Bundan tam beş yıl önce, duâlarımda Avustralya’ya gitmek vardı. Aklıma her geldiğinde “inşallah bir gün gideriz” deyip sabrederdim. İşte gittim, gördüm, yaşadım ve yazdım.
“Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var” âyetinin hakkal-yakin tecellisini bu gezimizde yaşadım ve sizinle paylaşmak istiyorum. Bundan tam beş yıl önce duâlarımda Avustralya’ya gitmek vardı, her daim duâlarıma girmişti. Aklıma her geldiğinde “inşallah bir gün gideriz” deyip sabrederdim. İşte gittim, gördüm, yaşadım ve yazdım. Rabbime binlerce şükürler olsun. Kıt’adaki arkadaşımın “hadi gel artık daha ne bekliyorsun, konferans da varmış, ayarla gel’’ demesi ile birden gündemime aldığım bir program oluverdi. Yeşil pasaportumun olması ise bir şey değiştirmiyordu ve vize gerekiyordu. Uzun ve zorlu süreç başlamıştı. Adeta zamanla yarışmam gerekiyordu, gitmek için elimden geleni yapıyordum, çünkü çok görmek istediğim bir ülke idi.
Dâvetiye yazısı ve vize başvurusu derken, hadi bakalım parmak izi verme çağrısına geliverdik. İstanbul Harbiye’deki vize merkezinde parmak ve retina izimizin çekimi yapıldı. Buna pek anlam veremiyor olsanız da dönüşte karşınıza çıkıyor. Bu arada Ankara merkezli çalışan konsolosluktan telefonla arandık “Ne için gidiyorsunuz, ne yapacaksınız?” diye iyi bir sorgudan geçiriliyorsunuz. Onlara hekim olduğumu, İngiltere’ye, Amerika’ya ve bir çok Avrupa ülkesine daha önce gittiğimi ve konferanslara katıldığımı söyledim. Benimle konuşan kişi o kadar güzel Türkçe konuşuyordu ki, ona söylemeden edemedim: Harika bir Türkçeniz var. An itibari ile yapmış olduğum kavli duânın fiilî duâya geçişini yaşıyordum ve Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Bu arada hastanede “Nereye gidiyorsun bu sefer? diye sorduklarında “Avustralya” dediğimde birçok kişi Avusturya anladı ve sonrasında gerçeği öğrenince gözleri fal taşı gibi büyüdü. “Hayırdır?” diyorlardı gülerek, ben de “hayırdır tabiî kardeşim, şerle işimiz yok” diyordum.
Vize işlemi yaklaşık 1,5 ayımı aldı. Sonrasında ise “Scyscanner.com” sitesinden bilet bulmaya çalışmak oldu. Birleşik Arap Emirlikleri merkezli Emirates Airlines firmasından biletimi alabildim. Artık her şeyim hazırdı Avustralya yolcusuydum. Cuma günü saat 16:30’da İstanbul’dan önce Dubai’ye, oradan farklı bir uçakla Sydney’e uçtum. Tam 20 saat havada kalmak ve uçmak çok zor oldu, ama başarmanın da ayrı bir keyfi de var tabiî ki. Seyahatimde yalnız olduğumdan, konuşabileceğiniz bir arkadaşınızın olmaması, dil problemi, alışılmadık yemeklerdeki damak lezzeti problemi derken geçmeyen saat ve dakikaları bir bir tükettim. Dönüşte de aynı sıkıntıların olacağını düşününce biraz canım sıkılıyordu, ama yapacak bir şey de yoktu.
Geçmek bilmeyen saatler derken, dokuz saat doğuya gittiğimiz için aynı zamanda dokuz saat ileriye gidiyordum. Gece 02:00’da uçağa bindim, 23:00’da gece oradaydım.. Neticede uyku düzenim bir anda altüst oldu. Uyuman gerekli olan saatte gün doğuyor ve ben uyku moduna giriyordum. Çözüm olarak ise uçağın bütün pencerelerini kapatıp, tavanda da yıldızlar varmış gibi bir hava estirmeleri oluyordu. Biz de gece zannedip uyumaya çalışıyorduk. Kısacası allak bullak bir yirmi saat geçirmeniz gerekiyor. En çok namaz vakitlerini ayarlamakta zorlanıyorsun, ama şükür tahmini bir refleksle namazlarımı kılabildim. Bu arada uçuşum sırasında yeni sezon filmlerini ve bir çok National Geographic den de yeni dizileri izleme fırsatım oldu.
Gece 23:00 sıralarında Sydney Havalimanı’ndayım, arkadaşım çıkışta beni bekliyor. Onu görünce çok mutlu oldum ve birden bütün çektiğim sıkıntıları unutuverdim. Evet, kısa bir hoş geldin sonrası arabası ile havalimanından ayrılıyoruz ve (Havaalanına on beş gün sonra görüşmek dileği ile deyip) Sydney’e doğru yola çıkıyoruz.
