27 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Allah'a ihlâsla ibâdet edin, beş vakit namazınızı kılın, gönül hoşluğu ile malınızın zekâtını verin, Ramazan orucunuzu tutun ve Haccınızı yapın ki, Rabbinizin Cennetine giresiniz.

Câmiü's-Sağîr, No: 172.

27.08.2010


İktisat, mânevî bir şükürdür

Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzettir.

“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” (A’râf Sûresi, 7: 31.)

Şu âyet-i kerime, iktisada kat’î emir ve israftan nehy-i sarih sûretinde gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Şu meselede Yedi Nükte var.

Birinci Nükte

Hâlık-ı Rahîm, nev-î beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır.

Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.

İkinci Nükte

Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misâlinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.

İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’înden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.

İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.

Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. “Aman, doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.

İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et’imeden gelen sun’î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.

Lem’alar, 19. Lem’a

LÜGATÇE:

istihfaf: Hafife alma.

ihtiram: Hürmet gösterme.

kuvve-i zâika: Tat alma duyusu.

müsavi: Eşit.

tevfik-i hareket: Hareketin uygun olması.

tenevvü-ü et’ime: Yiyecek çeşitleri.

iştihâ-yı kâzibe: Yalancı iştah.

27.08.2010


Bediüzzaman’ın Burdur sürgünü ve Fevzi Çakmak’ın günlükleri

İzmir’den ehl-i tahkik ağabeyim Bilal Tunç’un Bediüzzaman’ın Burdur’a sürgünü ile ilgili çalışmalarını merakla takip ederken bu arada heyecanlı sorguları bizi de bu konu üzerinde araştırmaya sevk etti. Gerek Risâle-i Nur eserlerinde gerekse yazılan Bediüzzaman biyografilerinde bu konuda net bir tarih tesbiti yapılamamıştır. Ancak Bediüzzaman’ın sürgüne yollandığı güzergâhta alıkonduğu İstanbul’da o sıralarda 1926 senesinde meydana gelen ve risâlelerde bahsi geçen “Meşihat yangını” bize ipucu vermektedir. Bediüzzaman söz konusu yangını “Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, ‘Meşihat dairesi ne haldedir?’ diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: ‘Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır.’ İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerâmetim yok; kemal-i me’yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatların hararetli ahları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duâsını ve himmetini, duâmıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duâsıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı.” (S.T.Gaybî) diye anlatır.

Burdur sürgün tarihi ile ilgili bir diğer önemli ipucu ise, Genelkurmay Başkanı Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak’ın Burdur ziyaretidir. Risâle-i Nur’da yayınlanmayan kısımlar dışında Fevzi Çakmak konusu değişik eserlerde sadece bir defa geçer. İşte o ifadeler “Bediüzzaman Said Nursî Burdur’da iken, birgün o zamanın Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Mareşal Fevzi Çakmak Burdur’a geliyor. Vali, Mareşale, ‘Said Nursî hükûmete itaat etmiyor; gelenlere dînî dersler veriyor’ diye, şekvada bulunuyor. Mareşal Fevzi Çakmak, Bediüzzaman’ın ne kadar dâhî ve ne kadar manevî büyük ve müstakîm bir zat olduğunu bildiği için, diyor ki: ‘Bediüzzaman’dan zarar gelmez; ilişmeyiniz, hürmet ediniz.’” (Tarihçe-i Hayat, s. 136)

İşte biz de bu ifadelerden hareket ile Fevzi Çakmak’ın Burdur’a geliş tarihini araştırmaya koyulduk. Başta basit gibi gelen bu tarih tesbit meselesi tam iki sene zihnimizi meşgul etti. Paşa ile ilgili kitap, makale ve yazıları gerek internet ortamında; gerekse kütüphaneye gitmek suretiyle araştırmamıza rağmen bir türlü sonuç alamadık. Daha sonra başta Burdur valiliği olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlıklarından Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde bilgi edinmek istedik, ama nafile. Bu konuda hiçbir yerden bilgi alamadık. Hatta Burdur Valiliğince gelen cevapta böyle bir ziyaretin gerçekleşmemiş olduğu ifade edildi.

