Çağımızın en büyük “Müceddid”i Bediüzzaman Said Nursi’nin talebe ve hizmetkarlarından Abdullah Yeğin Ağabey de, ömrünü Nur hizmetkarlığında geçirerek hakkın rahmetine kavuşmuştur. Allah rahmet, mağfiret ve merhamet eylesin. Başımız sağ olsun!
Eskiden beri ve şimdi ve bundan sonra Üstad’ın “talebelerine ve varislerine” nasıl bakıyorduk, nasıl bakıyoruz ve nasıl bakmalıyız?
Bir sefer onlar, şiddetli takibat, tazyikat, nezaret, mahkeme, hapis, işkence ve hatta idam karşısında bilâperva hayatlarını Üstad ve Risale-i Nur’a vakfettiler.
Onun fedaileri, havarileri, sahabileri olarak etrafında kenetlendiler. Saff-ı evvel olarak iman ve Kur’ân hakikatleri Risale-i Nur’ların bize ulaşmasına vesile oldular.
Evet, Ahirzamanda beklenen, deccal ve süfyan ile mücadele ile vazifeli Sahibüzzaman’ın, Bediüzzaman’ın varisleridir, havarileridir, sahabileridir, vezirleridir.
Üstad’ın bu “varisleri, hakiki talebeleri”, birer “iman ve hürriyet kahramanıdır.” En büyük bir veli, en küçük bir Sahabe Efendilerimize (asm) yetişemediği gibi, en büyük bir Nur talebesi de, “saff-f evvellik ve fazilet” noktasında onlara yetişemez.
En küçüğünün, fedakârlık, cesaret, himmet ve hizmetteki faziletlerine en büyük bir Nur talebesi asla yetişemez. Nasıl yetişebilir, ne ile yetişebilir ki! Zira, onlar “Müceddidi nazar” ve “himaye” altında yetiştiler!
Makamları karıştırmayalım bu, fazilet noktasındadır. Yoksa, ilim, anlayış-kavrayış, şahsi, ferdi değerlendirme, yönlendirme noktalarında değildir.
Saff-ı evvel ve “manevî varisleri” ağabeylerimiz Üstad’a, Risale-i Nur’a; hayati tehlike yüzde yüz iken, en ağır şartlarda, iman ve Kur’ân’a fedakârane hizmetleri asla hiç kimseyle kıyaslanamaz, faziletlerine asla yetişilemez.
Peygamber Efendimiz (asm), “Benden duyduklarınızı başkasına duyurun, ola ki, duyanlar, duyuranlardan daha iyi anlar” buyurmamış mı? Nitekim, İmam-ı A’zam, İmam-ı Şafi, İmam-ı Malik İmam-ı Hanbel (ra), aktaplar, sair müçtehid, müceddid, aktab ve asfiya vs. İslamiyeti birçok Sahabe-i Kiram’dan (ra), daha iyi anladı, daha iyi anlattı… Çünkü onlar doğrudan doğruya Nübüvvet Nuruna muhatap olup boyasıyla sıbğalandılar.
Üstadı gören “manevî varisleri” de böyledir. Ama, Risale-i Nur’u onlardan iyi anlayan Nur talebeleri çıkabilir, çıkmıştır, çıkacaktır. Bu, Kur’ân’ın mucize-i manevîyesi Risale-i Nur’un bir tezahürüdür.