Biz 12 Eylülcülerin darbe anayasasına “Hayır” diyenlerdendik. Bunun bedelini gazetemizin tam bir sene kapatılmasıyla ödedik.
Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için...
Bizim kendilerine itiraz noktalarımızdan “Atatürkçülüğü ve Kemalizmi destekleme” noktasını itham olarak kabul ettiklerini biliyorum. Yani 12 Eylül’ü desteklemenin o anlama gelmediğini söylüyorlardı.
İlk önce, kendilerini “itham ettiğimiz”i söyledikleri iddialarımızı belirteceğim:
İlk olarak: Biz kendilerine askerin bu ihtilâli Atatürkçülük adına yaptığını; anarşi meselesinin işin örtüsü olduğunu ispat ettik. Aslında olaylar da bu durumu, âdeta bağırarak söylüyordu.
İkincisi: Ordunun başındaki ihtilâli yapan kadro, her hareketinde, her adımında Atatürkçülüğün, Halk Partisinin ve solun yanında oluyordu. Niçin bu ihtilâller devamlı şekilde Demokratlara karşı yapılıyordu? Bu bir tesadüf müydü?
Ecevit Hükümeti ülkeyi, 20 ay içinde yangın yerine çevirmişti. Kahramanmaraş, Çorum olayları oldu. Bu zevat ihtilâli o zaman yapmayı niçin düşünmedi de, bir senesini bile doldurmamış Adalet Partisi (Demirel) hükümeti iş başında iken yaptı? Milletin seçip, iktidara getirdiği meşrû bir hükümet; üstelik her bakımdan ülkeyi iyi yönetiyorken, silâhlar kendisineçevrilmiş. Halbuki ordunun görevi milletin seçtiğinin emrinde olmak değil mi?
AP, 1979 ara seçimlerinden galip çıktıktan sonra, Ecevit hükümeti bıraktı, istifa etti. AP, azınlık hükümeti kurdu. Enflasyonu indirdi, yoklukları kaldırdı. Erken genel seçime gidilmesi için uğraşıyordu. Bunu başarabilseydi, komuoyu yoklamalarına göre anayasayı bile değiştirebilecek bir çoğunluğu parlamentoya sokabilecekti AP. Ara seçimlerde, senatörlük seçimi yapılan illerde yüzde elli dörtten fazla oy almıştı. Tam o sırada ihtilâl oldu. Bu bir tesadüf olamazdı. Bütün bunlar Kemalizme ve Atatürkçülüğe sahip çıkma adına yapılıyordu.
Çünkü Kemalizm ve Atatürkçülük dejenere olup elden çıkıyordu. Demokratlar ise körü körüne bir Atatürkçülüğe, Kemalizme karşıydılar. Öyleyse onları alaşağı edip, solla, Halk Partililerle beraber olup Atatürkçülüğü tekrar ihya etmek üzere hareket ettikleri apaçık ortada idi. O halde arkadaşlarımız, nasıl olur da 12 Eylül ve ihtilâlcileri, bir de üstelik ordunun bütün şahs-ı manevîsi adına sahiplenebiliyorlardı.
Üçüncüsü: Onlar, ihtilâli, “Kader bizi, Atatürkçülerle beraber olmaya mecbur etti. Onlar yapmasaydı, komünistler ihtilâl yapacaktı” şeklinde değerlendiriyorlardı.
Bütün bu delilleri ben, Kırkıncı Hoca’ya Cağaloğlu’ndaki merkezimizde söylemiştim.
Yüz yüze konuşmamız sırasında, ihtimalleri hep ihtilâlciler lehine çevirdiği, kullandığı için de şu hikâyeyi anlatmıştım:
Temel’e arkadaşı sormuş: “Ayıyla karşılaşsan ne yaparsın?” “Çeker tabancamı vururum.”
“Tabancan yok.”
“Bıçağımı çeker, vururum.” “Bıçağın da yok.”
“Alırım taşı kafasına vururum.” “Taş da yoksa?..”
“Ağaca tırmanırım.”
Arkadaşı Temel’e, “Çevrende ağaç da yoksa?..” diye cevap verince; Temel’in kafası çalışmaya başlamış.
“Yahu niye bütün ihtimalleri ayının lehinde, benim aleyhimde kullanıyorsun? Niyetin beni ayıya boğdurmak mı?” diye arkadaşını terslemiş.
Ben de Hocaya, “Hocam bu ihtilâl yapanlara, Kemalistlere, Atatürkçülere toz kondurmuyorsunuz. Her meseleye onların lehinde bakıyorsunuz. Eğer bu memlekette anarşizm sorumlusu olmayacak tek parti varsa o da Adalet Partisi’dir. En küçük bir ferdi dahi anarşiye karışmamıştır. Niçin fatura ona çıkarılıyor? Bu memlekette 12 Eylül öncesi anarşizmin sorumlusu, en başta Halk Partisi’dir. Bütün anarşistler içinde yer almıştır. İkinci sırada MHP, sonra MSP gelir. Ülkücü ve Akıncıları örgütleyenler de onlardır. Ama Adalet Partisi’nin böyle bir meselesi hiç yoktur.
