HAYATI DÜZENLEYEN İLÂHÎ KANUNLAR |
Kâinat her an her saniye devam eden “hayatî” olayların cereyan ettiği bir büyük meydandır. Uçsuz bucaksız bu meydanda, sürekli sirkülasyon halinde devam eden bu “hayatî” olaylar, tıpkı bir zincirin halkaları gibidir. Halkalardan birinin eksikliği nasıl zincirin tamamlanmasına mani teşkil ediyorsa, “hayatî” olaylardan birinin eksikliği de “hayat” zincirinin eksik kalmasına sebep olmaktadır. Herkesin yakından bildiği belli başlı “hayatî” unsurlar vardır. Bu unsurlar, “hava”, ”su”, “toprak”, ‘’ateş’’ olarak dört ana grupta toplanmıştır. Bu unsurların yanında bir de bizlerin bilmediği fakat onlarsız da “hayatın” yürümediği bazı unsurlar vardır ki, bu unsurları Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri "Tefekkürname" adlı eserinde şöyle açıklamaktadır: 1- “İntizâmât-ı Mevzune” 2- “İttizânât-ı Mevzune” 3- “Hikmet-i Âmme” 4- “İnâyet-i Tâmme” 5- “Aktâr-ı Muntazama” 6- “Kazâ-i Müsmirre” 7- “Ecel-i Muayyene” 8- “Erzâk-ı Mukannene” (Tefekkürnâme, sh. 99 yan.) “Hayatı” yaratan, onun bekasını temin için de gerekli düzeni en ince ayrıntısına varıncaya kadar yerli yerine koymuştur. Hiçbir müdahil olmadan, tayin edilen süreç içerisinde sistemli olarak devam etmektedir. Yani “intizâmât-ı mevzune” kaidesi bütün zerrelerde her bir harfine varıncaya kadar görünmekte ve de uygulanmaktadır. İnsan, kâinat sarayında çıplak gözle dahi görülebilecek mükemmellikteki işleyişe, ortaya konulan harikulâdeliklere bakınca, büyük bir tanzimcinin de varolduğunu görmektedir. Bu da bizlere, şunu ispatlamaktadır: Çark “intizâmât-ı manzume” düsturu dahilinde öylesine güzel dönmektedir ki, bakanları hayretlerde bırakmaktadır. Her hadise, eksi ve artısıyla bilinir. Eksi ve artıların sistem içerisinde bir “tanzimci” tarafından yerleştirildiğini ise, her akıl sahibi fehmine (anlama kabiliyetine) göre algılar. Yalnız, ayrıntıları en ince noktasına varıncaya kadar anlamak, “yaratılan” için bilinmesi mümkün değildir. Fakat, sistemi tanzim eden Yaratıcı, akıl sahiplerinin bilmediğini de bildiği için, ”Hikmet-i Âmme” gereği, gizli açık, görünen ve görünmeyen, her hadiseden haberdardır. Her hadiseyi ilminin gerektirdiğiyle bilir ve bildirir. Bizler de o bildirişe göre hayatımızı tanzime sokar ve yürütürüz. Âlemin bütün zerrelerine varıncaya kadar dağılan canlılara hiçbir ayırım gözetmeden, ihtiyacı kadar gerekli yardımı ulaştıran Yaratıcı, aynı zamanda ne kadar mükemmel şefkate de sahip olduğunu, bunun da mükemmel bir “Rahm-ı Mutlakın” (mutlak bir rahmetin), ”İnayet-i Âmmesiyle” (umumî bir inayetle) gerçekleştiğini bizlere bildirmekte ve de göstermektedir. Eğer, O’nun lütfu, O’nun merhameti olmazsa, hiçbir şey kılını bile kıpırdatamaz. Zerreden tut, güneş sistemine varıncaya kadar her bir varlık, O’nun inayetiyle, O’nun himmetiyle, O’nun letafetiyle ayakta durmakta, gideceği istikamete kadar, O’nun izniyle hareket edip gitmektedir. Yaratılan her canlının bir başlangıcı, bir de sonunun olduğu herkesin malûmu. Yaratıcı, bu zaman zarfını “canlı” henüz geçici dünya misafir hanesine gözlerini açmadan, “ruhlar âlemi” dediğimiz “âlem-i ervah”ta belirlemiştir. Hayata yeni başlayan “canlı” dünya sarayına gözlerini açtıktan sonra, tayin edilen fakat gizli tutulan sonuç süresi de onunla beraber başlamıştır. Bu düzen hiçbir saniye dahi şaşmadan, hiçbir eksikliğe mahal olmadan harfiyyen işlemektedir. Böylesine mükemmel yapıya sahip bir atmosferin elbetteki mükemmel nezaretçileri de olacaktır. Bu nezaretçilerin her türlü ihtiyacını kusursuz bir şekilde giderecek de mükemmel bir ilme, mükemmel bir kudrete, mükemmel bir iradeye sahip olan bir “erzak-ı mukannane” (bütün canlıların ihtiyaçlarını hiçbir yanılgıya uğramadan ihtiyaç sahiplerine ulaştırması) kanununun sahibine aittir. Evet, gözlerimizi kâinatın mükemmelliğine yeniden çevirerek hadiselere bir de bu açıdan bakalım. Ne kadar mükemmel, ne kadar kusursuz bir âhenkle, yaratılanların üstündeki Yaratıcının mührünü görüp seyredelim. İşte o zaman hayatın gayesini keşfetmiş olacağız.
ORHAN ALAGÖZ |
27.08.2010 |