Fevzi Paşa ile o zamanın (1925-1927) Burdur Valisi Mahmut Celal Berker arasında geçen görüşmeler Bediüzzaman’a nasıl ulaştırılmıştı? Risâle-i Nur eserleri dışında hiçbir tarihî kayıtta Fevzi Paşa’nın Burdur ziyareti ile ilgili bilgiye rastlanmamaktadır. Fevzi Çakmak’ın hayatı boyunca titizlikle tuttuğu günlükleri araştıran kitaplara göz attığımızda bir tarihî gerçekle daha karşılaştık. Paşanın 1922 ile 1946 yılları arasında tuttuğu günlüklerin kayıp olduğunu öğrendik. Bu durum günlüklerin derlendiği eserde şöyle ifade edilir: ”Maddî kanıtlarla ispatlamam mümkün olmasa da, Fevzi Çakmak’ın, hayatının en azından kırk yıllık dönemini kaydettiğine inanıyorum. 1911’de başlayan elimizdeki ilk defter ile, 1950’de ölümünden sadece bir hafta öncesine kadar tutulmaya devam edilen son defter arasında hiçbir gücün onu yazmaktan alıkoymuş olduğunu sanmıyorum. Bu inancımda üç dayanağım bulunuyor. İlki, Mareşal’in son günlerinde, bir hastahanede dahi yazmaya devam etmiş olmasıdır. İkincisi, 1957 yılında eşi Fitnat Hanım’ın bir röportajdaki sözleri ve üçüncü olarak da günlüklerden birinin sayfaları arasında bulduğum kısa bir yazının içeriğidir. Fevzi Çakmak’ın 1922 ile 1949 arasındaki günlük notların şimdilik bulunamamış olduğunu, ama ilerde birgün meydana çıkacağını ümit ediyorum. Uzunca bir zaman kayıp defterlerin izini bulmaya uğraştım. Başaramayınca da çalışmamı 1911-1921 arasındaki onbir seneyi gün gün, adım adım, iklim iklim Fevzi Çakmak ile beraber yaşamak demek olan dört defterle sınırlamaya, ama 1950 tarihli en son iki günlüğe de yer ayırmaya karar verdim. Aradaki uzun tarihî boşluğu biyografi şeklinde doldurmayarak kayıp günlüklerin bir gün, günışığına çıkışını beklemeyi daha uygun buldum.” (Mareşal Fevzi Çakmak ve Günlükleri, Nilüfer Hatemi. YKY’de 2. Baskı: Nisan 2010) Yazarımızın ümit ettiği gerçekleşir ve paşanın yayınlanamayan günlükleri ortaya çıkarsa belki de Paşanın zamanın Burdur valisi ile arasında geçen görüşmenin ayrıntılarına veya Bediüzzaman ile ilgili düşüncelerine ulaşabileceğiz.

Bediüzzaman’ın Burdur’a geliş tarihini belge üzerinde araştıramadıysak da, sanal âlemde tanıştığımız Burdur tarihi yazarı araştırmacı Hayati Kuzucu Beyin verdiği malûmatlar çok değerli. Kuzucu bildiklerini ve tesbitlerini bize şöyle aktardı: ”Fevzi Çakmak, 1926 yılında Burdur’u ziyaret etmiştir. Kendisi son derece gösterişli törenlerle karşılanmıştır. Valiliği ziyaret etmiş, halk kendisini hükümet konağı önünde büyük bir nümayişle teşyi etmiştir. Burdur’un ileri gelenleri bizzat paşayla görüşmüşler. Bu arada bazıları Said-i Nursî’yi şikâyette bulunmuşlar. O sırada Said-i Nursî Burdur’da sürgün yaşıyordu ve Hacı Abdullah Camii’nde barınıyordu. Paşa onun rahatsız edilmemesini söylemiştir. Ziyaret tam şapka kanununun bütün hızıyla uygulandığı bir sırada vuku bulmuştur. Ancak ay ve gün olarak bu ziyaretin tarihini bulamadım.”

