"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Manşetlerle baskı havasını kırıyorduk

13 Ağustos 2018, Pazartesi 00:48
Kayseri Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk, Kayseri ve Sivas bölgesinde Müslümanlara aşırı eziyet ediyordu. Hatta ihtiyarların giydikleri takkelere, sarıklara kadar karışıyordu. Bir seferinde, Zülfikâr’da, “Sen Türk milletinin paşası değil, Moskof Rusya’nın maşasısın” diye manşet attık.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmeK için

Yeri gelmişken, İhlâs gazetesinin  kapatılması sonrası gelişen ve benim de içinde yer aldığım, bazı olaylardan da bahsetmeliyim:

1963 yılında idik. Ankara’da İhlâs gazetesi çıkıyordu. Cemal Tural, sıkıyönetim komutanıydı. İhlâs’ı, Said Özdemir Ağabey çıkarıyordu. Gazete ile diğer arkadaşlarla birlikte, merhum Ali Gürbüz, bizzat meşgul oluyordu. Yayınlara tahammül edemeyen sıkıyönetim gazeteyi kapatmıştı.

O arada İzmir’de sıkıyönetim kalkmıştı. Ali Gürbüz, bir-iki arkadaşı ile Zülfikar’ı İzmir’de çıkarmaya başladılar. Sonradan İsmail Ambarlı İzmir’e gitti. Astsubaylıktan ihraç edilen Kasım Ali Güngör vardı. O da yardımcı oldu. Muzaffer Deligöz Yazı İşleri Müdürü idi. Yayınlar aynı minval üzere devam etmekteydi.

Ege’yi  bildiğim için, tam o sıralar gezmeye çıkmıştım. İzmir’e gittiğimde Muzaffer Deligöz’ü tevkif etmişlerdi. Bir yazıdan dolayı Buca Cezaevine koymuşlardı.

Bu durumu görünce, Zübeyir Ağabeyle telefonda konuştum. Durumu anlattım. “Ne yapalım?” diye sordum. Zübeyir Ağabey bana, “Kardeşim! Sen Muzaffer çıkana kadar orada kal”  dedi. Ben de o andan itibaren İzmir’de hizmete devam ettim.

FARUK GÜVENTÜRK YAYINI

Muzaffer  Deligöz, evini getirmiş değildi. Gelip gidiyordu. Tabiî o günün şartlarında hakikaten çok cesurane yayınlar yapıyordu. Gazeteyi okumayı bir tarafa bırakın, bazıları ellerine bile almaya cesaret edemiyorlardı. 

Kayseri Doğu Menzil Komutanı Faruk Güventürk hakkındaki yayınımız, bunun bir örneği idi. Bu paşa, sıkıyönetimi bahane ederek Kayseri ve Sivas bölgesinde Müslümanlara aşırı eziyet ediyordu. Hatta ihtiyarların giydikleri takkelere, sarıklara kadar karışıyordu. Bölgesinde yayınlarımızı rahatça dağıtmamızı engelliyordu. Bize düşmanca bir tavır takınmıştı.

Bir seferinde, Zülfikar’da, “Sen Türk milletinin paşası değil, Moskof Rusya’nın maşasısın” diye başlık attık. Maksadımız, ihtilâl zemini dolayısıyla oluşturulmak istenen baskı havasını kırmak, millete cesaret aşılamaktı. Bunun için, gayet cesurane davranmak gerekiyordu ve öyle de çalışıyorduk.

Yine bu cümleden olarak, Tire’de faaliyetimiz oldu. Tire’de bir kadın doktoru vardı. Sargut soy isimli biriydi. (İsmini hatırlayamadım.)  Altındağ müftüsü Tarık Dursun’u Nurculuğun aleyhinde konferans vermeye çağırmıştı. Biz bunu duyunca Ali Gürbüz, Kasım Ali Güngör, bir ekip gittik. Tire’den de bazı arkadaşlarla gürültü çıkararak, müdahale ederek o toplantıyı sabote için ne lâzımsa yaptık ve ortalığı karıştırdık. Sonra bizi nezarete aldılar. Demokratlar, sağ olsunlar, karakola gelip rica ettiler, bizi serbest bıraktırdılar.

UHUVVET’İN ÇIKIŞI

İzmir’e dönünce doktorun ve Turan Dursun’un aleyhinde yazı yazdık. Onlar da, bize mahkeme kanalıyla çok âdice bir tekzip gönderdiler. Böyle bir tekzibi yayınlamak bizim için çok kötü ve ağır bir şeydi. Zülfikar ismi de, sert yayınlarımızdan dolayı artık alerji meydana getirmeye başlamıştı. İki faydayı birden elde etmek için gazetenin ismini değiştirmeye karar verdik. Said ve Zübeyir Ağabeylere sorduk, meşveret ettik. Zülfikar’ı hemen “Uhuvvet” yaptık. Durumu her tarafa telgraf ve telefonla duyurduk.

O günün şartları içinde gazete çıkarmak, dağıtımını yapmak zordu. Zülfikar, yanılmıyorsam, haftalık olarak on iki sayı çıkmıştı. On bir sayısı toplatılmıştı.

