Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL |
Resmî İdeoloji İflâs Etmiştir |
Resmî ideolojinin Türkçülük, devlet dini oluşturma ve herkesi Kemalist yapma temelinde şekillendiğini söyleyen Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer Solgun, “Aslına bakarsanız her üç noktada resmî ideolojinin dayatması iflâs etmiştir. İdeolojinin iflas ettiğinin en bariz göstergesi Kürt sorunudur” dedi. Anayasanın değiştirilmesinin önemine dikkat çeken Solgun, “Türkiye’nin hukuk devleti olması hep Millî Güvenlik Belgesinin yürürlükten kaldırılmasıyla mümkün” dedi. Resmî İdeoloji İflâs Etmiştir
Kürt meselesi tartışılırken biraz empati kurmak gerekli diye düşünüyorum. Hiçbir terör örgütünü meşru görmemekle birlikte, insanların neden dağlara çıktıklarını anlamamız gerekiyor. Diyelim ki; PKK yöneticileri bilinçli bir şekilde kalkışma başlattılar, peki sade insanlar niye onların oyunlarına düştüler. Bizim oturup devletin yanlışlarını konuşmamız ve bir an önce düzeltmemiz gerekiyor. Yoksa sadece PKK üzerinden tartışmak ve devletin yanlışlarını konuşmamak hiçbir katkı sağlamayacağa benziyor. Biz de bu hafta Yüzleşme Derneği’nin başkanlığını yapan, Kemalizm'in Alevîler üzerindeki etkisini araştıran yazar Cafer Solgun’la konuştuk. Solgun, Türkiye’de sorunların çözümü için MGSB’nin tartışılması gerektiğini vurguluyor.
Kürt Meselesi üzerine tartışmalar devam ediyor. Siz yeni sürecin gerçek bir demokratik açılım olmadığı yolundaki görüşlere ne dersiniz?
Meselenin adının konularak tartışılması bile Türkiye’de birçok şeyin değiştiğinin göstergesi. Yakın zamana kadar meseleye “Kürt sorunu” demek soruşturmayı hatta yardım, yataklık suçundan cezaevine girmeyi gerektirebiliyordu. Mütevazı ve anlamlı bir adım olan meselenin ismiyle birlikte tartışılması ilan edilmese bile resmî ideolojiden vazgeçilmiş oluduğunu gösteriyor. Dünyada bir halkın dilini, kültürünü yok sayan ideolojilerin tarihte yeri kalmadı. Meselenin kaynağı olan inkârcılıktan vazgeçilmiş olması çok önemli.
Resmî ideolojiden vazgeçildiğini söylüyorsunuz. Bu her alanda geçerli bir tesbit mi?
Genel olarak böyle. Türkiye ulus devleti, resmî ideoloji üzerine kuruldu. Bunun ismi Kemalizm’dir. Bu ideoloji kendini üç sac ayağı üzerine bina etti. Bunlardan birincisi T.C. sınırları içinde yaşayan herkesin Türk olduğu varsayımı, yani Kürt inkârı. İkinci olarak dindar kardeşlerimiz için de büyük sorun oluşturan herkesin Sünnî olduğu varsayımı. Cumhuriyet ilk reform olarak hilâfeti kaldırmış, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurmuştur. İnsanlar devletin istediği gibi inanmaya zorlanarak devlet; din, iman, vicdan işlerini yönlendiren konuma gelmiştir. ‘Devlet Müslümanlığı’ türemiştir.
Devletin Sünnîliği gerçek bir Sünnîlik mi?
Asla değil. Yeni bir din gibi Sünnîlerin anlayamadığı bir şekilde Sünnîliğe bir çerçeve çizilmiştir. Üçüncü sac ayağı ise, herkesin ideolojik olarak Kemalist olmasının istenmesidir. Sağcı, solcu, şeriatçı olabilirsiniz, ancak önce Atatürkçü olacaksınız! Lafa ‘Ulu önder’ diye başlayacaksınız. Özetlediğim bu mantıkla bulunduğumuz çağda devlet yönetilemiyor. Resmî ideoloji iflas etmiştir. Bunun uluslar arası boyutu da vardır; Berlin Duvarı’nın yıkılması, NATO’nun, bünyesindeki gladyo yapılanmalarını tasfiye etmesi, Clinton döneminde ABD’nin Şili’de darbecileri desteklediği için özür dilemesi gibi...
Kendi ülkemize dönersek...
Aslına bakarsanız her üç noktada resmî ideolojinin dayatması iflas etmiştir. Resmî ideolojinin irtica diye işaret ettiği partiler, halktan rağbet görüyor. Yine resmî ideolojinin bölücü olarak işaret ettiği partiler Kürtlükle ilgili hassasiyetleri dile getirdikleri için halktan oy alıyor. İdeolojinin iflas ettiğinin en bariz göstergesi Kürt sorunudur.
