“Siyasal İslâmcılar” ve bazı İlahiyatçılar, “demokrasinin İslâmiyetle bağdaşmayacağı” düşüncesindedirler.
Bunun en büyük sebebi, “isim ile resimi”, yani isim ile mahiyeti, hakikati karıştırmalarındandır.
Başta din ve vicdan olmak üzere bütün hak ve hürriyetlerin tanındığı bir yönetim şekli olan demokrasi İslâmiyetle bağdaşır.
“Siyasal İslâmcıları” şaşırtan ve karıştırdıkları nokta şu: Demokratların ve demokrasilerin uygulamalarına bakarak bağdaşmaz, diyorlar. Halbuki, mahiyet ve mana olarak bağdaşır, yoksa uygulama olarak değil!
Müslümanların bazı hareketleri ve Müslüman yöneticilerin birçok uygulamaları İslâmiyetle hiç bağdaşmıyor! Mahiyet ile uygulamayı biribirine karıştırmayalım. Aslında itiraz, biraz da isme takmaktan geliyor. Demokrasi kelimesi Yunanca’dır. Ama, mânası, hakikati İslâmcadır, Kur’âncadır. Kelimeye takılmamak, mahiyetine bakmak gerekir.
Bediüzzaman meselenin bu boyutunu da muhteşem bir şekilde tahlil eder ve hakikatini ortaya çıkarır:
“Lâfızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâki kalır. Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır. Libası yırtılır, cesedi sağlam, baki kalır. Ceset ölüp dağılırsa da ruh baki kalır…”1
Bâzı memurların ef’ali, adem-i ülfetten dolayı size yanlış ders gösterdiği ve şiddetten neş’et eden müşevveşiyetle hâl-i hazırdan fehmettiğiniz meşrûtiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükümetin hedef-i maksadı olan meşrûtiyet-i meşrûâyı beyân edeceğim.
İşte, meşrûtiyet âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.
Dipnotlar: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 163.