Laik bir ülkede, “Bazı cemaatlerin dine bağlı bir hayat tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaları” suç mu?
Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “uyarılarını” okuyunca, ister istemez kendi kendime yukarıdaki soruyu sordum.
Başbuğ Paşa, toplumun bir kesiminin endişelerini dile getirirken, hem dini cemaatlerin güçlenmesinin doğurduğu tedirginliğin altını çiziyor, hem de yeni bir yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük ağırlık verilmesini eleştiriyor.
Laiklik, devletin bir niteliğidir; toplumun değil. Dolayısıyla, toplumu oluşturan fertler de pekalâ dini düşünce ve değerlerin etkilediği bir hayat tarzını benimseyebilir. Cemaatler ise, şahıslar daha dindar olsun diye, gayret sarfedebilir.
Org. İlker Başbuğ’un tespitinin bir noktası doğru. Gerçekten cemiyette “öteki” olana karşı bir tedirginlik mevcut. Ama bu durum her iki kesim için de geçerli. “Öteki”ler de “Öz vatanında parya” muamelesi görmekten dolayı üzgün ve tepkili.
*
Muhafazakâr kesime “zenci” yakıştırması bu gibi ayrımcı davranışlar sebebiyle yapılıyor. Zenci/Beyaz ayrımı “Kara bir derinin altında temiz bir ruh olamaz” iddiasına kadar uzanabiliyordu bir zamanlar. Sosyal hafızaya öylesine derin kazılmış bir “aşağılanma” duygusu söz konusuydu ki, Harvard’da okumuş, itilip kakılmamış, üstelik annesi beyaz ırktan bir zenci olmasına rağmen Barack Obama, Demokrat Parti’nin kurultayını, Martin Luther King’in “Bir hayalim var” diye başlayan konuşmasını yaptığı 28 Ağustos gününe denk getirdi. Hayal, eski kölelerin evlâtları ile eski köle sahiplerinin evlâtlarının kardeşlik sofrasına oturmalarıydı.
İlker Başbuğ, bir kesimin tedirginliğinden söz edip, dindarlığın sosyal hayata yansımasını endişe kaynağı gibi göstermeseydi de, Martin Luhter King gibi bir hayali seslendirseydi. Keşke, “Herkesin birbirini kardeş hissettiği, kaygıların ortadan kalktığı, inançlardan ve farklı kimliğinden dolayı kimsenin ötekileştirilmediği bir Türkiye hayal ediyorum” deseydi. O, bu şekilde konuşsaydı, benim de hayalim gerçekleşmiş olacaktı.
Sabah, 3.9.2008
|