“Hayâ imandandır. İman ise Cennete götürür. Hayasızlık kabalıktandır. O da Cehenneme götürür.”
(Buharî, İman: 16, Ebû Davud, Sünnet: 14)
Zaman başkalaştıkça başkalaştı. Dünyamız başka âlemlere döndü. Yaşam kurallarımız değişti. Yitirdik değerlerimizi... Kaybettik hayamızı...
Asırlar hızla ilerledi. Oyunun kurallarını değiştirdiler. Ayıp dediklerimiz, aferine döndü. Kayıplarımız kazanç sayıldı. Yitirdik değerlerimizi... Kaybettik hayamızı...
Oysa haya henüz tahtan indirilmemişken, daha bir ince ve nazenindi herşey. Konuşurken bile dillerden pürdikkat çıkardı sözcükler. Yürürken ağırbaşlı, otururken âdâblı olmak esas alınırdı. Kötü söz söylemek, anne babaya isyan etmek, eğlence hayatına ve sefahate düşkünlük insanların lügatlerinde yoktu. Haya ile dolu doluydu hayat. Güzeldi. Anlamlıydı...
Yıllar hızla birbirini kovaladı. Yirmi birinci yüzyılın çılgın serüveni içinde buluverdik kendimizi. Oysa kendimiz hâlâ aynı mıydık? Yoksa biz de, değişen hayat serüvenine uyurak kendimizden, değerlerimizden taviz mi vermiştik? Hoyrat bir denizin dalgaları arasında boğuşurken suların üstünden kayıp gitmişti hayamız...
Televizyon, internet bize sahici olmayan başka, farklı, değişik hayatlar sundu. Her biri planlanmış hayatlar... Artık cadde ve sokaklarda, beyaz camdan, sanal ekrandan fırlamış insanlar vardı. Komutlanmış bir robot gibi oldu herkes. Aynı fabrikanın aynı mamülleri gibi...
Kaybettik herşeyimizi... Önce hayamız, sonra hayatımız kayıp gitti ellerimizden. İtiraz ettik, onu geri istedik. Sonra sustuk bir köşeye çekildik. En sonunda sıradan ve normal bularak durumu kabullendik.
Aslında haya, ar, namus olmadan insan bir hiç gibi. Onlarsız tek başına, yalnız bir sıfır şeklinde. Oysa bir an evvel farkına varıp, bu derin uykudan uyanmalı... Hayamızı ve imanımızı yeniden kazanıp, ihlâslı kullar zümresine dahil olmalı... Ama uyku halimiz hâlâ devam ediyor...
Haya sahibi olmak duâsıyla...
|