M’Ako Ağa, sıra sıra selvilerin dizildiği bölgenin hemen aşağısında, yeşil yeşil çamların arasında kalan sinemada gösterilen çeşitli filmlerde rol almış bir karakterdir.
Bir şekilde, çevresinin güvenini kazanan ve sempati toplayan M’Ako Ağa, aldatarak iş görür. Türlü türlü desiselerle insanların parasını, emeğini sömürür. Foyası meydana çıktığında da ne yapıp ederek aradan sıyrılmayı ve suçu başkasına atmayı başarır. Gençliğini, parasını ve bütün birikimlerini kendisine kaptıran bazı kurbanlar da son bir umutla onları geri alabilmek için yine M’Ako Ağa’ya güvenmekten başka çıkar yol göremez.
Filmin birinde, köylü vatandaşları Avrupa’da vizesiz seyahat hayaliyle kandırıp bir kamyona doldurur. Saf vatandaşlar, kapalı kamyon kasasında nereye gittiğini bilmeden günlerce seyahat ederler. Ara ara, bazı ülkelerin sınırına yaklaştıklarını söyleyip sessiz durmaları için yolcuları ikaz eder. Sınır geçişleri çok kritiktir ve hata yapma lüksleri yoktur. Geçilen sınır kapısına göre farklı tedbirler almak gerekmektedir. Maşallah, M’Ako, geçilen bütün ülkelerin dillerini akıcı bir şekilde konuşmaktadır ve kendi anadilinden başka dil bilmeyen umut yolcuları, her ne hikmetse bütün konuşmaları anlayabilmektedir. Yerine göre, bazı sınır kapılarında kendinden emin konuşup tek bir teftişe bile uğramadan geçebilmektedirler. Kimi yerlerde sempatik dili ve verdiği rüşvetlerle kapıları açtırır.
Ne var ki, sınırlar boyu ilerledikçe geçiş zorlaşmaktadır. En zorlu gümrük ise Alman kapısıdır. Orada kıskanç köpekler vardır, laftan anlamazlar ve kamyonun tepesine çıkıp kasanın içerisine girmeye çalışırlar. Köpek seslerinin gittikçe yakınlaştığını duyan yolcular korkudan nefeslerini bile tutmuş ve oldukları yerde mıhlanmışlardır. Kahraman M’Ako, bütün heybetiyle köpeklerin karşısına dikilir ve onları kasadan uzaklaştırır.
Gerçekte ise, Avrupa’ya yaklaşmayan kamyon ortalarda bir yerde dolanmaktadır. Bütün sınır geçişleri ve gümrük muameleleri M’Ako Ağa’nın birer mizansenidir. Yolcuları korkutmak ve heyecan seviyesini diri tutmak isteyen M’Ako, sesini yükselterek farklı kişiler gibi konuşmakta ve yolcuların kendisini duymasını sağlamaktadır. Yolun sonunda Avrupa’ya geldiğini zanneden yolcular Ortadoğu’da kendilerini bulmuşlardır. İndikleri yerde Afgan, Pakistanlı ve Suriyeli pek çok yeni yol arkadaşları olmuştur. Onlar da M’Ako Ağa’ya aldanıp gelmiş başka mağdurlardır.
En son rol aldığı filmin konusu zorba bir komşu ile yaşadığı maceralardır. M’Ako Ağa, aynı apartmanda yaşadığı insanlara yaşattığı zulümlerle hayatı dar eden “İsmail” isimli mahalle komşusuna uzaktan atıp tutmakta fakat onun komşularına zulmetmesini engelleyecek herhangi bir şey de yapmamaktadır. Engellemek şöyle dursun, İsmail’in ihtiyacı olan malzemeleri gemilere yükleyip gizlice ona göndermektedir. Birileri bunu fark edip ticaretini ortaya çıkarınca inkâr eder ve haberi yayanları terörist olmakla suçlar.
Ne var ki, mızrak çuvala sığmaz ve mahalle ahalisi bu ticareti sesli bir şekilde konuşmaya başlar. Kâhyalar ticaret olayını tevile çalışmaktadır: “Ürünleri biz İsmail’e değil, mazlum apartman sakinlerine gönderiyoruz. Adresleri aynı olduğu için siz öyle zannediyorsunuz.”
Mağdur apartman sakinleri kendilerine bir şey ulaşmadığını söyler. Üstelik, uçağı olmayan sakinlerin uçak yakıtından önce ekmeğe ihtiyacı vardır.
M’Ako Ağa’nın bu defa tepkisi “Evet, yaptım. Fakat bir sorun bakalım, niye yaptım... Bu zalim İsmail benden almasa başkasından alacaktı, ben ona fahiş fiyatla ürün satıp parasını azaltıyorum, kaz gibi yoluyorum” şeklinde olur. Kâhyalar da bir yandan, İsmail’in kendi ev halkının da ihtiyaçları olabileceğini, savaşta bile onları aç bırakmanın günah olduğu bilgisini yayar.
Mahalleli tepkisinden çekinen M’Ako Ağa ticareti yasakladığını ilan eder ama şöyle bir diyalog geçer:
“İsmail Abi!..”
“Hooop! Ne yaptın, M’Ako Abi?”
“Ne yapalım, şimdilik gemi gönderemiyorum, idare et.”
“O gemi bugün olmasa bile bir gün gelecek, biliyorum...”