“Hoş geldin kardeşim…” sohbeti sonrası “hemen eve gitmeyelim, jetlag olursun” deyince, “İstersen okyanus kenarı bir yere gidelim, orada birer çay içelim, hem rahatla hem de jetlag’a biraz alışırsın” deyince olur tabi dedim. Brighton Le Sands’a gittik, okyanus kıyısında ve havalimanını karşıdan gören bir manzara eşliğinde çayımızı yudumluyoruz. Gece bile olsa kumun inceliği, temizliği ve denize olan uzaklığını görünce “pes” diyorsunuz gerçekten. Kumsalı, bizim Dalyan’ın İztuzu Plaj’ı gibi, ama şehrin ortasında ve her daim açık ve herkese ücretsiz.
Çayımızı içtikten sonra artık kalacağım yere doğru yola çıktık. Şehre çok uzak olmayan bir bölgede ikamet edeceğim, sağ olsun arkadaşım her şeyi ayarlamış. Fakat uyku ile aramız nedense birden açıldı. Dokuz saat doğuya gitmiştim ve uyku düzenim alt üst olmuştu. Yine de biraz uyumalısın diyordu tecrübesine dayanarak. İlk gün saat 05:00’a kadar uyuyamadım, sabah namazı sonrası biraz uykum geldi ve uyuyabildim çok şükür.
CİRCULAR QUAY
Sydney de ulaşım genelde trenle, “opal kard” ile her yere gitmeniz mümkün. Biraz uyku sonrası hemen merkeze gitmek istiyoruz. Kartımızı aldık ve Sydney merkezinde olan ve çok turistik bir alan olan ‘’CIRCULAR QUAY’’e doğru gidiyoruz. Meraklı gözlerle etrafı seyrediyorum ve ilk izlenimim, burası Küçük bir Amerika. Böyle deyince arkadaşım “hadi canım sen de” diyor. Ben ise gerçekten öyle olduğunu söylüyordum.
Circular Quay, kafanızda canlanması adına Eminönü ya da Karaköy gibi okyanusa kıyısı olan bir liman. Bir tarafta HARBOUR BRİDGE, diğer tarafta ise OPERA HOUSE, arkasında ise dünyaca meşhur otel zincirlerinin gökdelenleri ile çevrelenmiş muhteşem bir liman. Bütün deniz araçlarının ana merkezi. Bir yere gitmek isterseniz buradan gidebilirsiniz. Bütün trenler ve feribotlar buradan hareket ediyor. Harbour Bridge ve Opera House’un bütün ihtişamlı görüntüsünü buradan alabilirsiniz, özellikle gece ve gündüz görüntüleri çok farklı. ABD’ye gidenler için söylemek gerekirse Manhattan’ın bir küçüğü burası, aynı mantıkla yapılmış ve gökdelenler dikilmiş. Sonuçta İngilizler buranın sahibi ve bütün yapılanmalar onların gelenek ve görenekleri ile örtüşmüş. Trafik soldan akıyor, direksiyonlar sağda. İşin ilginç tarafı Metro istasyonlarında yürüyen merdivenlerde de trafik sağdan akıyor, insanlar ise solda bekliyor, oysa Türkiye’de sağda bekler, soldan ise hızlı çıkmak isteyenler yürüyen merdivende yürüyerek çıkarlar.
Yeryüzünün en görkemli manzaraya sahip limanı olarak adlandırılan Sydney Limanı, Parramata ve Lane Cover Nehirlerinin binlerce yıldır kum taşını şekillendirmesiyle meydana gelmiş olan tabiî bir liman görünümünde. Rüzgârdan korunan bir konuma sahip olan liman benzersiz kumsallara sahip. Sydney’de sahilin girinti ve çıkıntıları o kadar çok ki bu da ayrı bir güzellik katıyor. Yüzlerce koy var ve neredeyse hepsi villa tarzında yapılarla donanmış, tabi ki yeşil dokuya zarar vermeden. Buralara deniz otobüsleri her daim çalışıyor ve insanlar işlerine buradan gelip gidiyorlar.
Çok fazla kiliseye rastlamadım. Halkın bu tarz bir derdi yok. Tek düşünce hâkim; bugün işimi nasıl en iyi yapar ve akşam nasıl gezerim yâ da hafta sonu okyanus kıyılarına, denize nasıl gidebilirim sorularıyla meşguller.
Şehrin merkezinde eğer okyanusa kıyısı varsa mutlaka plajları da var. Şehrin içinde veya dışında fark etmiyor. Bir de çok sıcak burası, malûm yaz ayını yaşıyor şu anda. Aralık ayındayız, ama hava 40 derece sıcaklıkta, kısacası bir güzel yanıyorsunuz. Botanik park, normal park ve ormanlık alanlar o kadar çok ki inanamıyorsunuz. Sydney halkı serinlemek ve hareket etmek için mutlaka buralara uğruyor.
