DENİZCİNİN RAMAZANI |
Ramazan’ın verdiği güç - VEHBİ HORASANLI Bahriye mektebini bitirmiş, deniz teğmen rütbesi ile görevime başlamıştım. Fakat o yıl bütün hayatım boyunca o kadar üzülmediğim olaylarla karşılaştım. Bahriye mektebi son sınıfında okuyan yedi arkadaşım dindar oldukları için okuldan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Bu arkadaşlarımın en belirgin özelliği, gizlemeye gerek duymadan namazlarını kılıyor olmaları idi. Ayrıca bu öğrenciler benim gibi vasat bir öğrenci değil, okulun en başarılı öğrencileriydi. Her yıl “Komutan Onur Listesi” adı verilen disiplinli ve başarılı öğrencilere verilen ödülleri alırlardı. Mezun olduğum 1986 yılında İhtilâlci Cumhurbaşkanı, diline irticayı dolamış gittiği her yerde dindar insanlara verip veriştiriyordu. Bu arada askerî öğrencilerden de bahsediyor, dindar öğrencilerin ne derece tehlikeli olduğunu utanıp sıkılmadan söyleyip duruyordu. Zavallı halkımız kuzu kuzu bu iftiracı adamı dinliyor, bazen de alkışlama gafletinde bulunuyordu. Her ne ise o yılları benimle yaşayanlar bilir, askerî okullarda birden irtica fırtınası esmeye başladı. Marksist öğretmenlerin de katkısı ile dindar olduğu belirlenen binlerce öğrenci okullardan atıldı. Sıra Bahriye mektebine gelmişti, o yıl Deniz Lisesinde sıkı bir soruşturma yapılmış sonra Deniz Harp Okulunda da namaz kılan öğrenciler tesbit edilmiş, okuldaki disiplin ve başarı düzeylerine bakılmaksızın sırf Cumhurbaşkanı’na riyakârlık yapmak için okuldan atılmışlardı. Bir Ramazan günü savaş gemisinde görevli olduğum halde beni Bahriye Mektebine çağırdılar. Öğrenci Alay Komutanı odasında bana ters bir lâf söylediği için zaten yapılan haksızlığa duyduğum öfkeden dolayı kendisine bağırmaya başladım. Güya irtica dolayısıyla beni sorgulamaya çalışıyordu. Fakat Ramazan gününün verdiği mânevî atmosfer sebebiyle sorgulayan ben olmuştum. Kendisine “Marksist öğrencilerle niye uğraşmıyorsunuz?” diye hesap sorunca cevap veremedi ve beni odasında bırakarak Okul Komutanının yanına çıktı. Bir müddet sonra döndüğünde “her halde kavga çıkacak ve beni hapse atacaklar diye beklerken” bana gayet iyi davranmaya başladı. İki öğrenci odaya gelerek “benim kendilerine namaz kılmaları için baskı yaptığımı ve Said Nursî’nin kitaplarını okumalarını tavsiye ettiğimi” söylediler. Ben de herhangi bir baskı yapmadığımı fakat dinî kitapları okumanın iyi bir şey olduğunu çünkü askerlerin dindar olması gerektiğini söyledim. Sonradan düşününce bu sözleri nasıl söylediğimi hep merak etmişimdir. “Konuşana değil, konuşturana bak” kaidesince her halde Allah konuşturuyordu. Bütün bu olanlardan sonra alay komutanı oruçlu olup olmadığımı sordu. Ben de “Oruçluyum” deyince, önüme asker karavanasından yemek geldi. Aradan 22 yıl geçmesine rağmen yemek hâlâ aklımdadır. Barbunya pilaki ile pilav vardı. Yemeğimi yedikten sonra ayrılabileceğim söylendi. Ben de gidip birliğime katıldım. İlginçtir bu olay sonucunda ben ve arkadaşlarım ordudan atılacağımı beklediğimiz halde tam 11 yıl görevime devam ettim. Bir kimse çıkıp bana dindarlığımla ilgili hesap sormadı. Demek ki mübarek Ramazan ayının bereketi olsa gerek insanlar mertlikten ve doğru sözlülükten hoşlanmışlardı. Evet, en zalim insanlar bile onurlu bir cevap karşısında susabiliyor, hatta şaşırıp şok vaziyete düşebiliyorlardı. Bu olayı hayatım boyunca unutamadım ve bütün kardeşlerime doğruluktan şaşmamaları gerektiğini, Cenâb-ı Allah’ın yardımı ile hiçbir güçten korkulmayacağını söyledim, vesselâm... |
05.09.2009 |