Siyasi eğiliminize veya politik konumunuza göre birilerine kızarsınız. Öfkenizi yönlendirdiğiniz kişi ya da kesimlerin, sizi sinirlendiren durumun oluşumundaki katkısını o sırada pek düşünmezsiniz.
Tarih, sosyoloji ve benzeri sosyal bilimlerle pek aşinalığınız yoksa ve kitap okuma gibi bir alışkanlığa sahip değilseniz, işiniz daha da kolaydır.
Böyle durumları pek güzel özetleyen bir Gaziantep özdeyişi var:
- Davacının aptalı derdini mübaşire anlatır, şeklindedir bu özdeyiş.
Türk toplumundaki kronik kamplaşma eğiliminin yine tırmandığı ve farklı siyasal görüş sahiplerinin yine önlerine gelen herkesi suçladığı bu dönemde, bazılarımızın olaylara daha soğukkanlı yaklaşması herhalde gerekiyor.
Öncelikle bazı gerçekleri kabul etmemiz gerekiyor. Birincisi ne AK Partililer, ne CHP’liler, ne MHP’liler ne de DTP’liler uzaydan geldi. Bu partiler de, kadroları da bu toplumun sosyo-politik gerçeğinin ürünleri.
İkincisi, genel seçimlerle ortaya çıkan tabloyu, ne gazetelerdeki manşetler ve köşe yazıları, ne radyo ve TV’lerdeki yayınlar şekillendiriyor. Edirne’den Kars’a uzanan coğrafyadaki seçmenler ortak titreşim içine girdikleri zaman, seçim sandığından bir parti iktidar olarak çıkıyor.
Üçüncüsü ne devlet, ne medya, ne de sesli azınlık, bir iktidarı sonuna kadar iş başında tutabilir. Bu mümkün olsaydı, Sovyet modeli totaliter rejimler çökmezdi.
Biz bize benzesek de
Bu gerçekleri kabul ederseniz, daha ileri adımlar atıp, yerel ile evrensel arasındaki karşılıklı etkilenimin yansıdığı durumlara da soğukkanlı bakabilirsiniz.
Ne kadar “Biz bize benzeriz” deseniz de, Türkiye’nin kendine özgü koşulları yanında, global konumu da, siyasi tablo üzerinde etkilidir. İç dinamiklerle dış konjonktürün uyumu ya da uyumsuzluğu, siyasetin yönünü etkiler.
Birincisi her ne kadar “Batılı” olmak konusunda kararlı olsak, Batı ülkeleriyle ittifak içinde bulunsak ve hem hukukumuzu, hem idaremizi, hem rejimimizi Batı’nın modelleri üzerinde kursak da, aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesiyiz. Bu coğrafyanın ve sosyolojisinin pek çok sorunu, bizde de vardır. Neticede Ortadoğu’daki her dalgalanma, şu ya da bu şekilde Türkiye’de de yansımalarını bulur.
İkincisi Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından kurulan devletlerden biridir. Gerek kültürel, sosyolojik, gerekse siyasal ve ekonomik Osmanlı mirası da, Türkiye’yi diğer Osmanlı sonrası devletlerle bir ölçüde aynı titreşim katsayısında tutar.
Geçmişte “düvel-i muazzama “ bugün de “süper devletler “, büyük çıkar hesaplarının doğrultusunda, Türkiye’yi de doğrudan ve dolaylı biçimde etkiler.
Bu tür gerçekleri derinine değerlendirdiğinizde, birbirimize düşman olup, kan davası gütmenin ve kamplaşmanın Türkiye için büyük riskler taşıyan lüksler olduğunu kolayca görebilirsiniz. Akılcı tutum, global olumsuz etkilerin zaten fazlasıyla olduğu bu coğrafyada, içeride olabildiğince sorun çözücü politikalar izlemektir. (...)
Bizi birbirimizden ayıran değil, birleştiren niteliklerimizi vurgulayalım. Bunları bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
Ancak yine de “derdini mübaşire anlatanlar” dan biri mi olduk kuşkusu, içimizde fazlasıyla var.
Sabah, 14 Haziran 2008
|