"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

12 Eylül darbecilerinin önünü kim nasıl açtı?

17 Eylül 2018, Pazartesi
Başbakan Demirel, demokrat, vatanperver, orduyu ihtilâlden uzak tutacak bir ekibi başa getirmek için gayret sarf etmesine rağmen; önü kesildi. Cumhurbaşkanı Korutürk engel oldu.

Nur hizmetini daha yakından tanıma ve Türkiye’nin son elli, elli beş yılını Nurculuk perspektifinden değerlendirmek için

1979 Ara Seçimleri’nde Adalet Partisi büyük başarı sağlamıştı. Boş olan beş milletvekilliğinin hepsini, elli senatörlüğün otuz dördünü kazanmıştı. Bu yenilgi üzerine iktidarda bulunan Ecevit Hükümeti istifa etti. Adalet Partisi, dışarıdan desteklenerek, tek başına hükümet kurdu. Süleyman Demirel’in başbakan olduğu hükümet güvenoyu alarak göreve başladı.

Başlangıçta işler çok iyi gidiyordu. Bu durum belli çevreleri rahatsız etmiş olacak ki, çok geçmeden  anarşik olaylar tırmanışa geçti. Alınan bütün tedbirler işlemiyor veya işletilemiyordu.  Anarşik olayların ve ölümlerin faturası 9-10 aylık hükümete kesilerek 12 Eylül İhtilâli gerçekleştirildi.

12 EYLÜL 1980 İHTİLÂLİ: SONUÇLARI VE BİZ

1980  öncesinde TSK’nın  komuta kademesinde görev alacak komutanların tayin ve tesbiti dönemin hükûmeti açısından, bilhassa da Başbakan Demirel tarafından büyük önem taşıyordu. Süresi dolmak üzere olanların ordu tarafından getirilmek istenen ekip ile hükûmetin beklentileri pek uyuşmuyordu. Bunun için Demirel hükûmeti tercihlerine uygun bir teklif hazırladı. Hükümetin hazırladığı komuta kadrosundaki Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilecek isimler arasında Demirel’in tercihi Orgeneral Ali Fethi Esener’di. Hazırlanan kararname İstanbul’da tatilde olan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e özel bir kurye ile gönderilmişti. Ne var ki, daha sonra ihtilâlcilerle birlikte hareket ettiği anlaşılan Cumhurbaşkanı, kararnameleri bir türlü imzalamıyordu. Değişiklikler ileri sürdüğü söyleniyordu.

Demirel kararnameyi geri çekmedi. Israr etti: “Sen bu imzayı atmaya mecbursun.”  dedi. Aslında Cumhurbaşkanının bu ısrar karşısında kararnameleri imzalaması gerekiyordu. Ancak, Fahri Korutürk’e de tesir ettiler. Cumhurbaşkanı  kararnameleri imzalamayınca görev süreleri dolan ve yeni görev alamayan paşalar, otomatik olarak emekli oldular. Zaten belli çevrelerin istedikleri de buydu.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk vuku buluyordu. Mevcut komutanlar emekli olmuş, fakat yerine yenileri tayin edilememişti. Ve şöyle garip bir durum ortaya  çıkmıştı: Ege Ordu Komutanı ve en kıdemsiz orgeneral olan Kenan Evren Paşa önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra da Genelkurmay Başkanı oldu. 

Demirel, demokrat, vatanperver, orduyu ihtilâlden uzak tutacak bir ekibi başa getirmek için gayret sarf etmesine rağmen; önü kesildi.

Evren ve ekibi ise ihtilâl hazırlığına 12  Eylül ekibi olarak başlamışlardı.

Biz ihtilâl haberini, bir gün önce, gündüz bir arkadaşımız vasıtasıyla  aldık, “Gece ihtilâl olacak” diye.

Demirel’i telefonla aradım. Tabiî Demirel’in de kendine göre kaynakları var. Onun da haberi olmuştu. Demirel sakin ve mütevekkildi.

“Böyle bir şeyler kulağımıza geliyor. İstanbul’da da hazırlıklar var, bilginiz var mı?”  dedim. “Hayırlısı olsun, bizim başka  ordumuz yok. Ne yapalım?” dedi.

“Peki, hayırlısı olsun” dedim ben de. O zaman yedeksubaylar vardı, bize telefon ettiler, “Hazırlık yapıyorlar. Burada zırhlı birlikler, her şey tezgâhlanmış” diye.

