Bediüzzaman Hazretleri tımarhaneye “mektep” derken koca devletin düştüğü hali, kırk senelik eğitimle öğrenilemeyecek durumun iki üç gün içerisinde öğrenildiğini ifade eder. Bediüzzaman Said Nursî, II. Abdülhamid yönetimini “zayıf istibdat” olarak tarif eder. Meşrûtiyet’in 31 Mart’tan sonraki dönemine ise Hareket Ordusu, Bekirağa Bölüğü denilen meşhur hapishanedeki işkenceler ve Divan-ı Harb-i Örfî ile estirilen terör sebebiyle “şiddetli istibdat” der. Buraya da “ikinci mekteb” der.
Asrın mahkemesi, çağların müdafaası: Divan-ı Harb-i Örfî şerhi
Dizi-3 -HASAN GÜNEŞ[email protected]
***
Divan-ı Harb-i Örfî İki Mekteb-i Musîbetin Şehadetnamesi
Mukaddeme
Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâd olunurdu; zayıf istibdat tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki itidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; Meşrûtiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi mektep yaptı.
Ey şu şahadetnamemi temaşa eden zevat! Lütfen ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış asabî bir bedevî talebenin hal-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hatâya düşmeyiniz.
Bediüzzaman Said Nursî, Doğu’da fen ilimleri ve din ilimlerinin beraber ya da uyumlu olarak okutulacağı bir üniversite açmak için 1907’de İstanbul’a gelir.
Medresetü’z-Zehra ismini verdiği üniversite dünyanın en eski üniversitelerinden olan Mısır’daki Ezher Üniversitesi gibi bütün İslâm dünyasına hitap edecekti. Ancak II. Abdülhamid’e bir türlü ulaşamaz. Devlet görevlileri ya da padişah bu talepleri şüphe ile karşılar ve reddederler. Bediüzzaman Hazretleri’nin üniversite kurulması için ısrarı üzerine maaş teklif ederek susturmak isterler. Bediüzzaman Hazretleri bunu reddedince Toptaşı Tımarhanesi’ne gönderilerek cezalandırılmak istenir.
Yakın tarihte hürriyetçileri ve muhalifleri akıl hastanesine göndermek bir cezalandırma ve sindirme politikası olarak kullanılmıştır. Bu uygulama o tarihten 15-20 sene sonra Sovyetler Birliği’nde bir devlet politikası haline geldi.
Bu uygulamalardan II. Abdülhamid’in haberinin olup olmadığı bilinmiyor, çünkü etrafında kalın bir hafiye ve bürokrasi duvarı vardı. Yıllar sonra II. Abdülhamid’in hafiye teşkilâtına İttihatçıların ve Mason teşkilâtlarının sızdığı tesbit edilmiştir.
“HÂKİMİYET ÇOCUKLARIN ELİNE GEÇTİ”
“Hürriyet divanelikle yâd olunurdu” ile ilgili diğer bir husus ise ilk hürriyet hareketleri başlarken devlet hatta yabancılar hürriyetçileri gözden düşürmek için bunlara çoluk-çocuk muamelesi yapmak istemişlerdir. Osmanlı donanmasında görev yapan İngiliz amiral Sir Henry F. Woods Paşa hatıralarında meşrûtiyetin ilânı ile ilgili şöyle der: “Hâkimiyet çocukların eline geçti, neler yapabileceklerini bekleyip görmek lâzım.” (Sir Henry Woods, Türkiye Anıları 1869-1909, Osmanlı Bahriyesinde 40 yıl)
Jön Türkler ifadesindeki jön, Fransızların koyduğu “genç” bazen de yeni manasına gelen bir kelime. Genç, yeni, tecrübesiz ve devlete akıl verecek ve hürriyet isteyecek kadar divane...
Yine bir kısım kişilere göre halkın kendi kendini ya da mebuslarla yönetebileceğini ve devlet işlerinin hürriyet ortamında yürütülebileceğini düşünmek divanelik ve delilikti. Onlara göre halkımız cahildi henüz o seviyeye gelmemişti.
Namık Kemal yazılarında bu iddialara sert cevaplar vermişti. Biz dünkü vilayetlerimiz olan Sırp ve Karadağ’dan daha mı cahil daha mı medeniyetten bihaberiz demişti. Onlarda meclis çalışırken bizde neden çalışmasın?
Bizdeki eğitim seviyesi Avrupa’daki gibi olsun ondan sonra meclisi açar ve hürriyet ilân ederiz diyenlere de: “Hastanın tedavi olması için tıb öğrenmesine gerek yok” mealinde yazılar yazmıştı.
İki mektep ve istibdatlar
Bediüzzaman Hazretleri tımarhaneye “mektep” derken koca devletin düştüğü hali, kırk senelik eğitimle öğrenilemeyecek durumun iki üç gün içerisinde öğrenildiğini ifade eder.
Bediüzzaman Said Nursî, II. Abdülhamid yönetimini “zayıf istibdat” olarak tarif eder.
Meşrûtiyet’in 31 Mart’tan sonraki dönemine ise Hareket Ordusu, Bekirağa Bölüğü denilen meşhur hapishanedeki işkenceler ve Divan-ı Harb-i Örfî ile estirilen terör sebebiyle “şiddetli istibdat” der. Buraya da “ikinci mekteb” der.
Burada önemli bir husus “mekteb”in kendisine bakan yönünün bir nevi tevazu olmasıdır. Gerçekte bu mektepler Osmanlı toplumu içindir. Bediüzzaman Hazretleri’nin her iki hadise için “hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz tâ ki elinizden kaçmasın” gibi önceden ikazları çoktur.
Yine ifadesindeki “asabî bir bedevî talebe” derken söylediklerinin mahza hakikat olduğunu güya medeniyet kalıplarına sokmak için eğip bükmediğini, gizleyip saklamadığını anlıyoruz.
DEVAM EDECEK