Halkın büyük çoğunluğu Çin, Asya, Malezya, Kore ve diğer uzak doğululardan oluşuyor. Adeta buraları vatanları olmuş. En önemli özellikleri yaşadıkları bu vatana sahip çıkıyorlar. Parklarda özellikle Müslümanların yoğun olduklarını görüyoruz. Lübnanlı, Malezyalı, Iraklı, Suriyeli, Bangladeşli, Pakistanlı, Endonezyalı gibi çok çeşitli Müslümanlardan buralara gelen ve yerleşmiş halk var. Bunların gelenek ve görenekleri ile burada muhafaza olmaları da ilginç. Örtünmeyi özellikle bu gelen Müslümanların oturttuğu ve gözlere aşina haline getirdiklerini bizim Türk arkadaşlar söylüyorlar. Gerçekten kıt’ada nüfus az ve kıt’a çok büyük. Türkiye’nin on katı büyüklüğünde, yani sekiz milyon km² yüzölçümünde. Bu kıt’a en az 200 milyon insanı barındıracak güçte bence.
Okyanusun girinti ve çıkıntıları çok fazla olunca ve zenginlerin de iştahı bol olunca muhteşem manzaralı ve çok kaliteli evlerin okyanusa komşuluklarını feribot gezilerinde sıkça görebilirsiniz. İstanbul Boğazı’ndaki yapılardan burada o kadar çok var ki, o yüzden deniz ulaşımı çok hızlı ve seri. Gerçek Avustralyalı çok az, ama finans sektörü ve kritik yerler onlarda. Çok sıcak bir ülke olmasına rağmen, bir anda yağmur, sis, soğuk olabiliyor. Nerede nasıl bir hava ile karşılaşacağınız belli olmuyor, ayrıca burası çok büyük yolcu gemilerinin demir attığı bir liman. Yolcu gemisi hiç eksik olmuyor, turistler 1-2 günlüğüne bile olsa Sydney Limanı’na gelip buraları gezmeden gitmiyorlar.
SYDNEY HARBOUR
Sydney’in turistik açıdan en meşhur yeri, bir yanda Harbour Bridge, bir yanda Opera Hause ve okyanusa açılan bir kapı. Deniz trafiği o kadar fazla ki, ehliyetli özel 20 bin botun burada hizmet verdiği söyleniyor. Ayrıca yirmiye yakın halka açık plajlarının olması ayrı bir özellik katıyor. Hem geziyor hem de canınız istediğinde okyanusun serin sularında yüzebiliyorsunuz. 586 tür balık ve deniz ürününün burada bulunduğunu ve bir yaz sezonunda yaklaşık 74 bin ton balık avlanılabildiği de gelen bilgilerden.
DARLİNG HARBOUR
5 yıldızlı Otelleri ve restaurantları ve cafeleri ile misafirlerini ağırlayan ender ve görülmesi gereken yerlerdendir. Turistlerin gezebilecekleri Wild Life - yabanî/ vahşi hayat, Madame Tussauds (mumyadan yapılmış ünlülerin heykelleri) galerisi, Australian Denizcilik Müzesi, Sea Life =akvaryumu burada görebilirsiniz.
SYDNEY HARBOUR BRİDGE
Sydney Köprüsü, Sidney’in ikonik ve tarihî eseridir ve kıt’anın en büyük köprüsüdür. Dizaynı New York’taki Hall Gate Köprüsü’nden esinlenerek yapılmıştır. Şehre inanılmaz bir görüntü ve zenginlik katmaktadır. Köprü çelikten kemer biçiminde 6 milyon perçin kullanılarak birbirine ağlanmış dünyanın en geniş köprüsüdür. 1932’de tamamlanmıştır. Üzerinde hem yürüyüş hem de tırmanış yapılabilen nadir köprülerdendir.
OPERA HOUSE
Harbour Bridge Köprüsü’nün karşısında tam Sydney’nin kalbindeki inanılmaz yapıdır. Adeta Sydney’i tarif eder ve onunla bütünleşmiştir. Avustralya’yı anlatan birçok resimde bulabilirsiniz, Sydney’in adeta resimlerdeki silüeti olmuştur. İçinde muhteşem toplantı ve gösteri salonları olan dev yapıt 1959-1973 yılları arasında Danimarkalı Mimar John Utton tarafından dizayn edilmiş olup, mimarı tarafından hiç ziyaret edilmemiş olması da ayrı bir yönüdür. Bu muhteşem yapı dünyanın en tanınmış binaları arasında yer alır. Yılda 2400’den fazla gösteri ve oyun performansının yer aldığı bu merkezde, her türlü dünyaca meşhur aktiviteleri burada izlemek mümkün. Türkiye’den Mevlânâ gösterisi de burada yapılmış ve tam gişe oynamış.