Eğer hak ve hürriyetlerle ilgili bir sınırlama yapılacaksa bunun alt düzenlemelerle değil özellikle ve sadece kanunla yapılması lâzım. Kanun altı düzenlemelerin ve bilhassa KHK’ların müdahale edemeyeceği yerlerin başında temel hak ve hürriyetler gelir. Yani temel hak ve hürriyetlere ilişkin KHK’lar çıkaramazsınız.
Dr. Ömer Ergün “ADALET ve LİYAKAT” semineri-2
***
Hukuk devleti ne üzerine bina ediliyor?
Burada da doktrin araştırması yaptığımızda bazı unsurlar karşımıza çıkıyor:
Birincisi, hukuk devleti için temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmış olması gerekir.
Akla gelir: Temel hak ve hürriyetler nerededir? Kim tanımlamış? Nasıl tanımlamış?
Uluslar arası anlamda bir fiks temel hak ve hürriyetler tanımı var. Daha doğrusu, temel hak ve hürriyetleri ifade eden uluslar üstü metinler var. Özellikle Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi var. Burada düşünce ve fikir hürriyetinden başlamak üzere seyahat hürriyeti, haberleşme hürriyeti, ekonomik haklar, sosyal haklar ve diğerleri ifade edilmiş. BM İnsan Hakları Beyannamesi’nde ifade edilen temel hak ve hürriyetler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde daha da geliştirilerek yeniden ifade edilmiş.
Temel hak ve hürriyetleri aldık, tamam. Bunun güvencesi nasıl sağlanacak? Bu da bir problem olarak duruyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti insan hakları metinlerini Anayasanın 90. maddesindeki usûle uygun olarak Mecliste onaylamış. Yani, bu hak ve hürriyet kurallarının, bizim iç mevzuatımızda anayasa üstü metin olarak uygulanması gerekir.
Bu durumda temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasının ön şartı konunun kanunla değil de anayasada düzenlenmiş olmasıdır.
TEMEL HAKLARIN TEMİNATI
Temel hakların Anayasada düzenlenerek teminat altına alınmasının sebebi şudur: Vasıflı çoğunluk esasına dayanan sert anayasaları değiştirmek zor olduğundan, yasamada salt çoğunluk gücünü elde edenlerin yani aslında salt çoğunluğa dayanan ve salt çoğunluğu elinde tutan yürütmenin insan haklarına keyfi müdahale imkânı da kısıtlanmış oluyor. Böylece Anayasada düzenlenmiş olması sayesinde temel hak ve hürriyetler önemli bir güvence altına alınmış oluyor.
Temel hak ve hürriyetlerin diğer güvencesi de kanunîlik teminatıdır. Eğer hak ve hürriyetlerle ilgili bir sınırlama yapılacaksa bunun alt düzenlemelerle değil özellikle ve sadece kanunla yapılması lâzım.
Kanun altı düzenlemelerin ve bilhassa KHK’ların müdahale edemeyeceği yerlerin başında temel hak ve hürriyetler gelir. Yani temel hak ve hürriyetlere ilişkin KHK’lar çıkaramazsınız. Ama son üç senede KHK’larla temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak da düzenlemeler yapıldı ve bir nevi hukuk da aşıldı artık.
DEVLET YÖNETİCİLERİNE TAKDİR HAKKI BIRAKILMAZ
Hukuk devletinin ve dolayısıyla temel hak ve hürriyetlerin güvencesinin ikinci unsuru şudur: Devlet gücünü ve devlet yetkisini kullanan organların yetkilerinin sınırlarının net bir biçimde Anayasa ve kanunla belirlenmiş olması lâzım.
Özellikle devlet yöneticilerine takdir hakkı bırakmamak lâzım. Eğer takdir hakkı bırakırsak bu hak kötüye kullanılıyor. Takdir hakkını bir kişiye bıraktığımız zaman o kişinin hukuk anlayışı ve adalete olan inancı neyse ona göre uygulanmış oluyor.
Yürütme dediğimizde bugünkü sistemde cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanlar olarak ifade edilen icra yardımcıları anlaşılıyor. Yürütmenin, hukuka bağlı olması lâzımdır.
DENETLEME ŞART
Hukuka bağlılık için ise devletin gücünü, parasını, malını yöneten ve bunlar için görev makamı dağıtan yürütme organının mutlaka denetlenmesi lâzım. Parayı dağıtan, malı dağıtan, gücü dağıtan, makam dağıtan organın mutlaka denetlenebilir nitelikte olması lâzım.
Bütün hukuk felsefecileri aynı şeyi söylüyor; gücün insanı bozduğunu ifade ediyor. Mutlak gücün ise mutlak anlamda yozlaştırıp bozduğunu ifade ediyorlar. Bu denetim hukuk devletinin temel unsurlarından birisidir.