Neden özellikle Kürt sorunu?
Bir takım Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı, Fikret Bila’ya açıklamalarda bulundu. Bu insanlar Kürtleri asimile edemediklerini söylerken, “Kart, Kurt dediğimiz için yanlış yaptık” dediler. Kürt meselesinin sadece silâhla çözülemeyeceği gerçeğini ikrar ettiler. Kenan Evren’in ‘eyalet sistemini’ önermesi, iflâsın boyutlarının görülmesi açısından önemlidir. Yaşadığımız süreç açısından devlet bu noktaya gelecekti, geldi. Hükümet bu sürecin devlet politikası olduğunu vurguladı.
MGK hükümetin konuyla ilgili çalışmalarının arkasında olduğunu gösterdi sonra Genelkurmay “Devletin, milleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü”nden bahsetti. Farklı bir hava esti. Aslında ikisi de aynı şeyi söylememiş miydi?
Ben demokratik bir sistemde MGK gibi kurumların varlığını garipseyen biriyim. Genelkurmay’ın kendi alanı dışında açıklama yapmasını ve kendini taraf ilân etmesini doğru bulmuyorum. Anladığım kadarıyla başlatılan demokratik süreç MGK’da kararlaştırılan bir konsept. Hükümetin tek başına kendi politikası değil.
MGK’da belirlendiğini söylediğiniz konsept nasıl bir konsept?
Öncelikle meselenin süreç olarak ele alınması doğrudur. Olaya bazı değişiklikler yapılacak Kürt sorunu bitecek gibi bakamayız. Son otuz yılın acılarını onarmak bile bir zaman ister. Öncelikle psikolojik ortamın olgunlaştırılması gerekiyor. Anladığım kadarıyla hükümet meseleye buradan başladı. Bunun için de bir paket açıklanmadı. Kürt sorununun tartışılmasının normalleşmesi isteniyor.
Nasıl bir konsept?
Herşeyden önce bunun süreç olarak ele alınması doğrudur. Şunu yapacaksınız, bunu yapacaksınız, Kürt sorunu bitecek diye bakamayız olaya. Yani öncesini bırakalım, son otuz yılın acılarını onarmak bile meseleyi bir süreç olarak ele almayı gerekli kılıyor. Bunun psikolojik ve duygusal boyutları var. Böyle bir hassasiyet var. Öncelikle psikolojik ortamın olgunlaştırılması gerekiyor. Kürt sorununu asla çözemeyeceğiz gibi bir anlayışa inandırıldık yıllarca. Bu diğer sorunlar için de öyle. Öncelikle bizim “bu sorunları çözebiliriz” noktasına gelmemiz gerekiyor. Sorunun çözümü noktasındaki çerçeve ise, üniter yapı içerisinde, birlik ve beraberliğimizin zedelenmeyeceği bir politikadan bahsediliyor. Üniter yapı korunarak Kürt sorununun çözümü mümkündür. İngiltere, Fransa ve İspanya da üniter yapıya sahip. Kendi bünyeleri içinde başka halklar, diller, kültürler rahatlıkla yaşıyor. Kürtçe’nin eğitimde ve siyaset dili olarak yasak olmaktan çıkarılması gerekiyor. RTÜK ve YÖK de Kürtçe konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Meselenin sıcak noktası çatışmaların sona erdirilmesidir.
Nasıl sona erdirilecek?
PKK’nın silâh bırakmasıdır.
Tek millet, yani Türklük dayatması devam ediyor. Siz böyle olmasına rağmen icraatta devlet bunu aşmıştır mı demek istiyorsunuz?
Fiilen kesinlikle öyle. Devletin bütünlüğü içinde bu sorunun çözümü mümkün. Türkiyelilik üst kimliği kalıcı çözüm için önemlidir. Yeter ki; insanlara “sen Türksün” anlayışı dayatılmasın. Anayasada vatandaşlık tarifinin herhangi bir etnik kimliğe atıf yapılmadan yorumlanması meselenin çözümü için önemlidir. Türkiye’nin resmî dili Türkçe olmakla birlikte, başka dillerin varlığını da anayasal güvenceye kavuşturmak gerekiyor.
Kürtçe eğitim konusundaki görüşünüz nedir?
Bundan bu kadar korkmamak gerekir. Anadilde eğitim hakkı verildiğinde, Türkçe bir tarafa gidecek, herkes başka diller konuşacak diye dünüşülüyor. Elbette ki hayır! Örneğin seçmeli ders olarak verilebilir. Bu bir insan hakkıdır.