Bizim kaçacak, gidecek yerimiz yok. Bizim hizmetimiz her zaman “müsbet  hareket” anlamında olmuş. Bu yüzden,  sopalı-silâhlı bir harekete hiç girmedik. Sadece arkadaşlarımızla gençlik teşkilâtını kurduk. Yani onları o noktada organize ettik. Hatta gençlik teşkilâtını Anadolu’ya da yaydık. Onlar da faaliyet istiyorlardı. Seminerler, konferanslar yapıyorlardı.

Yalnız üniversiteler çok hareketlendiği için, üniversitede bilhassa arkadaşlarımızı korumak ve organize etmek ve müdafaa noktasında savunma sistemini geliştirmek için onları biraz yetiştirdik. “Size hücum edilirse kendinizi müdafaa edeceksiniz. Hiçbir zaman işgal, boykot hareketlerine girmeyeceksiniz, yürüyüşlere  de katılmayacaksınız. Ne MHP’nin, ne CHP’nin, ne Erbakan’ın Akıncılar’ının yürüyüşlerine...” dedik.

İHTİLÂLE ZEMİN HAZIRLANDI

İhtilâle giden süreçte biz şu görüşü savunuyorduk:

“Anarşi varsa, bunun üzerine devlet gitsin. Devleti yok farz ederek, bazı sivil güçler bunu yapmaya kalkarsa bu vatan sathına yayılır, kan dâvâsına dönüşür. İçinden çıkılmaz hale gelir.  Dolayısıyla biz devlete ve devlet güçlerine, bu konuda yardımcı olalım.”

O zaman Ülkücüler, MHP’liler, “Devletin böyle bir gücü yok. Komünizmden memleketi ancak biz kurtarabiliriz. Devlet yozlaşmış” düşüncesi ile silâhlanarak, komünistlere karşı fiilî duruma girdiler.

Bu tutum, 12 Eylül’e zemin hazırlayan olayları netice verdi.

Günde yirmi-otuz kişi ölüyordu. İntikam duygusu ile harekete geçiliyordu. Çünkü suçlu, suçsuz ayırmıyorlardı.

Solcular, Ülkücüleri nerede bulduysa vuruyordu. Ülkücüler de nerede solcu yakalasa vuruyorlardı. Karşılıklı kan dâvâsı gütme şeklinde cereyan ediyordu olaylar. Cinayeti işleyen-işlemeyen ayrımı yoktu. Tansiyon böylelikle tırmandırılıyordu.

Biz bunlara karşıydık. Ülkücüler ve MHP’nin, solcuların, Akıncıların tutumlarına karşıydık.

İran’ı örnek göstermek âdet haline gelmişti Akıncılar açısından. Hatta İran’a adam gönderdiler. Militan yetiştirip buraya getirdiler.

Biz bu tutumların yanlış olduğunu daima anlattık. Esasen,1970’e kadar Türkiye’de büyük ölçüde bizim hâkimiyetimiz vardı, yani Nur Talebelerinin. 1970’den sonra dengeler bozuldu. Provokasyona gelenler şiddeti benimsediler ve uyguladılar. Biz şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuz için geri çekildik.

İşin bir diğer tarafı da, her ne kadar, taban noktasında halk içinde gücümüz varsa da; gençlik noktasında onlar bizi geçtiler.

Böylece o kanlı olaylar karşısında alet olmamak ve uyarı görevimizi yerine getirmekten başka bir şansımız yoktu.

İhtilâlden sonra, bilhassa Ülkücüler, anarşik olayların içinde olan her kesim büyük darbe yedi. Solcular da nasiplerini aldılar. Ülkücüler, 12 Eylül’den sonra bizim düşüncemize geldiler: “Fiilî olarak mukabele etmemiz yerine  devlet onlarla uğraşsın. Biz devletin yanında olalım. Yani maşa varken  el yakılmaz ki...” dediler.

Ancak ne çare ki, binlerce genci telef ettikten ve binlerce adamı hapishanelerde senelerce yatırdıktan sonra bizim dediğimiz noktaya geldiler. Bizim, o noktada koyduğumuz teşhisler, Üstadın ölçülerine göre yaptığımız tesbitler, hepsi doğru idi ve doğru çıktı. Fakat o doğruları o karışıklıklar ve gürültüler arasında bu kitlelere kabul ettiremedik.

FOTOĞRAF: YENİ ASYA-ARŞİV

Okunma Sayısı: 8358
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı