Güncel |
VESAYET REJİMİNİN DEVAMI İÇİN, GÜÇLÜ ORDU İSTENİYOR |
Bugün yazarı Gülay Göktürk, zorunlu askerlikte ısrarın ideolojik ve siyasî olduğunu belirterek, güçlü ordunun güçlü bir askerî vesayet rejimi için gerektiğini savundu. Göktürk ideolojik boyutun daha vahim olduğunu ifade ederek “Evet, ordu her erkek Türk vatandaşını bu tezgâhtan geçirerek militarize ediyor, ehlileştiriyor, itaatkârlaştırıyor, ideolojik olarak şekillendiriyor. Her Türk vatandaşı devletin otoriter yüzüyle o ‘tezgâhta’ yüz yüze geliyor” diye yazdı. Zorunlu askerlik ideolojik
KORKULAN oldu; Genelkurmay Başkanı kestirip attı. Bedelli askerlik çıkarılamazmış çünkü askere gelen yükümlü sayısı TSK’nın ihtiyacını karşılayamıyormuş. Şimdi önemli olan, Genelkurmay Başkanımız’ın tespiti karşısında boynumuz kıldan incedir diye susup oturacak mıyız yoksa “nedir bu ihtiyaç; nereden kaynaklanmaktadır” diye soracak mıyız? Ben şahsen şu ihtiyaçların bir dökümünü görmek isterdim doğrusu. Rivayete göre orduevleri ve sosyal tesislerde çalışan asker sayısı 60 bini geçmiş ki bu orta halli bir ülkenin ordusu kadar... Balkanlar’ın ve Ortadoğu’nun en kalabalık ordusuna sahibiz. Ama ordumuz hâlâ ihtiyacını karşılayamamaktan bahsediyor. Küçük bir askeri gücün katıldığı 74 Kıbrıs Harekatı’nı saymazsak, Kore’den beri, yani 60 yıldır savaşmayan bir ordu besliyoruz. Güneydoğu’da teröre karşı yürütülen savaşı derseniz, o savaşta acemi erlerin hiçbir işe yaramadığı; başarı için niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu; terörle savaşı gerilla savaşında uzmanlaşmış profesyonel birliklerin yürütmesi gerektiğini artık askeri uzmanlar da belirtiyor. Öyleyse nereden çıkıyor böyle devasa büyüklükte bir ordu ihtiyacı? Yoksa halkın büyük bir kesimini içine alan “iç düşman” yüzünden mi? *** Genelkurmay’ın “yükümlü sayısı ihtiyacımızı karşılayamıyor” gerekçesi bana Neş’e Düzel’in bir yıl kadar önce Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi siyaset antropologu Doçent Suavi Aydın’la yaptığı bir söyleşiyi hatırlattı. “Düşmanların sayısı fazla olduğu için mi kalabalık ordu besleniyor? Yoksa orduyu kalabalık tutmak için mi böylesine geniş düşman tanımı yapılıyor? İşte orası kuşkulu” diyordu Suavi Aydın ve şöyle devam ediyordu: “Etrafınızdaki bütün ülkeleri düşman diye tanımlarsanız barış ordusuna geçemezsiniz, asker sayınızı azaltamazsınız.” Sanırım mesele bu... On yıllardır dinlediğimiz “dört bir yanı düşmanlarla çevrili ülkemiz” klişesinin arkasında yatan bu... Ve bu mesele bedelli askerlik konusunu çok aşan bir öneme sahip. Çünkü büyük ve güçlü ordu ihtiyacının altında yatan asıl gerekçeler askeri değil, ideolojik ve siyasi... Siyasi ihtiyacı son yıllarda çok konuştuk ve hâlâ da konuşuyoruz. Güçlü bir askeri vesayet rejimi için güçlü ordu! Ama meselenin bir de ideolojik boyutu var ki tek tek bireyler üzerindeki etkisi daha da vahim: Yine rivayete göre, bir general arkadaşı Çetin Doğan’a... “Almanya ve Fransa’nın asker sayısı 250 bin kadar... Bizdeyse 800 bine ulaşan, lüzumsuz bir kalabalık var... Niye tüm kentlerde asker bulunduruyoruz; ne gereği var? Profesyonel orduya geçmemiz şart” diyor. Ve Doğan’dan şu cevabı alıyor: “Olmaz öyle şey! Her erkeğin bu tezgâhtan geçerek bizi tanıması lâzım. İlçelere kadar askerin yayılması da, iç tehditlere karşı, halkı kontrol etme stratejimizin gereğidir.” Çetin Doğan tam böyle mi söylemiştir bilemem, ama Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük ordusuna sahip olmakta ısrar etmenin en temel sebebinin bundan daha özlü ifade edilebileceğini sanmıyorum. Evet, ordu her erkek Türk vatandaşını bu tezgâhtan geçirerek militarize ediyor, ehlileştiriyor, itaatkârlaştırıyor, ideolojik olarak şekillendiriyor. Her Türk vatandaşı devletin otoriter yüzüyle o “tezgâhta” yüz yüze geliyor. “Asker millet” o tezgâhta tekrar ve tekrar yaratılıyor. Devlet, saç tıraşından üniformaya, aşırı disiplinden ideolojik doktrinasyona kadar her türlü araçla kişiliksizleştirmeye çalıştığı vatandaşlarına orada güç gösterisi yapıyor. Orduyu “milleti yoğuran bir ocak” olarak kullanıyor. Vatan ve millet bilincine sahip olan ordu, “eğitimsiz milletin fikir ve duygularının gelişmesini, ruhunu ve maneviyatını yükseltmek yönünde güçlenmesini sağlama”ya çalışıyor. Ve bütün bunları dünyada giderek terk edilen zorunlu askerlikte ısrar ederek yapıyor. Doğrusu “Her Türk asker doğar”, “Türk milleti asker millettir”, “Askere gitmeyen adam sayılmaz”, “Askere gitmeyene kız verilmez” gibi inanışların halk arasındaki yaygınlığına bakıldığında oldukça da başarılı oluyor. Yazımızı ünlü Amerikan düşünürlerinden Ayn Rand’dan bir alıntıyla bitirelim: “Zorunlu askerlik, askeri amaçlardan dolayı gerekli değildir, bu ülkenin korunması için gerekli değildir,, fakat devletçiler zorunlu askerliğin kendilerine sağladığı gücü bırakmamanın, hepsinden de öte kişinin hayatının devlete ait olduğu prensibinden vazgeçmemenin mücadelesini veriyorlar. Asıl mesele ve tek mesele budur. Zorunlu askerlik, insanın hayatının devlete ait olduğu ve devletin, bireyden hayatını savaş alanında feda etmesini talep edebileceği şeklindeki devletçi ilkeye dayanmaktadır. Bir kere bu ilke kabul edildiğinde, gerisi sadece bir zaman meselesidir. (...) Eğer devlet, kişiyi anlamadığı veya onaylamadığı bir savaşta ‘şehit’ olmaya gönderebiliyorsa ve bunun için onun rızasına ihtiyaç duymuyorsa, bu durumda prensipte bu devlette tüm haklar ortadan kaldırılmıştır.”
Gülay Göktürk, Bugün, 25 Nisan 2010
TSK, kendini devletin sahibi olarak görüyor
Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin (TSK) kendisini resmî ideolojinin bekçisi, hatta devletin sahibi olarak gördüğünü belirterek, ‘’Resmî protokol de sivil demokrasinin gereklerine göre yeniden düzenlenmelidir’’ dedi. Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) tarafından Rixos Otel’de düzenlenen ‘’Askerî Vesayetten Normalleşmeye’’ panelinde konuşan Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Doç. Dr. Osman Can, Osmanlı İmparatorluğu’ndan itibaren militarizmin, kültürel bir değer olarak Türkiye’nin bulunduğu topraklarda inşa edildiğini söyledi. Türk ordusunun Prusya geleneğine sahip olduğunu ifade eden Can, Türkiye’de ‘’devleti kuran ordu’’ düşüncesinin içselleştirildiğini kaydetti. ‘’Türkiye’de tam anlamıyla bir millî güvenlik sistemi içinde yaşıyoruz. Yargı da bir mikro millî güvenlik sistemi’’ diyen Can, yargı olmadan millî güvenlik sisteminin ayakta tutulamayacağını savundu. Gündemdeki anayasa değişikliğinin Türkiye’nin sorunlarının çözülmesinde yeterli olmayacağını dile getiren Can, yeni bir anayasa yapılması gerektiğini ifade etti.
TSK, DEĞİŞİME DİRENİYOR ASDER Genel Başkanı Emekli Albay Nevzat Tarhan ise Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararlarıyla ordudan atılan personel arasında ağır depresyona girip intihar edenlerin bulunduğunu, aynı zamanda bu insanların sivil hayatta iş bulmakta güçlük çektiğini söyledi. Derneği bu konuda yapılabileceklere destek olmak için kurduklarını bildiren Tarhan, ancak bu konuda bir iyileşme sağlanması için ilk olarak Türkiye’de ve özellikle Türk Silâhlı Kuvvetlerinde zihinsel bir dönüşüm yaşanması gerektiğini, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin şu ana kadar değişime ve dönüşüme direndiğini söyledi.
TANRIVERDİ: İÇ TEHDİT TANIMLAMASI KALDIRILMALI ASDER Onursal Başkanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi de Türkiye’nin bir değişim sürecinden geçtiğini vurgulayarak, sorunun milletin iradesiyle anayasal kurumlar üzerinde otorite tesis edilememesinden kaynaklandığını belirtti. Türkiye’nin askerî vesayet altında olduğunu söyleyen Tanrıverdi, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ndeki iç tehdit tanımlamasının kaldırılmasının Türkiye’nin sivilleşmesi açısından faydalı olacağını kaydetti.
ASKER, YÜRÜTMENİN ORTAĞI Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erdoğan konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti anayasalarındaki askerlikle ilgili mevzuat hakkında bilgi verdi. Millî Güvenlik Kurulu’nun anayasal bir kurum olmasıyla askerî yetkililerin yürütmenin ortağı haline geldiğini ifade eden Prof. Dr. Erdoğan, 1982 Anayasası’nın sivil-asker ilişkileri konusunda 1961 Anayasasının temel perspektiflerini koruduğunu belirtti. Erdoğan, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ayrı bir askerî hukuka tabi olmaması, askerî harcamaların da malî denetime açılması gerektiğini vurguladı. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kendisini resmî ideolojinin bekçisi, hatta devletin sahibi olarak gördüğünü belirten Erdoğan, ‘’Resmî protokol de sivil demokrasinin gereklerine göre yeniden düzenlenmelidir’’ dedi.
DEĞİŞİKLİK YERİNE YENİ ANAYASA Eski Bakanlardan Hasan Celal Güzel de kendi anılarından örnekler vererek Türkiye’de sivillerin ancak kendilerine müsaade edilen alanlarda çalışabildiğini ifade etti. Türkiye’de bazı değerlere kutsiyet atfedilmesiyle istismara yol açan bir kültür doğduğunu belirten Güzel, ‘’Bürokrasi üzerindeki militarist vesayet hep devam etmiştir’’ dedi. Türkiye’de bir demilitarizasyon programı uygulanması gerektiğini savunan Güzel, bu çerçevede anayasa değişikliği yerine yeni bir anayasa yapmak gerektiğini söyledi. Panelin ardından, ASDER tarafından ‘’Adalet ve Hukukun Üstünlüğü, Ayrımcılığın Giderilmesi’’ yolunda gayret gösterenlere ödülleri dernek başkanı Nevzat Tarhan tarafından verildi. |
26.04.2010 |