Yürütmeyi özellikle hukukla bağlayabilmek için, yürütmenin yaptığı bütün eylem ve işlemlerin hukuka uygun olması gerekir. Hukuka uyup uymadığını nereden anlarız? İdare Mahkemeleri’nin yaptığı denetimden anlıyoruz. Meselâ idare mahkemelerinde kaç dâvâ açılmış ve kaçı devlet aleyhine sonuçlanmış, ona bakılır. İnternetten yaptığım arama sonucuna göre İdare Mahkemeleri’nde 2016 itibariyle 700.000 kişi devletin yapmış olduğu eylem veya işlemlerin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek dâvâ açmış. Bu çok büyük bir sayı.
Bu günkü hesapla karşımıza yılda bir milyon kişi gibi bir rakam çıkıyor. 1 milyon kişi devletin yaptığı eylem ve işlemlerin hukuka uygun olmadığını iddia ediyor ve dâvâ açıyor. Bunun yarısının haklı olduğunu düşünelim: 500.000 kişi… Bu, devlette hukuka bağlılığın çok az olduğunu gösteriyor. Demek ki yöneticilere geniş takdir verildiği zaman genellikle bu takdir hakkı kötüye kullanılıyor.
HUKUKA BAĞLILIK
Hukuk devletinin üçüncü ayağı ise yasamanın hukuka bağlılığıdır.
Yasama organı TBMM kanun yaparken şunlara dikkat edecek: Öncelikle evrensel hukuk ilkelerine uygun olacak bu kanun. Bu dünyada sadece biz yaşamıyoruz. Bizim dışımızda da insanlar var, medeniyetler var ve hukuklar var. Hukuk sistemine sahip olanlar var. Dolayısıyla kanunlar öncelikle genel kabul görmüş olan evrensel hukuk ilkelerine uygun olacak.
İkinci olarak yasama özellikle temel hak ve hürriyetlerin ayrıntılarını belirlerken ve bazı özel ihtiyaçlar sebebiyle sınırlarken hakkın özüne dokunmayacak. Çünkü temel hak ve hürriyetler hukuk devletinin ana unsuru.
Dolayısıyla kanun evrensel hukuk ilkelerine uygun olacak. Temel hak ve hürriyetleri gereksiz sınırlamayacak. Kamu vicdanını rencide etmeyecek. Kamu vicdanı hukukta adaletin sağlanmasında özellikle önemlidir.
Bir de kanun koyucu adaleti gerçekleştirmeye yönelik kural getirecek.
İktidarın gücünü genişletmek üzere yasal düzenlemeler yapılması yasama organının hukuk devletinden kanun devletine kayışını ifade eder. Yani iktidar gücünün genişletilmesine yönelik kanunlar çıkıyorsa artık ona biz hukuk devleti değil de kanun devleti deriz.
DEVLETİN SINIRLANMASI
Yasama organının fonksiyonunu ifa ederken hukuka bağlılığında bazı ölçülere dikkat edilmesi gerekir:
Birinci ölçü özellikle yasama işlemlerinin önceliğinde devletin sınırlanması olmalı. Yani kanun çıkarılırken mutlak devlet yetkisinin sınırlandırılmasına yönelik kanun çıkarılması lazım. Şahsı merkeze alıp özellikle hak ve hürriyetlerinin korunması, dokunulmaz olarak ifade edilmesi ve buna yönelik olarak dışarıdan gelen tehditleri önleyecek şekilde kanun çıkarılması lâzım.
Eğer şahsın hak ve hürriyetlerinin korunması gerekirken bunu kısıtlar mahiyette kanunlar çıkarılırsa veya özellikle devletin gücünün sınırlanması gereken noktada aksine şahsın zararına bu gücü genişletecek şekilde kanun çıkarılırsa, bu da yasama yetkisinin anayasaya aykırı olarak ve kötüye kullanılması demektir.
O halde yasamanın hukuka bağlılığını sağlayabilmek için çıkarmış olduğu kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemek lâzım. Hukuk devleti böyle bir sistem ve bilhassa anayasa yargısı öngörüyor.
ŞAHSIN HAKKI KISILMAZ
Yasama bir kanun çıkardığı zaman bakılır: Bu kanun devletin şahıs karşısında gücünü hukuka aykırı olarak genişletmeye mi yöneliktir yoksa özellikle şahsın haklarını kısmaya mı yöneliktir?
Anayasa yargısında, bu sorunun cevabı aranır. Yani Mecliste salt çoğunluğun iradesini yansıtan kanunların üst norm olan ve vasıflı çoğunluğa dayanan anayasaya uygun olup olmadığının kontrolü yapılır ve buna ilişkin bir fren sistemi söz konusudur.
Ayrıca yürütme gücünün özellikle yasama gücü üstündeki faaliyetinin azaltılması lâzım. Bu da daha çok seçim kanunlarıyla ve ilgili diğer düzenlemelerle olur. Yani aslında demokrasinin varlığı veya yokluğu ya da azlığı ve çokluğu da yine seçim kanunlarına göre belirlenir.
Seçim kanunlarındaki düzenlemeler temel hak ve hürriyetlere ve bilhassa halk denetimine ve tarafsızlık ilkelerine uygunsa denilir ki orada demokrasi var.