Zaten Helsinki Nihaî Senedi iki toplumun rızası olmadan bir ülkenin sınırlarının değiştirilemeyeceğini garanti altına alıyor. Yani Türklerin rızası olmadan Kürt devleti kurulamaz. Bu açıdan bakıldığında, PKK’nın bu gerçeği bile bile “Bağımsız Kürdistan’ı kuracağım” diye yola çıkması eleştiriliyor. Ne dersiniz?
PKK’nın, bağımsız Kürdistan kurmaktan vazgeçtiği söyleniyor. Çözüm için şu an ideal bir ortam var. Öcalan’ın İmralı’da olması değerlendirilmesi gereken bir imkândır. Öcalan’ın devletin attığı hayırlı adımlara uygun tavırlar sergilemesi beklenebilir. Öcalan’la irtibata geçilmesine gerek yok. İngiltere IRA ile masaya oturmadı, ancak IRA ile irtibatlı grupla konuşarak konsept değiştirdi.
“PKK olmasaydı Kürt Sorunu daha rahat çözülürdü” yorumlarına ne dersiniz?
MİT Müşteşarı Atasagun “PKK, Diyarbakır Cezaevinde kurulmuştur” demiştir. O cezaevinden beş on bin kişi geldi geçti, ancak bunların yakınları da var. Orası bir Türkleştirme fabrikası gibi çalışıyordu. Bu uğurda olmadık işkenceler uygulanıyordu. Hatta, yanlışlıkla cezaevine düşen bir turist, Türkçe bilmediği halde, İstiklâl Marşını ezberlemişti. Böyle bir ortamda birileri seçenek olarak dağı gösterdiğinde insanların buraya yönelmesi zor değildir. PKK olmasaydı muhtemelen başka bir örgüt olacaktı. Bunun için PKK olmasaydı tartışmalarını sağlıklı bulmuyorum. Çünkü PKK devletin yanlış uygulamalarıyla ortaya çıkan bir örgüt ve şu an hayatta.
Sizce PKK şiddetten vazgeçer mi?
Gelinen nokta itibariyle bunu tartışacak durumdayız. PKK’nın silâhlarını bırakmasının şartları oluşturulmalı. Yoksa “PKK olmasaydı Kürt sorunu daha rahat çözülürdü” düşüncesinin şu an bir gerçekliği yok. Bu insanlar Kürtler ve siyaset üstünde etkililer. Medyaları ve holdingleri bile var.
Peki silâhlar nasıl susacak?
Silâhların susması için PKK’nın çatışmasızlık durumunu sürekli kılması gerekiyor. Kürt sorunu tartışılırken “Her an silâhları kullanabiliriz” yaklaşımının süreci olumlu etkilemeyeceğini düşünüyorum. Yeniden asker cenazelerinin ortaya çıkması ister istemez bir duygusal ortam meydana getirir. Bunun yanında kendileri de TSK tarafından yapılan operasyonların durdurulmasını istiyorlar. Devlet bunu deklare etmeyebilir, ancak böyle bir tutum sergileyebilir. Ben burda bir pazarlıktan bahsetmiyorum.
Ancak öbür taraftan Hava Kuvvetleri Komutanı son terörist kalıncaya kadar mücadeleye devam edeceklerini söylüyor...
Bunlar süreci olumsuz etkiliyor. Tüm bu şiddet söylemlerine rağmen, demokratik sürecin ilerletilmesi gerekiyor. Eğer Apo’un bir sözüyle silâhlar susabiliyorsa, barıştan yana iddiası varsa, bu durumu değerlendirmek gerekiyor. Bu DTP’yi aşan bir durum.
Ancak devlet PKK ile masaya oturamayacağına göre, DTP ile sürecin yürümesi sağlıklı değil mi?
Bunun için DTP ile müzakerelerin bir görüşmeyle sınırlı kalmaması gerekiyor. Yapıcı diyaloğun devam etmesi gerekiyor.
Kürt nüfusu üzerinde ve bölgede etkili olan PKK’nın silâh gücünden vazgeçeceğini düşünüyor musunuz?
Bunu ancak şartlar oluşturulduğunda anlayacağız. Genel aftan neden bu kadar korkuluyor. Benzer sorunları yaşamış ülkelerde barış ve uzlaşma noktasına gelindiğinde bir genel af ilân edilmiştir. 90’ların başında Latin Amerika ülkelerinin tamamında gerilla hareketleriyle hükümet uzlaşmış, gerilla hareketlerinin bazıları legal alanda hayatiyetlerine devam etmişlerdir. PKK silâhlarını bıraksın gelsin, teslim olup cezaevine girsin demek gerçekçi değil.
