1949 yılından beri Çin’in hâkimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan’da yaşayan 9 milyon Uygur ve 1 milyon Kazak, tarih boyunca görülen en büyük asimilasyon politikalarından birine muhatap oluyor.
Hem dinî, hem de kültürel hayatlarında karşılaştıkları yasak ve kısıtlamalar sebebiyle milyonlarca insan bugün özlerinden gittikçe uzaklaşıyor.
Son yıllarda daha fazla gündeme gelmeye başlayan Uygur zulmü, aslında 60’lı yılların başına kadar uzanan uzun bir öyküye sahip. Doğu Sincan Bölgesi yoğunlukla Müslüman azınlığın yaşadığı, tabiî güzelliğe ve ticarî öneme sahip bir özerk bölge. 1953 yılında bölgedeki Uygur Türkleri’nin oranı yüzde 75, Han Çinlilerinin oranı ise yüzde altıydı. 2010 yılına gelindiğinde ise Uygurların oranı yüzde 45 olmuş, Han Çinlilerinin oranı ise yüzde 40’lara kadar yükselmiştir. Bölgedeki Çinli nüfusunun bu denli artış göstermesinin ana sebebi Çin yönetiminin bölgedeki Uygurların oranını azaltıp Çinli oranını arttırmak istemesidir. Bölgenin demografik yapısında meydana gelen bu radikal değişiklik birçok çatışmaya da sebebiyet vermiştir.
1990’lı yıllar boyunca Uygurlar büyük baskılarla karşılaştılar. Dinî ibadetleri sınırlandırıldı, camiler kapatılmaya başlandı, öğrenci ve memurların oruç tutması engellendi ve eğitimde ateist politikalar uygulanmaya başlandı. Kırsal alanda yaşayan birçok Uygur, işçi göçü adı altında Çin’in iç bölgelerine göç etmeye zorlandı. Kendi kültürlerine ait binalar yıkıldı, yerlerine Çin mimarisine uygun binalar dikildi. Uygurlar yaşadıkları bütün zorluklara rağmen çeşitli zaman aralıklarında yapılan bu zulme karşı ses çıkartmış ve çok ağır bedeller ödemiştir.
Meselâ; 1997 yılında 30 Uygur’un idam edilmesi halkın büyük tepkisine sebep olmuştur. Sokağa çıkan Uygurlar Çin medyası tarafından isyancı ilân edilmiştir, fakat Batı medyasına göre gösteriler şiddetten uzak, daha çok barışçıl nitelikteydi. Gulca Olayı adı verilen ve iki gün süren gösterilerin ardından polis orantısız güç kullanmış ve kalabalığı dağıtmıştır. Resmî kaynaklara göre 9 kişinin öldüğü açıklansa da göstericilere göre olay yerinde 100’den fazla kişi öldürülmüştür.
Çin hükümetinin insanlık dışı politikaları ve orantısız güç kullanımı Doğu Türkistan’da bazı radikal örgütlerin doğmasına sebep olmuştur. 2008 yılında bu kampların basılması ve 18 kişinin öldürülmesinin ardından bölgedeki gerginlik daha da artmıştır.
İlerleyen yıllarda Çin yönetimi daha sert politikalar izlemeye başlamıştır. Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun elbise giymesi yasaklanırken halk düğünlerde alkol kullanmaya zorlanmıştır. (Euronews, 10 Temmuz 2020) Çin yönetimi Uygurlara pasaport vermeyerek en temel insan haklarından birisi olan seyahat hürriyetini bile engellemektedir.
2014 senesinde ise ‘Sincan’da yeniden eğitim kampları’ kurulmaya başlandı. Bu kamplarda 1 ila 3 milyon arasında Uygur zorla tutuluyor. Çin, haklarında herhangi bir dâvâ açılmayan, suç işlememiş yüzbinlerce insanı bu kamplarda asimile etmeye çalışıyor. Avustralya Stratejik Politika Enstitü, Çin’in uzak doğu bölgesinde Müslüman azınlıkların gözaltına alındığı 380 toplama kampına ait uydu görüntülerine sahip olduğunu açıklamıştır. Enstitüye göre 14 kampın ise inşaatı devam ediyor. 2016 ve 2017 yıllarında 90 bin polisin görevlendirildiği bölge dünyanın en baskıcı yerlerinden biri olarak değerlendiriliyor.
Çin yönetimi, bu kampları dış dünyaya ‘eğitim merkezi’, ‘rehabilitasyon merkezi’, ‘meslekî eğitim kampı’ olarak lanse ediyor. Hükümet, kamplarda gözaltına alınan vatandaşların radikal fikir akımlarına kapılmamaları ve ‘aşırıya kaçmamaları’ için onlara eğitim verildiğini söyleyerek kendini savunsa da The Independent’a göre kamplarda tutulan Müslümanlara İslâm’da yasak olmasına rağmen zorla domuz eti yediriliyor ve içki içiriliyor. Uluslar arası basın kuruluşlarına göre bu kamplarda azınlıkların beyni yıkanıyor ve kendi kültürlerinden uzaklaştırılıyorlar.
Uygurların yaşadıkları bunlarla sınırlı kalmıyor. Uygur Türkleri konusunda araştırmalar yapan Alman akademisyen Adrian Zenz’in aktardığına göre, 2017 yılından beri aile planlaması politikalarına uymayanlara çok ağır cezalar veriliyor. Eskiden sadece para cezası uygulanırken artık kısırlaştırma uygulamasına geçilmiş. Bu uygulama sonrası Sincan Bölgesi’ndeki Uygur nüfusu yüzde 15 azalmış durumda. 2018 yılından beri Uygurların yoğun olduğu bölgelerdeki demografik veriler paylaşılmadığı için gerçek oranların daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Zenz’e göre ‘kısırlaştırma politikası’ Uygurların doğumunu engellediği için soykırımın en somut örneği.
Çin hükümetinin azınlıklara bu kadar baskı uygulamasının ana sebeplerinden birisi; azınlıkları kendi ideolojilerine ve sistemlerine karşı düşman olarak görmesi olarak değerlendiriliyor. Nüfusun sadece yüzde sekizini oluşturan azınlıkların sistematik şekilde zulme maruz kalmasında ve asimile edilmesindeki asıl amaç yönetimin onları Kazak, Uygur, Moğol, Tibetli olarak değil de Çinli olarak görmek istemesi.
Gerek ekonomik, gerek siyasî sebeplerden dolayı büyük devletler Çin’in bu yaptıklarına gerekli tepkiyi vermiyor olabilir, ama biz insanlar olarak bütün bu hak ihlâllerine ve sistematik zulme karşı ses çıkartmalıyız. ‘Zulme rıza zulümdür’ düsturuyla hareket etmeli ve her daim mazlumun yanında olmalıyız. ‘Ya benim gibi ol, ya da yok ol’ düşüncesiyle hareket eden bu anlayış ve uygulamaların en kısa zamanda sona ermesini ve mazlumların hürriyete kavuşması temennisiyle.