Burdur sürgünü ile ilgili elimizde bulunan sürgün belgelerinden birinde, Üstad’la Burdur’da kalan Savurlu Abdülgani Efendinin Burdur’dan 17.01.1927 tarihli yazışmada Balıkesir’e naklinin yapıldığını görüyoruz. Demekki bu zat Üstad’la Burdur’da 1926 senesinde kalmış. Fakat hangi aylarda kaldığına dair elimizde henüz bir belge yok. Bu konularla ilgili belge taramalarımız devam ediyor.

Bediüzzaman’ın Burdur sürgün hayatına dair yeterli bilgi ve belgeye sahip değiliz. Yapılan araştırmalar sadece şahitlerin anlatımıyla sınırlı kalmıştır. Ama ne yazık ki şahitlerin anlatımında da konu bütünlüğünü yakalayamıyoruz. Çünkü her şahit değişik şeylere temas etmiş, bazı durumlarda da yer ve şahıs isimlerinin birbirine karıştırıldığı gözlenmiştir. O döneme ait devlet arşivlerinin hâlâ kapalı olması araştırmaları zora sokmaktadır. İlgili arşiv belgelerinin açıklanması halinde Bediüzzaman’ın sürgün tarihi yanında Burdur’a gelişlerinin saatini bile öğrenebileceğiz.

1925 yılının Şubat ayı başlarında patlak veren Şeyh Said hadisesini bahane eden devrin iktidarı, çıkarılan 31.05.1926 tarih ve 885 sayılı İskân Kanunuyla bölgenin önde gelen maddî-manevî güçlü ailelerini ve şahısları, batıda mecburî iskâna tabi tutmuştu. İşte Bediüzzaman da Van’da elini dünyadan tamamen çektiği yerinden alınıp Burdur’a sürgüne yollanır. Bu, Bediüzzaman’ın hayatında Cumhuriyet döneminin ilk sürgünüdür. Burdur, Nur hizmetinin ilk merkezi olup, Risâle-i Nur’un çekirdeği hükmünde olan “Nur’un İlk Kapısı” isimli ilk risâle burada telif edilmiştir.

MEHMET SELİM MARDİN

http://msmardin.com / [email protected]

27.08.2010


HÜSREV AĞABEY

Vefatının 33. yılında rahmete vesile olması

niyazıyla...

Heyecanla nurun emrinde Hüsrev.

Âhir zamandaki mukaddes görev.

Bir nur harikası ‘’Elmas Kalemi’’

Bilir, tenvir eder bu nur âlemi.

Nurları şevk ile daima yazar.

Bu kudsî hizmette eylemiş karar.

‘’Gül Fabrikası’’nın nurlu sahibi.

Cihad meydanının mümtaz galibi.

Kur’ân hattının ihlâslı neferi.

Üstad’ıyla kazanmış bu zaferi.

Tevafuklu Kur’ân bir inci gibi.

İstinsah işinde birinci gibi.

Levh-i Mahfuz’daki gibi yazıyor.

İnci taneleri gibi diziyor.

Tevafuklu Kur’ân mazhar teshile.

Bakınca i’câzı geliyor dile.

Hicrî takvimde bin üç yüz elli bir.

Bu yılda yazılır, Kur’ân-ı Kebîr.

Kur’ân kelimesinde aynı tarih,

Ebcedle görünür, delil çok sarih.

Bir harfine vardır binlerce sevap.

Münker ve Nekir’e, Kur’ân’dır cevap.

Kur’ân hizmetinde bir mümtaz erdir.

Sebatkâr, sarsılmaz, metin serverdir.

ABDULKADİR MENEK

27.08.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.