Ben PKK’nın idelojik yapısı itibariyle bunu yapıp yapmayacağını merak ettim? Çünkü PKK farklı Kürt hareketlerine izin vermiyor...
Genel af ya da Mahmur formülü gündeme geldiğinde PKK hâlâ silâhları bırakmazsa o zaman Kürt kamuoyundan desteğini kaybeder. Kürtler silâh bırakılmasını ister ki; buna kimse direnemez. PKK’nın silâh bırakmasıyla farklı görüşlerin ortaya çıkması mümkün. O zaman belki DTP herhangi bir parti durumuna düşecek.
Mahmur Formülü nedir?
BM denetiminde Türkiyeli Kürtlerin kaçıp sığındığı Kuzey Irak’ta Mahmur Kampı var. Oradaki insanların köylerine geri getirilmesi ve o kampa silâhsızlandırılan PKK’lıların yerleştirilmesi ve PKK yönetim kadrosunun Avrupa’da bir ülkeye gönderilmesinden bahsediliyor. Türkiye’nin buna göz yumması isteniyor. Teslim ol çağrısıyla PKK’nın kendini tasfiye etmesini beklemek mümkün değil.
Neredeyse her fırsatta ülkenin bölünmez bütünlüğünü sağladığını söyleyen ordu bu sorunun çözümünden hoşnut olur mu?
İşte Türkiye’nin temel handikapı. Normalleşmesi gereken şeylerin başında Türk Ordusu’nun yapısı geliyor. Rejimin korunup kollanması sadece ordunun değil, hepimizin görevi. Demokratik, herkesin kendini hür hissettiği bir ülkede bu rejimin güvencesi bütün Türkiye olsun. Bir savaş açıldığında ordunun saflarında bizler yer almayacak mıyız? Geçmişte almadık mı? Bu ordunun sahibi generaller değil, bu ülkedir. Bu ordunun sahibi halkın evlatlarıdır. Bu ordunun sahibi biziz. Ordunun da normalleşmesi gerekiyor. Eğer asker politika yapmak istiyorsa görevinden istifa eder kafasına yatkın bir partide siyasete başlayabilir ancak bunu görevdeyken yapamaz. Türkiye’nin bu noktaya gelmesi için simgesel öneme sahip de olsa İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirilmesi gerekir.
Bunda askerî eğitimin bir katkısı var mı?
Mesele buraya kadar dayanıyor. Harp Akademilerindeki müfredatı inceleyin. Ortalama bir Türk Subayı bu ülkenin sahibi, efendisi gibi yetiştiriliyor. Genelkurmay sadece bir ordu nizamı içinde değil adeta bir devlet, bir hükümet gibi... Siyasetle, ekonomiyle ilgili birimleri var. Devlet gibi kendini organize etmiş. Bu mantalitenin değişmesi gerekiyor. Sadece ordu değil orduya böyle bakanlar için de bu mantalitenin değişmesi gerikiyor. Ne zaman kritik bir konu tartışsak siyasetçisinden medyasına kadar gözler ordudan gelecek açıklamaya odaklanıyor. Buralara gelmişken Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne de değinmek isterim...
Tabiî buyrun...
Millî Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) hükümet ve meclis tarafından oluşturulmuyor. Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri tarafından hazırlanıyor ve MGK üyeleri tarafından benimseniyor. Kamuoyu tarafından gizli anayasa olarak adlandırılan bu metin ülkede başbakanlık yapacak insanların önüne konuyor. MGSB’de rejimin kırmızı çizgileri var. Bunlar, yansıyanlara göre; başta bölücülük ve irtica... Bu memleketin sorunlu da olsa bir anayasası yok mu? Bu memlekette yaşayan insanlar yok mu? Bu ülke neden bizim meşrû temsilcilerimizin müdahil olmadığı bizim irademizi yansıtmayan bir belgeyle yönetiliyor? Bu soruları sormanın ve cevabını vermenin zamanı geldi.
Sizce yeni anayasa tartışmalarının ve Kürt sorununun önünü bu belge tıkıyor olabilir mi?
Yeni Anayasa’nın önünü bu kırmızı kitap tıkıyor. Bu gizli anayasanın açıklanıp bu devleti yöneten metin olmaktan çıkarılması lâzım. Türkiye’de sorunların çözülmesini istiyorsak, kendini hukukla kayıtlı görmeyen MGSB ’nin tartışılması ve yürürlükten kaldırılması gerekir. Kürt sorununun çözümü, Alevî sorununun çözümü, ordunun normalleşmesi, demokratikleşme, Türkiye’nin hukuk devleti olması hep MGSB’nin yürürlükten kaldırılmasıyla mümkün. |
H. HÜSEYİN KEMAL 01.09.2009 |