı şeklinde eleştiriler de almıyor değildim. Ancak uygulamalarımın, zaten var olan bir ihtiyacı meşrû bir şekilde gidermekten öte bir anlam ifade etmediğini, bu eleştiri sahipleri de zaman içinde görmüş oldular.
Evliliği hoş karşılamayan arkadaşlarımızın niyetleri de, elbette halisti. Onlar da hizmeti düşünüyorlardı. Esasında bir vakıfla, sair insanların hizmetini kıyaslamak, elbette mümkün değildi. Ama zaruret karşısında böyle bir tercihten başka çıkar yol da yoktu. Bu yapılmasaydı, ileride patlamalar meydana gelebilirdi. Daha sıkıntılı durumlar yaşanabilirdi. Bu noktada, yumuşak bir geçiş sağlanmalıydı.
YARIN: Evliliğim
FOTOĞRAF: YENİ ASYA-ARŞİV