“Bu adamların tek suçu bizi himaye ve muhafaza; dinî gelişmeyi temin etmeleridir. Bütün bu gerçekler ortada iken, siz nasıl oluyor da, ihtilâlcilerin yanında yer alabiliyorsunuz? İhtilâlcileri alkışlayıp, Demokratların karşısına geçebiliyorsunuz? Bu yanlıştır,” diye düşüncelerimizi aktarmıştım. Bu oldukça tartışmalı ve sert bir üslûpta gerçekleşen bir konuşma olmuştu. Ondan sonra, zaten bu meselede Kırkıncı Hoca’yla bir daha da karşılaşmadık.(...)
Bir başka bilgi bize şöyle gelmişti: Bu 12 Eylül’ü tasvip eden arkadaşlar, Tahsin Şahinkaya ile görüşmüşler: “Biz bu Yeni Asya Nurcularını tasvip etmiyoruz. Onların yaptığı yanlıştır. Üstad orduya dosttur” diye bizi reddetmişler. Sanki Yeni Asya ordu düşmanıymış gibi bir hava meydana getirmek istemişler.
Zaten ondan sonra da yine Üstadın hizmetkârları adıyla, aynen şu mealde mektup neşrettiler: “Biz orduya düşman değiliz, karşı değiliz. Yeni Asyacı kardeşlerin fikirlerine iştirak etmiyoruz.”
Bu tutuma karşı biz de, 12 Eylül harekâtını anlatır tarzda, daha geniş çaplı bir mektup hazırladık. Yirmi, yirmi beş sayfa vardı o mektup. Biz de onu neşrettik. Bu işleri daha yakından, daha ince tahlil eden bir çalışmaydı. Bunlar birbiri peşi sıra oldu. Anayasa oylaması meselesi gündeme geldi. 12 Eylülcüler, hazırlattıkları anayasayı halkoyuna sunuyorlardı. Ama büyük bir çoğunlukla onaylanmasını istiyorlardı. Biz ise anayasaya karşıydık. Bu şekilde neşriyat yapıyorduk. Yeni anayasaya komünistler de karşıydı, kendilerine göre gerekçelerle.
Bu arkadaşlarımız, sonra bize, “Bakın işte! Komünistlerle beraber oluyorlar bunlar” demeye başladılar.
Biz, “Ne alâkası var. Komünistlerin kendilerine göre ayrı sebepleri var, bizim ayrı sebeplerimiz var” dedik.
Kenan Evren, şiddetle başörtüsü aleyhinde bulunuyordu.
Bunun olumsuz etkilerini izale etme gayretkeşliği, bizim “12 Eylülcüler”e düştü. Bunun için şu fırsatı kullandılar:
Tam o sıralarda Evren’in hanımı ölmüştü. Evren, Çankaya’da oturuyordu. Evi sayılırdı. Mevlit okutmuş. Hatim yaptırmış.
Bizimkiler başladılar propagandaya:
“O kadar dindar insanlarmış ki bunlar, Çankaya gibi bir yerde mevlid okutmuş, taziye için orada bulunan paşalar, yetmiş bin kelime-i tevhid çekmişler. ‘Lâilaheillallah’ dedikçe Çankaya sallanmış. Ne kadar dindar insanlar oldukları, böylece anlaşılmalıymış.”
İpler koptuktan sonra artık her şey birbirine karıştı; ortalık toz duman oldu.
12 Eylül döneminde toplam 470 güne ulaşan kapatılmalarımızın bir sene devam edeni, darbe anayasasının halkoyuna sunulacağı günden iki hafta kadar önce attığımız bu manşet sebebiyle idi.
ANAYASAYA ‘HAYIR’ DEDİK, GAZETEMİZ KAPATILDI
Bu iş alevlendi. Anayasaya da “Evet” dediler. Hatta “Evet” denmesi için anayasa profesörü Servet Armağan’dan on maddelik bir görüş aldılar. Bunu bütün Anadolu’ya yaydılar; “1982 Anayasasına bu sebeplerden ötürü ‘Evet’ denilebilir” diye. Biz ise “Hayır” diyenlerdendik. Tabiî bunun bedelini gazetemizin kapatılmasıyla ödedik: tam bir sene. Oylarını, 12 Eylül’ün kurduğu partiye, Turgut Sunalp’a-Turgut Özal’a bile değil-attılar. Siyaseten, hepsi istisnasız, nâhak yere Demirel düşmanı oldular.
Sonradan bu destek çıkışın daha değişik boyutu olduğunu gördük:
Kırkıncı Hoca’nın Ali Ferşadoğlu’na kendi ifadesi ile söyledikleri bu boyutu gözler önüne seriyordu:
Hoca, kısaca 12 Eylül’den sonra kendisinin istihbarat tarafından sıkıştırıldığını söylüyordu. Bu durum karşısında, kendisinin 12 Eylül taraftarı ve askerlerle beraber olduğunu ifade ediyordu. (Hayatım ve Hatıralarım Mehmed Kırkıncı, Zafer Yayınları, İstanbul 2004, s. 244-250, 257-261)