Dağıtım noktasında genel dağıtım şirketlerinden yararlanamıyorduk. Fakat İzmir’den Türkiye’nin her tarafına ulaşım imkânı olduğu için gazeteyi bu gibi araçlarla, daha çok şehirler arası otobüslerle gönderiyorduk.

Bu açıdan, Türkiye’yi yedi bölgeye ayırmıştık. Gazeteyi o bölgelere toptan gönderiyorduk. Dağıtım, bölgede yapılıyordu.

Bir sayı hariç hepsi toplatıldığı için, bir seferinde hâkim kararına itiraz etmiştim.

29  Mayıs İstanbul’un Fethi kutlamalarına ait resimlerden biri mehter takımının resmiydi. Bunu toplama sebebi göstermişlerdi. Hâkime, “Böyle bir toplama  sebebi  olur mu?” diye itiraz edince, “Emir geldiği için bir sebep lâzımdı. Onun için bunu yaptık” diye gayet rahat cevap vermişti.

KİME DAYANIYOR BUNLAR?

Faruk Güventürk, bizi takiple görevlendirdiği iki kişiyi İzmir’e göndermişti. “Sen Türk ordusunun paşası değil; Moskof Rusya’nın maşasısın” diye başlık attığımız için, “Yahu kim bu adamlar, bana nasıl böyle şey söylerler, kime dayanıyor bunlar?” diye bizi takibe aldırmıştı.

Gerçi on bir sayı için toplatma kararı çıksa da, gazete okuyucunun eline ulaşabiliyordu. Çünkü baskı sırasında, her ne kadar emniyet matbaanın başında duruyorsa da ilk çıkanları alıp savcılığa götürüp toplatma kararı çıkartıncaya kadar, biz o beş-altı saatlik zaman zarfında gazeteyi otobüslere yetiştirmeyi başarıyorduk. Böylece olsa olsa elli-yüz gazeteye el koyabiliyorlardı.

O zamanlar, bu günlere göre, basın hürriyeti noktasında hukuk daha işler bir durumdaydı.

Uhuvvet olarak, yukarıda bahsettiğim tekzipleri neşretmedik. Gerçi onlar Zülfikar’ın devamı olduğumuzu ispat etmeye çalışsalar da tutturamadılar. Zira Uhuvvet’in Yazı İşleri Müdürü de değişmişti. Bir müddet daha öyle gitti.

Bu arada Ankara’da sıkıyönetim kalkmıştı. Said Ağabey gazeteyi (Uhuvvet’i)  Ankara’ya taşımak istedi. Ben İstanbul’a, Zübeyir Ağabeye telefon ettim: “Ağabey böyle böyle, Said Ağabey, gazeteyi Ankara’ya istiyor. Siz ne diyorsunuz?” diye.

Zübeyir Ağabeyin bu konuda endişeleri vardı:

UHUVVET ANKARA’YA NEDEN GİTMEDİ?

Said Ağabey tedbir noktasında noksanlık yapıyordu. Aynı zamanda bu neşriyat işiyle, Risale-i Nur’a hizmet meselesini birbirine karıştırıyordu. Sınırlarını ayırt edemiyordu. Bundan dolayı da bir takım sıkıntılar meydana geliyordu. Oysa İstanbul’da Zübeyir Ağabeyin denetiminde biz bu dengeleri çok iyi ayarlıyorduk.

O zaman İzmir’de, birinci derecede muhatabı ben olduğumdan, bana açıkça söylediği şuydu: “Aman kardeşim Kutlular! Said Ağabeyi severiz, ama bu neşriyatın oraya (Ankara’ya) gitmemesi lâzım. Çünkü orada hizmetler karışıyor. Birtakım hizmetlere zarar geliyor.”

Zübeyir Ağabeyden o talimatı aldıktan sonra; oradaki arkadaşlarla konuştum: Ali Gürbüz ve Kasım Ali ile. Onlara, “Arkadaşlar bakın, Zübeyir Ağabey şu gerekçelerle, Uhuvvet’in Ankara’ya gitmesini istemiyor. Dolayısıyla, biz de Said Ağabeye karşı bu meseleyi, hürmet içinde anlatmalı ve üzerimize düşeni yapmalıyız. Yani biz onun isteğine uymayalım. Eğer ısrar ederse, ‘Zülfikar senin ağabey. Al götür, ama Uhuvvet bize ait’ deriz” dedim. Çünkü Zülfikar’dan, Uhuvvet’e dönerken, imtiyaz sahibi olarak ya ben, ya da Ali Gürbüz gösterilmiştik. O arada zaten, Zülfikar’ın Yazı İşleri Müdürü iken hapse giren Muzaffer Deligöz de tahliye olmuştu.

Gerçekten Said Ağabey isteğinde diretti. Biz de ısrarla karşı çıktık.

FOTOĞRAFLAR: YENİ ASYA-ARŞİV

YARIN: Lahana yaprağı kadar gazete

Okunma Sayısı: 3520
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı