Bütün bunlar Zübeyir Ağabeyin sağlığında gerçekleşti. İttihad da, Yeni Asya da onun zamanında çıktı. Beni İttihad’a ortak yapan, orada beni vazifelendiren de yine o. Zübeyir Ağabey de diğer ağabeyler ile istişare etmeden, onların rızası olmadan bir şey yapmazdı.
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için:ON SEKİZ MADDELİK PROTOKOL
Konuyla ilgili endişeleri ortadan kaldıracak bir protokol hazırlanması ve tarafların bunu imza altına alması teklifi geliştirildi. Taraflar cemaat ve Salih Özcan idi. Tabiî cemaati kimin veya kimlerin temsil edeceği sonradan belirlenecekti. Protokolün ana maddesi iki taneydi. Birisi Salih Özcan’ın 150.000 lira koyarak gazetenin sahibi olduğu; diğeri de, böyle olmasına rağmen gazetenin bütün idaresinin-neşriyat politikası da dahil-cemaate ait olacağı idi. Protokolde yer alan bir madde de bu idi. Bunun amacı, Salih Özcan’ın bu meseleyi istismar edip, malî noktada da bir takım sıkıntılar meydana getirmesini önlemeye yönelikti. Bu protokol on sekiz maddeden meydana gelmişti.
Neşriyatı kontrol bakımından, Rüştü Tafral’dan Servet Armağan’a kadar geniş bir heyet kuruldu; neşriyatı zaman zaman kontrol edecek bir meşveret heyeti gibi...
Resmî olarak, bir âdi komandit şirket kuruldu. Mustafa Polat’la Mehmet Kutlular iki ortağı yapıldı. Mustafa Polat Genel Yayın Müdürü, Mehmet Kutlular da idarî ve malî işlerden sorumlu kişi tayin edildi.
Ne yazık ki, o on sekiz maddelik protokol, zaman zaman bizim aleyhimize de kullanılmak istendi.
“KUTLULAR VE PROTOKOL”
Aslında bu protokol, sadece Salih Özcan’a karşı alınmış bir tedbirdi. Şu iddia işletilmek istendi: “Aslında Zübeyir Ağabey neşriyata karşıydı. Kutlular ona rağmen bu on sekiz maddelik protokolde ona muhalefet etti.”
Halbuki Zübeyir Ağabey gibi bir karakter abidesine işine gelmeyen veya istemediği herhangi bir tarzı, hizmeti ona zorla kabullendirmek veya onun böyle bir şeye göz yumması veya engellemeye gücünün yetmemesi düşünülemez bile. Eğer karşı çıksaydı o zaman İttihad’ın çıkması mümkün olamazdı.
Ayrıca, bütün bunlar Zübeyir Ağabeyin sağlığında gerçekleşti. İttihad da, Yeni Asya da onun zamanında çıktı. Beni İttihad’a ortak yapan, orada beni vazifelendiren de yine o. Zübeyir Ağabey de diğer ağabeyler ile istişare etmeden, onların rızası olmadan bir şey yapmazdı.
Böyle bir vazife talebinde, asla bulunmuş değilim. Dışarıdan, “Kutlular’ı bu vazifeye getir” gibi bir istekten de söz etmek mümkün değil. (...) Zübeyir Ağabey şahsî inisiyatifiyle bir görev taksimi yaptı. Tabiri caizse Üstaddan aldığı “görev paylaşımı anlayışı”nı, bir bakıma burada da sergiledi.
Yani bir taraftan derslerimiz; diğer taraftan gazete ve benzer sosyal hizmetler de devam ediyordu.
SANA VERİLEN HİZMETİ YAP!
Biz daha çok hizmetlerin bu yönünde görevlendirilmiştik. Gazete de bu kabil hizmetlerdendi. Yeni Asya’ya sahip olarak görevlendirildiğim zaman, ben itiraz da ettim, “bazıları, diğer kardeşlere de verilse” diye. “Kardeşim, ne karışıyorsun sen? Sana verilen hizmeti yap!” cevabını aldım Zübeyir Ağabeyden.
