Allah ıçın sevmek ve nefret etmek |
BİR HADİS,BİR YORUM “Amellerin en üstünü Allah için sevmek ve Allah için de nefret etmektir.” (Ebu Davud, Sünnet, 2.; Camiüssağir, c. 1, s. 346)
Allah bize sonsuz potansiyelde bir sevgi duygusu vermiştir. Bu sevgi duygusunu her insan şu ya da bu şekilde kullanmaktadır. Bu hadis, dünyadaki varlıkları Allah için sevme ölçüsünü veriyor. Elbette ki sevdiğimiz şeyleri Allah için sevmemizin de ölçüleri vardır. Bunlara dikkat etmek gerekir. Yoksa sadece dilimizle biz sevdiğimiz şeyleri Allah için seviyoruz dersek, doğru bir sevgi olmaz. Çünkü sevgi sadece bir sözden ibaret değildir. Hadiste “en faziletli amel” denmesinden anlaşılmaktadır ki, sevgi bir eylemdir, fiildir, davranıştır. Sözde kalan bir sevgi sevgi değildir. O halde Allah için sevginin ölçüsünü iyi bilmek gerekir. Meselâ biz lezzetli yiyecekleri, yemekleri, meyveleri severiz. Eğer bunları Allah’ın ihsan ettiğini düşünerek yer isek, bu Allah hesabına bir sevgi olur. Bu yiyecekleri Allah için sevdiğimizin ölçüsü ise, helâl yoldan kazanmak, kanaat etmek, şükür ve tefekkür etmektir. Haram yoldan kazanç sağlayan bir kimse, yiyecekleri "Allah için seviyorum" diyemez. Kanaatkâr olmayan ve şükretmeyen, nimeti Allah’ın verdiğini düşünmeyen kimse de böyle söyleyemez. Annemizi ve babamızı da Allah için sevdiğimizin ölçüsü, onlar ihtiyarladıklarında, bizlere artık menfaat veremeyecek bir duruma geldiklerinde onlara daha fazla şefkat, saygı, sevgi ve ilgi göstermektir. Asla onları incitmemek, üzmemektir, elden geldiği kadar gönülllerini almak ve yardım etmektir. Çocuklarımızı da Allah için sevmenin alâmeti, onların bize Allah’ın bir hediyesi olduğunu düşünmek ve vefat ettiklerinde feryat figan ederek yaka paça parçalamamaktır. "Allah’ın bize verdiği bir hediyesi idi, şimdi de aldı, daha güzel bir yere götürdü" diye düşünmek gerekir. İşte bu davranış, çocuklarımızı Allah için sevdiğimizin ölçülerinden birisi oluyor. Eşimizi Allah için sevmek, onun geçici güzellik ve görünüşüne değil, ahlâk güzelliğine önem vermektir. Nefret de aynı şekilde olmalıdır. Biz bir kimsenin davranışından, İslâma zıt ise Allah için nefret ederiz ve bu nefret onu düzeltmek için çaba göstermeyi gerektirir. Allah için nefret etmek, kişilere toptancı davranmamayı gerektirir. Bir kötülük gördüğümüzde onu düzeltemiyorsak, ondan nefret etmek de Allah için. Yani bir davranıştan Cenâb-ı Hak hoşnut oluyorsa, biz de oluruz. Olmuyorsa biz de olmayız. Bu ölçü insanların diğer insanlara ve varlıklara karşı davranışlarının da daha güzel olması neticesini verir. Bu yüzden Allah için seven ve Allah için nefret eden bir kimse, affedici olur. Şahsına karşı yapılan hataları affeder. Kötülüğe kötülükle değil, iyilikle karşılık verir. Allah için seven bir insanın kalbinde nefret ve düşmanlık hakikî olarak bulunmaz. Nefret ve düşmanlık acımaya inkılâp eder ve onu lütufla ıslâh etmek için uğraşmaya sebep olur. Allah bizleri, Allah için seven ve Allah için nefret eden bahtiyar kullarından eylesin. Âmin.
