Mahallemiz, Ankara Kalesinin eteklerinde bulunan Seğmenler mahallesiydi. Daha önce kale içinde oturan dedemler, aşağılara inip, oraya ev yapmışlar. En büyük eksiklik ise mahallenin camisinin olmayışıydı. Ancak, en yakında bulunan, ya Kayabaşı veya Şükraniye mahallelerinde bulunan camilerde ibadet yapmaya gidiyordu mahalleli. Tabiî bu saydıklarım, Ankara’nın eski mahalleleri olduğundan, Ankara’ya sonradan gelen veya sonradan doğan kimseler tarafından bilinmeyebilir. Neyse, işte bu camisizlik yüzünden ibadetlerde zorluk çeken mahalleli, özellikle kış mevsimindeki Ramazanlarda teravih namazı kılmak için daha da zorlanıyordu. Zannederim 1962-63 yıllarıydı. O senenin Ramazanında babamın aklına bir fikir gelmiş. Eski bir kahvehane vardı orada, “Hiç değilse Ramazan boyunca teravih namazları burada kılınamaz mı?” diye komşularla falan konuşmuşlar. “İyi de bu iş nasıl olacak?” demişler. Babam da o zaman Ankara müftüsü olan Dr. Lütfü Doğan’ın hemşehrisi olduğunu ve onu getirebileceğini söylemiş. Neticede kahvehane temizlenip hazırlanarak te-ravih namazlarına başlanmıştı. Lütfü Doğan da her akşam gelir, vaaz eder ve yanılmıyorsam namazı da o kıldırırdı. Biz de çocukken sevinerek giderdik. Hatta bir gün hiç unutmam, vaazında şu mânâda bir şeyler söylemişti:
“Muhterem cemaat, şu mekân daha önce içinde çok da iyi olmayan şeylerin yapıldığı, sigara dumanından geçilmeyen bir yerdi. Ama şimdi bakın, Allah’a şükür siz burasını, Allah’ın zikredildiği bir mekân yaptınız, ne mutlu sizlere.”
Babamın önayak olması neticesinde mahalle sakinleri çok rahatladığından ona duâ ediyorlardı.
|