Bana hizmetlerin birçoğu, ihtiyarımın haricinde yöneltilmiştir. Meselâ dershaneye geldiğim andan itibaren, ister istemez dershanelerle ilgilenme hizmeti omuzuma konuldu. Esnafla, dershaneyle, talebelerle meşgul olmaya, dersleri yapmaya başladım. İstanbul’da dersleri, özellikle umumî dersleri ekseriyetle ben, Fırıncı, Birinci Ağabeyler ve Abdülvahid ile yapıyorduk, Zübeyir Ağabeyin nezaretinde. Hatta bazen, Zübeyir Ağabey derse katıldığında, “Ağabey, buyurun dersi siz yapın” derdim. “Kardeşim sen oku” derdi.
Şimdi, bu hizmetler benim omuzumda olmasına rağmen beni İttihad’ın başına getirip koydular. İttihad meselesi varken Yeni Asya çıktı. Onu da yine benim üstüme yaptılar. Zübeyir Ağabeye bir iki sefer itiraz ettim: “Bana niye veriyorsunuz?” diye. “Kardeşim sen karışma, üzerine düşeni yapmaya çalış” dedi. Burada şu hususun altını, özellikle çizmek istiyorum: Bana tevdi edilen hiçbir görevi ben talep etmedim. (...) Kimseyi de zorlamadım. Verilen vazifelere lâyık olmaya, onun hakkını vermeye çalıştım.
Bu teveccühlerinden dolayı ağabeylere, ahirete gitmiş olanlar da dahil teşekkür ediyorum; hepsine rahmet diliyorum. Demek ki, onlarda “Bu kardeşimiz bunu daha iyi yapabilir” şeklinde bir kanaat hâsıl olmuş. Bu kanaatin ne derece doğru olduğu ayrı bir mesele; ancak takdir onların. Ben, bu teveccühlerine lâyık olmak için, bütün gücümle gayret ettiğimi ifade edebilirim.
ÜLTİMATOM
Zübeyir Ağabeyin etrafında olanlara toptan olarak karşı olan ağabeylerimizde rahatsızlıklar vardı. Zübeyir Ağabey, ağabeyleri çağırıp konuştuğu zaman, pek çok defa, “Kardeşim, yine ağabeylerden hakkınızda ‘ültimatom’ aldım. Aman dikkat edin” diye uyarıda bulunurdu.
Tabiî ağabeylerimiz iyi niyetliydi, ama “Bu kardeşleri yanından uzaklaştır. Bunlar ifrat ediyorlar, bazı şeylerde zarar veriyorlar” diye bizi Zübeyir Ağabeye şikâyet ediyorlarmış. O da, onlara karşı bizi savunuyor ve muhafaza ediyormuş.
Bazı durumlarda ağabeylerden bazılarına ve hatta Zübeyir Ağabeye bir takım ağabeylerin, Üstadın esas hizmetkârlarının haricinde bir takım adamlar da nüfuz ederek “Bu üç Mehmetleri, İstanbul’dan Anadolu’ya, sağa sola dağıtalım” derlermiş. Bu tip şeyler o zamanlar söyleniyordu. Zübeyir Ağabeyin benzer uyarıları bizi daha dikkatli olmaya yönlendiriyordu.
Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra Fırıncı, Birinci Ağabeyler ve Abdülvahid’e şunu söyledim:
“Siz benden yaşça büyük olabilirsiniz. Hizmette benden ileri olduğunuzdan da şüphem yok, ama mesafeyi kapattık biz. Aynı asker tertibi gibi olduk. Dolayısıyla sizleri Zübeyir Ağabey gibi bir merci kabul edemem. Çünkü Zübeyir Ağabey hepimizin ağabeyi idi. Biz aramızda konuşur, sonra Zübeyir Ağabeye giderdik. O da, ya tashih, ya tasdik, ya da iptal ederdi. Kimse bir şey diyemezdi.
“Ama artık bu mümkün değil. Dolayısıyla eşit şartlarda meşverete dayanarak bu hizmetleri yürütmemiz lâzım. Eğer aramızda en küçük bir mesafe açıklığı olursa bunu işletirler. Birbirimize düşürürler. Aman bu meselemize dikkat edelim. Her hafta, ya da on günde bir toplanalım.”
FOTOĞRAFLAR: YENİ ASYA- ARŞİV
YARIN: Günlük gazete ihtiyacı