Askerî okulda olmamıza rağmen iftar ve sahur yemeklerimiz sanki “Ailemizle birlikteymişiz” gibi hoş ve güzel geçiyordu. Öyle ki oruç tutmayan sınıf arkadaşlarımız bile bu güzel kaynaşma ortamından istifade etmek için iftar yemeklerine geliyor hatta sahura bile kalkıyorlardı.
Askerî okullarda hemen hemen her şey tören nizamında yapılır. Sabah akşam “tabur” adını verdiğimiz içtimalarda toplanır, uygun adımla gider gelirdik. Hatta yemekhaneye giderken bile uygun adım yürür, üst sınıfların yerleşmesini bekler, nöbetçi subayının izniyle yemeğe başlardık.
Sekiz senelik askerî okul hayatı ister istemez öğrencileri bu törensel düzenden dolayı bıktırırdı. Fakat iftar ve sahur sofralarında askerî veya törensel adetler çok aza indirilmişti. Meselâ normal yemeklerde “Tanrının adıyla” diyerek başlarken, bu sefer besmele çekip âfiyetle yemeğimize başlayabiliyorduk.
Bazı sınıf arkadaşlarım oldukça iştahlıydı. Günde üç öğün yemek yedikleri yetmiyormuş gibi bir de sahur yemeğine kalkanlara da rastlıyorduk. Böyle bir durum Bektaşi fıkralarına dahi konu olmuştur. Bir tanesinde;
Bektaşiye sahura kalktığını görünce bir gün sormuşlar:
- Hayrola erenler hani sen oruç tutmuyordun?
- Ne yani, oruç sevabından mahrum kalıyorum bir de sahur sevabından mı mahrum kalayım? diye cevap vermiş. Aynen bu Bektaşi gibi davranan arkadaşlarımıza hiç kimse kızmıyor, Ramazan bereketi ile dolu olan sofralarımızdan herkes neşeyle kalkıyordu.
Cenâb-ı Allah, bütün Ümmeti Muhammedin sofralarından bereketi eksik etmesin…
|