RÜŞVET, YALAN YERE YEMİN VE ŞAHİTLİK
BİR ÂYET, BİR YORUM
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile yalancı şahitlik ve rüşvet gibi günahlarla yemek için hâkimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme hakimlerine) intikal ettirmeyin.” (Bakara: 2/188)
Bu âyet birçok toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da yaygın olan toplumsal bir hastalığı tedavi ediyor. Bugün insanlar haksız kazanç, haksız mal elde etmeyi kendileri için bir kâr olarak telâkki ediyorlar. Halbuki haram yollardan elde edilen mal, sahibi için hem bu dünyada hem de ahirette büyük bir yüktür. Bu yükü kaldırabilmek zordur. Bu âyet hem mahkemelerde yargıçlık yapan insanların vicdanlarına hitap ediyor. "Rüşvet almayınız" diyor. "Haksız bir insanı haklı göstermek için rüşvet almayınız" diyor; diğer taraftan "Hakimlere üç beş kuruşluk haksız dünya malı kazanmak için rüşvet vermeyin. Bunu temin etmek için yalan yere yemin edip, yalancı şahit tutmayın" mesajını veriyor. Burada bir hakiminin haklı bir insanı haksız, haksız bir insanı haklı göstermesi, Allah nezdindeki gerçeği değiştirebilir mi? Asla değiştirmez. Bu şekilde elde edilen mallar, Hazret-i Peygamberin (asm) hadislerinde “kıt’atün minennar” ateşten bir parça olarak nitelendiriliyor. O halde bu tür yanlış davranışlarla mal elde edenler, bu malı yiyenler, aslında ateş yiyorlar. Bu haksız yenilen malın cezasını Allah bu dünyada da ahirette de verecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bir de devletin malını rüşvet ve yalanlarla, dolanlarla, hile ile yiyen insanlar var. Devletin malı, 70 milyon insanın malıdır. Bunda tüyü bitmedik insanların hakları vardır. Bu tür kul haklarıyla Allah’ın huzuruna gitmek, Allah’ın huzuruna kara bir yüzle çıkmak demektir. Allah’ın affetmeyeceği, ancak sahibinin hakkını helâl etmesiyle affedilecek olan böyle bir haksızlıktan yılandan, akrepten çekiniyor gibi çekinmemiz gerekir. Toplumda zenginliğin revaçta olması hiçbirimizi böyle bir haksız kazanca yöneltmesin. Devletin parasını çarçur etmek, kaçak elektrik kullanmak, kaçak su kullanmak, devleti dolandırmak en büyük günahlardandır. Bunları elde etmek için insanların idarecileri de yoldan çıkardığı, onlara çok yüklü miktarlarda paralar teklif ettiği biliniyor. Bu konuda alanın da, verenin de aynı haksızlığı yaptığı unutulmamalıdır. Bu dünyada sizi gören olmayabilir. Mahkemeleri para ile satın alabilirsiniz. Ama hiç kimseye haksızlık yapılmayan ve herkesin hakkının kılı kırk yararcasına dikkatle verildiği mahkeme-i kübradan hiçbir zaman kaçış yoktur. Zalimin zulmü yanına kâr kalmayacaktır. Haksız kazanç elde edenler, bu kazançlarının bir “ateş parçası” olduğunu o zaman görecekler, ama iş işten geçmiş olacaktır. Bu yüzden âyet bizleri kendi menfaatimiz için başkasına zarar vermek gibi haksızlıkları yapmaktan uzaklaştırıyor. İşte bu milleti dindar yapmak isteyenlerin önüne engel konulmamış olsa, devleti dolandıran insanlardan eser kalmayacaktır. Ve birilerinin yem boruları kesilecektir. Kendi yem borularının kesilmesini istemeyenlerin “İrtica geliyor” diye İslâmı öcü gibi göstermeye çalışmasının anlamı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Bu yüzden bu milleti, bu toplumu sevenlerin, toplumun dindar olmasını sağlamanın önündeki engelleri kaldırmaları birinci görevleridir. Allah başımızdaki başlara akıl, fikir ve iz'an nasip etsin.
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI |
02.09.2010 |